Allahü teâlâ, insanlarda şehvet ve
gadab kuvvetlerini yaratmış, insanların muhtâc oldukları şeylere
kavuşmaları için ve bulduklarını kullanabilmeleri için ve korkduklarına
karşı savunabilmeleri için, bu iki kuvveti ihsân etmişdir. En lüzûmlu
olan havayı her yerde yaratmış, ciğerlerine kadar kolayca girmesini
ihsân etmiş, ikinci derecede lüzûmlu olan suyu, her yerde bulmalarını ve
kolayca içmelerini de ihsân etmişdir. İhtiyâc maddelerini elde etmeleri
ve elde etdiklerini kullanabilecekleri hâle çevirmeleri için, insanları
çalışmağa mecbûr kılmışdır. İnsanlar çalışmazlarsa, muhtâc oldukları,
gıdâ, elbise, mesken, silâh, ilâc gibi şeylere kavuşamazlar. Yaşamaları,
üremeleri çok güç olur. Bir insan, muhtâc olduğu bu çeşidli maddeleri
yalnız başına yapamayacağı için, birlikde yaşamağa, iş bölümü yapmağa
mecbûr olmuşlardır. Allahü teâlâ, insanlara merhamet ederek, seve seve
çalışabilmeleri, çalışmakdan usanmamaları için, insanlarda üçüncü bir
kuvvet dahâ yaratdı. Bu kuvvet, (Nefs-i emmâre) kuvvetidir. Bu kuvvet,
şehvetlere kavuşmak ve gadab edilenlerle döğüşmek için insanı zorlar.
Fekat insanın nefsi, bu işinde bir sınır tanımaz. Yapdığı işler, hep
aşırı, hep zararlı olur. Meselâ hayvan susayınca, temiz suyu kolayca
bulur, içer. Doyunca, artık içmez. İnsanı nefsi, doydukdan sonra da
içirir. Sığır aç olunca, çayırda otlar. Doyunca, yatar, uyur. İnsan aç
olunca, çayırda otlayamaz. Bulduğu otlar arasında seçim yapması,
seçdiğini soyup, temizleyip, pişirmesi lâzımdır. Nefs, bu yorucu,
usandırıcı işleri seve seve yapdırır. Fekat, hoşuna gideni, doydukdan
sonra da yidirir. Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, nefsin
insanı felâkete sürüklemesine mâni olmak istedi. Hem nefsin arzûlarına
uymağı sınırlıyan, hem de nefsi temizleyip emmârelikden yanî aşırı,
taşkın olmakdan kurtaran emrler ve yasaklar gönderdi. Peygamberleri
aleyhimüssalevâtü vetteslîmât ile gönderdiği bu emr ve yasakların
toplamına, (İlâhî din)ler veyâ (İslâmiyyet) denir. Bir insan, işlerini
yaparken, islâm dînine uyarsa, nefsi, emmârelikden kurtulup, (mutmainne)
olur. Bu zemân, şehveti ve gadabı fâideli olarak çalışdırır.
Kitâbımızın üçüncü kısmının ellibirinci maddesinde yazılı olan,
(Mektûbât)ın üçüncü cildinin yüzyirmibirinci mektûbunda, nefsin
temizlenmesi bildirilmekdedir. Nefs-i emmâre, şehveti ve gadabı aşırı
çalışdırdığı için, buna uymak insana tatlı gelir. İslâmiyyete uymak ise,
bu arzûları frenlediği, tahdîd etdiği için, insana acı, zor
gelmekdedir. Bunun için insan, islâmiyyete uymak istemez. Nefse uymak
ister. Seâdete kavuşmak istemez. Felâkete sürüklenmek ister. Allahü
teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, insanlarda, seâdeti felâketden,
doğruyu iğriden ve fâideliyi zararlıdan ayırabilen bir kuvvet de
yaratdı. Bu çok kıymetli kuvvet, (Akl)dır. Şaşmıyan, yanılmıyan akla
(Akl-ı selîm) denir. Akl-ı selîm sâhibi olan kimse nefsine uymaz. İslâm
dînine uyar. Aklı dinlemiyen kimse ise, nefsine uyar. İslâm dînine uymak
istemez. İslâm dînine uyana, (Müslimân) denir. Müslimân olmak için
evvelâ (Îmân) etmek lâzımdır.
Allahü teâlâ, bütün insanlara, îmân
etmelerini emr etdi. İnsanlar arasından dilediklerine merhamet edip,
bunların akla uyarak îmân etmelerini nasîb eyledi. Bu kullarının
kalblerini îmân ile doldurdu. (Yûnus) sûresinin yirmibeşinci âyetinde
meâlen, (Allahü teâlâ kullarını, selâmet, seâdet yeri olan Cennetine
davet ediyor. Dilediğini bu yola kavuşdurur) buyuruldu. Akl-ı selîm
sâhibi olan, bu mesûd insanlara (Sâbikûn) denir. Peygamberler,
Evliyâlar, mezheb imâmları ve bütün müctehidler böyledirler
rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn. Akllarına uymayıp, nefslerine
uyarak, Allahü teâlânın davetini kabûl etmiyenlerden, dilediklerini
kendi taşkın, azgın hâllerinde bırakmakda, dilediklerini de, yine ihsân
ederek, dilediği zemânda hidâyete kavuşdurmakda, kalblerini îmân ile
doldurmakdadır. Kendi hâllerinde bırakdıklarından, gafletden uyanarak
doğru yolu arayanları da, merhamet ederek hidâyete kavuşduracağını vad
etmekdedir. (Ankebût) sûresinin son âyetinde meâlen, (Nefslerine
uyanlardan, doğru yolu arayanları, seâdete ulaşdıran yollara
kavuşdururuz) buyuruldu. Doğru yolu aramayıp, nefslerine uyarak îmân
etmiyenleri, azıp can yakanları, Cehennemde sonsuz olarak yakacağını
haber veriyor. İslâmiyyeti işitmiyen çok kimse vardır ki, akl-ı
selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin adamlarına
aldanmamışlar, astronomide ve fen bilgilerinde ve bilhâssa tıb ilminde
gördükleri nizâmlı hâdiselerin birbirlerine bağlantılarını düşünerek,
hilkatin sırlarını, bu hesâblı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir.
Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde, islâmiyyetin bildirdiği güzel
ahlâkın birçoğunu bulup, müslimân gibi yaşamış, kendilerine ve
başkalarına fâideli olmuşlardır. Allahü teâlânın, (Ankebût) sûresinde
vad etdiği üzere, bunları îmân etmeğe sebeb olan rehberlere, kitâblara
kavuşduracağı, (Rûh-ul-beyân) tefsîrinde, altıncı cüz son âyetinde
yazılıdır. Böyle tâlili mesud bir kimse anlar ki, herşeyi halk eden,
yaratan, yok olmakdan, zararlardan koruyan bir Allah vardır. Allah
herşeyi görür, bilir, işitir. Herşeye gücü yeter. Gücü, kuvveti
sonsuzdur. Herşeyi, eceli, zemânı gelince yok etmekdedir. İnsanları
tekrâr dirilteceğini, hesâba çekeceğini, îmân etmiş olanlara Cennetde
sonsuz nimetler vereceğini, îmânı olmayanları, kâfirleri Cehennemde
sonsuz yakacağını bildiriyor. Onun yapmak istediğini kimse durduramaz.
Onun işine kimse karışamaz. Onun emrlerine uymakdan, rızâsını, sevgisini
kazanmakdan başka kurtuluş ve seâdet yolu yokdur. İnsanların hiçbiri
îmân etmese, inanmasa, onun büyüklüğünde, kuvvetinde, kudretinde hiç
noksanlık olmaz. Teknikde çok ilerliyen, elektronik âletler ve lazer
ışınları ile tabîatin nice sırlarını çözen bazı milletlerin
başlarındaki azılı kâfirler, zâlimler, Ona hiçbir zarar yapamaz. Bu
dinsizler, ancak kendilerine zarar yapıyorlar. Muhakkak ölecekler.
Kabrde çürüyüp, bir avuç toprak olacaklar. Sonra tekrâr diriltilip,
Cehennemde çok acı azâb çekeceklerdir. Allahü teâlâ isteseydi, herkesi
mümin yapar, herkesi Cennete sokardı. Yâhud, herkesi kâfir yapar,
herkesi Cehennemde yakardı. Fekat, bazılarının mümin olmasını,
bazılarının da kâfir olmasını diledi. Onun dilediği olur. Onun
dilediğini hiçbir mahlûk değişdiremez.
[Her müslimânın birinci vazîfesi
nefsine uymamakdır. Nefs, insanın en büyük düşmanıdır. İnsanın îmânını
yok etmek ister. Bundan zevk alır. Allahü teâlânın ve Peygamber
efendimizin emrlerinden ve yasaklarından birisinin bile doğru, fâideli
olduğunda şübhe edenin îmânı gider, kâfir olur. Kâfir, Cehennemde sonsuz
yanacakdır. Sonsuz yanmak ne demek, insan bunu düşünse, korkudan uykusu
kaçar, yimekden, içmekden kesilir. Hiçbir dünyâ zevki gözüne görünmez.
Küfrün cezâsı çok ağır, çok korkunc ise de, küfrden ve günâhlardan
kurtulmak çok kolaydır. Bunun biricik çâresi, îmânını tâzelemekdir.
Bunun da en kolay yolu, her akşam yatarken, üç kerre
(Estagfirullahelazîm) okumakdır. Manâsını düşünerek okumak lâzımdır.
Manâsı, (Yâ Rabbî, beni afv et)dir. Allahü teâlâ, tevbeleri kabûl
edeceğini vad etmişdir. Yalnız, tevbenin kabûl olması için, nemâz borcu
ve kul hakkı olmamak lâzımdır. Bir nemâz borcu olan, bunu kazâ
etmedikce, tevbesi kabûl olmaz. Cehennemde yanmakdan kurtulmak için,
ölmeden evvel nemâz borcundan ve kul hakkından kurtulmak lâzımdır.
Hiçbir hayrlı iş insanı bu azâbdan kurtaramaz. İbni Teymiyyenin kurtarır
demesine aldanmamalıdır.]
Hakîkat Kitâbevi:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder