30 Nisan 2012 Pazartesi

şartsız bildirilenler

Sual: Şartsız bildirilen hadisler gibi, şartsız bildirilen âyetlerde de şartlar var mıdır?
CEVAP
Elbette vardır. Mezhepsizler, şartlarını bilmeden, âyetten anladıklarını söyleyip, (Kur'an böyle söylüyor) diyerek yanlış görüşlerini din gibi ortaya atıyorlar. Birkaç örnek verelim. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(İnanmadıkları hâlde, “Allah'a ve âhiret gününe inandık” diyen insanlar vardır.) [Bekara 8]
Mezhepsizler, (Bakın Allah'a ve âhiret gününe inanmak yetiyor ki Kur’anda böyle bildiriliyor) diyorlar. Hâlbuki Peygamber efendimiz, mümin olmak için imanın altı şartına da inanmak gerektiğini bildirmiştir. Yalnız Allah'a ve âhirete inanan mümin olmaz. İmanın diğer şartlarına da inanması lazımdır. Bir başka âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.) [Bekara 62]
Burada Allah'a ve âhiret gününe imandan başka bir de yararlı işler bildirilmiştir. İmanın diğer şartlarına inanmayan kimse sadece bunları yapsa mümin olamaz, Cennete giremez. Bir başka âyet-i kerime meali şöyledir:
(Onlar gayba inanırlar.) [Bekara 3]
Demek ki gayba da inanmak şarttır. Bir başka âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve âhirete iman ederler.) [Bekara 4]
Burada da farklı olarak Kur'an-ı kerime ve diğer kitaplara iman bildiriliyor. Bunlara inanılmadan sadece Allah'a ve âhirete inanan mümin olmaz. Bir başka âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Asıl iyilik; Allah’a, âhirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
Burada da diğerlerinden farklı olarak meleklere ve peygamberlere iman etmek gerektiği bildiriliyor. Bunlara inanmayan insan diğerlerine inansa da mümin olamaz. Yukarıda bildirilen şartlara inanılsa kadere inanılmasa yine mümin olamaz. Kaderle ilgili birçok âyet-i kerime vardır. Birinin meali şöyledir:
(Biz, her şeyi kaderle yarattık.) [Kamer 49]
Bir hadis-i şerif meali ise şöyledir:
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizi]
Demek ki, bir âyete bakarak hüküm vermek çok yanlış oluyor. O konudaki başka âyetlere ve bu âyetleri açıklayan hadis-i şeriflere ve ayrıca hadis-i şerifleri açıklayan İslâm âlimlerinin bildirdiği hükümlere bakmak şarttır.
Şartsız bildirilen hadis-i şerifler gibi şartsız bildirilen âyet-i kerimelerde de bazı şartlar vardır. Bu şartları, hadis-i şeriflerden ve İslam âlimlerinin açıklamalarından öğrenmek gerekir.

mektubatı Rabbani

Sual: İmam-ı Rabbani hazretlerinin yazdığı Mektubat’ın özelliği nedir?
CEVAP
İtikad ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini açıklayan ve Müslümanlara her konuda yol gösteren, çok kıymetli bir eserdir. Mektuplarının kitap hâline getirilmesi de, bizzat İmam-ı Rabbani hazretlerinin bilgisi dâhilinde olmuştur. Birinci cildin son mektubunu yazınca, (Muhammed Haşim’e gönderilen bu mektupla, Resullerin ve Eshab-ı Bedir’in sayısına uygun olduğundan, 313 mektupla birinci cildi burada bitirelim) buyurmuştur.
İstifade edebilmek için, her mektubu, bize yazılmış gibi düşünerek okumalı. Bir mektubunda buyuruyor ki:
Bu mektup görünüşte belli bir kişiye yazılmışsa da, gerçekte okuyan herkese yazılmış demektir. (Kılıç, kullanan içindir) sözü meşhurdur. (1/221)
Yine bir mektubunda buyuruyor ki:
Resulullah efendimiz, (İslamiyet garip olarak başladı. Son zamanlarda, başladığı gibi, yine garip olur. Garip olan o Müslümanlara müjdeler olsun!) buyurdu. Bundan önceki idare zamanında Müslümanlar, o kadar garip olmuştu ki, kâfirler açıkça Müslümanlığı kötülüyor, Müslümanlarla alay ediyorlardı. Dinsizliklerini, ahlâksızlıklarını, sıkılmadan açıklıyorlardı. Çarşıda, pazarda kâfirleri ve dinsizliği övüyorlardı. Müslümanların, Allahü teâlânın emirlerinden birçoklarını yapması, [söylemesi ve yazması] yasak edilmişti. İbadet edenler, İslamiyet’e uyanlar ayıplanıyor ve kötüleniyordu. Şimdi ise, böyle düşmanlık, öyle kin ve inat görülmüyor. Bazı kusurlar varsa da, inatla değil, bilinmediği içindir. Bugün Müslümanlar da, kâfirler gibi serbest konuşabilmekte, onlardaki hürriyete kavuşmaktadır. Eski kin ve düşmanlığın başımıza gelmemesi, Müslümanların zulüm ve işkenceye düşmemesi için, uyanıp dua edelim. Din düşmanlarına fırsat vermeyelim. Bugün sizin, sözle [ve kalemle] yaptığınız cihad, cihad-ı ekberdir yani büyük cihaddır.
Ubeydullah-i Ahrar hazretleri, (Eğer şeyhlik yapsaydım, hiçbir şeyh, bir yerde, bir mürid bulamazdı, ama bana başka vazife verildi. O vazife de, İslamiyet’i yaymak ve kuvvetlendirmektir) buyurdu. Bunun için, sultanlara, gidip nasihat verirdi. Tesirli sözleriyle, hepsi doğru yola gelirlerdi. Onlar vasıtasıyla İslamiyet’i yayardı. (1/65)
Mektubat’ın özeti iki şeydir:
1- Allahü teâlânın dinine sarılmak, onu öğrenip tatbik etmek.
2- Dinini öğrendiği zatı sevmek.
Bu ikisini yapan kurtulur.

29 Nisan 2012 Pazar

Kur'an tesbih ve sadaka

Sual: Kur'an okumak, zikir çekmek, sadaka vermek ve nafile oruç tutmak gibi ibadetlerin hangisi daha sevabdır?
CEVAP
Kur'an-ı kerim okumak, daha sevabdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Namazda Kur’an okumak namaz dışında okumaktan daha faziletlidir. Namaz dışında Kur’an okumak, [Namazlardan sonra okunan] Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber söylemekten daha sevabdır. Bu tesbihleri söylemek, sadakadan, sadaka ise, nâfile oruçtan daha faziletlidir. Oruç ise Cehennem ateşine karşı kalkandır.) [Beyhekî]
Yara kabuğunun düşmesi
Sual: Yara kabuğunun düşmesiyle, su değmemiş kuru yer kalacağı için, abdest bozulmuş olur mu?
CEVAP
Hayır, abdest bozulmuş olmaz. (S. Ebediyye)
Yumurtayı yıkamak
Sual: Kabuğunu yıkamadan, yumurtayı suda kaynatıp, yemek haram mıdır?
CEVAP
Yumurtanın kabuğu necis olmadığı için yıkamadan kaynatıp yemek haram olmaz, ama mekruh olur. Yıkayarak kaynatmalıdır.

sonlu ile sonsuzun kıyası

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bugün insanlar, bir bardak suda fırtına koparıyorlar. Neden? Çünkü bu bardağa sığmak, bu bardağın içinde yer almak istiyorlar. Tabiî küçük olan bardağın içi, hemen dolup taşıyor ve kördüğümün içinde kavga başlıyor. Hâlbuki büyüklerimiz, (Bu bardağın dışı sonsuz hayat, bardağın içine girmemeli) diyorlar. O zaman hem bardağın kendisi, hem de suyun kendisi çok cüzi kalıyor. Çünkü sonsuzun yanında sonlu, sıfırdır, yoktur. Matematik böyle söylüyor. En büyük sayıları sonsuza bölseniz, netice sıfır olur.
Bu yüzden, dünya denilen bu bardaktan dışarı çıkan, bardağı küçük görür. Ne kadar küçük görür? Ne kadar bardaktan uzaklaşırsa, o kadar çok küçük görür. Bardağın yanında, yine bardak büyük görünür. Nitekim Şah-ı Nakşibend hazretlerine biri demiş ki:
- Efendim filan yerdeki bir zat, (Ben bütün dünyayı tabağın içinde görüyorum) diyor.
- Biz de bütün kâinatı tırnağımızın ucunda görüyoruz, buyurmuş.
Peygamber efendimiz, (Bu dünyada Allah için olmayan her şey melundur) buyuruyor. Bu dünya neden melundur? Çünkü içine dalan artık âhireti görmez. Dostu da dosttan koparır. Bu dünya melundur, çünkü para, rütbe, etiket, takdirler, tenkitler insanı değiştirir, maksadı bunlar olur, insan bunlar için yaşar, çalışır. (Biz ibadet yapıyoruz, hizmet ediyoruz, çalışıyoruz) denirse, eğer bunlar Allah için değilse, onlar da melundur. Allah için olmayan dünyalıklar da melundur. Haramlar, günahlar, öfkeler, şehvetler, dedikodular, gıybetler, iftiralar melundur. (Biz bu günahları işlemiyoruz, şarap içmiyor, zina etmiyor, hizmet ediyoruz) denirse, (Bunları niye yaptın?) diye sorulacaktır. Eğer, desinler diye yapılmışsa, o da melundur, çünkü Allah için değil. Her ne yapılarsa yapılsın, (Niçin yapıyoruz?) sorusuna cevap hazırlamalı. İbadetleri de, hizmetleri de Allah için yapmalı, melun olmamalı.
Dünyada en büyük tehlike şirktir. Hiçbir Müslüman bilerek şirke girmez, ama şirke götüren yollara sapanlar az değildir. Bu yollar da kibir, ucup, riya, kendini başkasından üstün görmek veya bir başkasını hakir görmek gibi günahlardır. Bir de, günah işlemek zamanla normal hâle gelir ve insanı küfre sokar. Onun için günahtan çok sakınmalıdır.

28 Nisan 2012 Cumartesi

kaza namazları

Sual: (Kazası olmayan kimse, akşam ve vitri kaza ederse nafile olur. Bunun için üç rekât kılınması mekruh olur) deniyor. Sünnetleri kılarken kazaya da niyet edince akşamı ve vitri kılarken üç rekât kılmamız yanlış mı oluyor?
CEVAP
Hayır, yanlış olmuyor. Merhum hocamız ömürleri boyunca böyle kılmıştır. Peygamber efendimiz, Allah rızası için, farzın yanında bir namaz daha kılardı. O kıldığı için farzların yanında namaz kılmamız bize Sünnet olmuştur. Bu sünnet namazların yerinde kaza kılınca, Resulullah efendimiz gibi farzın yanında bir namaz kıldığımız için Sünnet yerine gelmiş oluyor. Kaza kılarken vaktin sünnetine de niyet edince, ayrıca niyet sevabı da alınıyor.
Kazası olmayan, sünnet olarak bildirilen yerlerin dışında, üç rekât olarak akşamın farzıyla vitri kaza ederse bu nafile olur, nafileyi de tek rekât kılmak tahrimen mekruhtur. Fakat beş vaktin sünnetleri, Duha, Teheccüd ve Evvabin gibi namazları kılarken kazaya da niyet edince, Resulullah efendimiz, o vakitlerde namaz kıldığı için, kazası yoksa bu namazlar Sünnet oluyor.
Kazası olmasa da, ömür boyu kıldığı bütün namazları kaza etmek iyi olur. Eğer bu, namazlarındaki noksanlık ve kerahetten dolayı yapılmışsa, daha güzel olur. Önceki Müslümanlardan pek çoğu, mekruh kılınmış olabilir şüphesiyle kıldıkları namazları kaza etmiştir. Bu kazaları, sabah ve ikindi namazlarından sonra kılmamalı, çünkü kazası olmayanın, sünnet olarak bildirilen yerlerin ve zamanların dışında kıldığı kaza namazı nafile olur. Bu vakitlerde ise nafile kılınmaz. Muzmerat’ta da böyledir. (Hindiyye)

helalle haramın sırrı

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Haramlara dalan, haramların aslına kavuşur. Haramın aslı, ateştir. Çay yerine, meşrubat yerine şarap içen, onun aslına kavuşur. Helâli tercih eden ise, helâlin aslına kavuşur. O da Cennet nimetleridir. Her şeyin aslı, Cennette veya Cehennemdedir.
Bir talebe, deniz kenarında otururken hocasına sorar:
- Efendim, Cennette de, şu karşıda gördüğümüz gibi yalılar, kayıklar olacak mı?
- Kardeşim, hani yalı, hani kayık? Bunların hepsi hayâl. Bugün var, yarın yok. Bunlara var denmez, bunlar rüya. Hakiki, kalıcı olan köşk, yalı, sandal, deniz, hepsi Cennettedir. Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nice nimetler var. Bugün insanlar bunlarla eğleniyor gibi gözüküyorlar, fakat kahır ve üzüntü içindeler, eve girdiklerinde de sıkıntıları bitmiyor. En büyük üzüntüleri, bütün bu varlıklarını bırakıp gidecek olmaları. Cennette ise bırakıp gitmek yok.
Cenab-ı Hak, bu hayâl sevgisinden, hayâl peşinde koşmaktan bizi kurtarsın. Biraz sabredelim de, Rabbimizin razı olduğu o büyük nimetlere kavuşalım.
Herkes her an bir yol ayırımında. Yani yol ayırımı, bir defaya mahsus değil. İnsanın ağzından çıkan her kelime, insanın her hareketi, her bakışı, her nefesi, mutlaka insanın ya sağ tarafına yazılır, ya sol tarafına. Hiçbiri boşlukta kalmaz. Fakat düşünceler böyle değildir. İçimiz fısk dolu olsa, kötülükler düşünsek, ama yapmasak, Allahü teâlâ merhametinden onları yazmıyor. Ama iyi, hayırlı bir şey düşünsek, hemen yazılıyor.
İnsan, hayvanlar gibi başıboş bırakılmış değildir. Mutlaka mesuliyeti vardır. Bütün kâinatı her an varlıkta durduran Cenab-ı Hak, her an, (Ey kulum! Sana verdiğim bu nimeti, bu fırsatı nasıl değerlendiriyorsun? Hayırda mı, şerde mi?) diye bizi imtihan ediyor. Hayır veya şer olmaması, yani boşlukta olması mümkün değil. Çok insanlar vardır boşlukta gibi gözükür, fakat iyi niyet sahibidir, hep sevab yazılır. Kimi insanın yaptığını ibadet zannederiz, hâlbuki onun niyeti bozuktur, hepsi günah olarak yazılır. Onun için tasavvufta hep kalbe, niyete önem vermişler, kalbin iyi düşüncelerle dolmasını istemişler. Kalbi kurtardı mı, bütün organlar iyi işlemeye başlar. Hep hayra vesile olur.

27 Nisan 2012 Cuma

ziyaret

Sual: Allah için ziyaretin önemi nedir?
CEVAP
Önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Benim için birbirini seven, benim için toplanıp dağılan, benim için birbirini ziyaret eden, benim için birbirine yedirip içireni severim.) [İ. Malik]
(Arkadaşını Allah rızası için ziyaret edene, bir melek, “Ne güzel oldu, Cenneti hak ettin” der. Allahü teâlâ da, “Kulum beni ziyaret etti. Ağırlaması bana aittir. Onun için, Cennetten başka bir ziyafete razı olmam” buyurur.) [Bezzar]
(Din kardeşini ziyaret eden, dönene kadar, rahmet içindedir.) [Taberani]
(Cennette öyle güzel köşkler vardır ki, bunlar, birbirini Allah için ziyaret eden, Allah için sevip yardım edenler için hazırlanmıştır.) [Taberani]
(Bir mümini ziyaret için evinden çıkana, 70 bin melek, “Ey Rabbimiz! Senin rızan için ziyarete giden şu kuluna rahmet et, ondan razı ol” diye dua eder.) [Taberani]
(Din kardeşini ziyaret edene, Cennette bir derece verilir.) [Ey Oğul İlmihali]
(Mümin kardeşini ziyaret edip müsafeha eden kimselerin, elleri ayrılmadan, ağaçtan yaprak dökülür gibi, günahları dökülür.) [Ey Oğul ilmihali]
(Âlimi ziyaret eden, beni ziyaret etmiş gibi sevaba kavuşur.) [Taberani]
Allahü teâlânın emriyle, bir melek, arkadaşını ziyaret için köye giden birine sordu:
- Böyle nereye gidiyorsun?
- Şu köydeki din kardeşimi ziyarete gidiyorum.
- Bunun sana bir iyiliği, bir yardımı dokundu da, onun için mi gidiyorsun?
- Hayır, sadece ben onu Allah için sevdiğimden gidiyorum.
- Müjdeler olsun sana! Beni Hak teâlâ gönderdi. Hiçbir menfaat ummadan arkadaşını ziyarete gittiğin için, Rabbimizin sevgisine kavuştun. (Müslim, Hâkim)
Boşanmada mehir
Sual: Evlenirken, hanımımın kapalı ve namaz kılan biri olmasını istedim. Açık bir kıza teklif ettim. Kabul etti ve evlendik. Sonra açılıp saçıldı. Namazı bıraktı. Müslümanlığı kabul etmiyorum, dedi. Beni bırakıp gitti. Yani boşandık. Mehir borcumu vermem gerekiyor mu?
CEVAP
Vermek gerekmez. Çünkü kadının mürted olması veya hürmet-i musahereye kasten sebep olması gibi, kadının sebep olduğu ayrılmalarda, mehri vermek gerekmez. Verilmişse, erkek hepsini geri alır

kibir

Sual: Kitaplarda, (Allah kibriya sahibi) deniyor. Kibriya ise büyüklük yani kibir demekmiş. Allah kibri yasaklarken, kendisi niye kibir sahibidir?
CEVAP
Bu, çok tuhaf bir sorudur. İnsanlar tenkit edilebilir, ama Allah da tenkit edilir mi hiç?
Bir okuyucu da Peygamber efendimizin, (Ben peygamberlerin efendisiyim ve şefaat edicilerin ilkiyim) sözü için, (Peygamberimiz niye kendini övüp kibirleniyor?) diye sormuştu.
Allah ve Resulü hakkında sual sorarken çok dikkatli olmalı. Mesela, (Acaba burada ne denmek isteniyor) gibi edebe uygun sormalı. Allah'ı ve Peygamberimizi tenkit eden kâfir olur.
Başbakanın, cumhurbaşkanının, (Bizim görevimiz şu) demeleri kibir olmaz. Böyle demek, övünmek değil, gerçeği bildirmektir. Bir peygamberin de, (Ben peygamberim) demesi övünmek değil, vazifesini bildirmek olur.
Bazı kelimeler birkaç anlamda kullanılabiliyor. Bazıları da yanlış olarak kullanılıyor. Mesela kaptan, gemi sürücüsü iken, şimdi şoförlere de kaptan deniyor. Hâfız, hadis âlimi demektir. Bugün Kur'an-ı kerimi ezbere okuyana hafız deniyor. Hattâ Kur'an-ı kerimi ezberlemeye giden çocuğa bile hâfız deniyor. Bu yanlış kullanımlardan dolayı bazı ifadeler doğru anlaşılamıyor.
Kibir, büyük ve büyüklük demekse de, Türkçede daha çok, kendisini büyük gösterme, kendisini, başkalarından üstün görme hastalığı olarak kullanılıyor. Kibir, insanlar için büyük hastalıktır. Bu mânada hâşâ Allah için kullanılmaz.
Kebir de büyük demektir. Ekber en büyük demektir. Büyüklük yalnız Allah'a mahsustur. Hiç kimse, Onun gibi büyük olamaz. Birisine peygamber demek yanlış olduğu gibi, peygambere de Allah demek yanlıştır, ama Allah’a Allah demek, (Allah en büyüktür) demek yanlış olmaz. Bir kimsenin (Ben yaratıcıyım, ben en büyüğüm) demesi, kibirdir, yalandır, ama Allahü teâlânın (Ben yaratıcıyım) demesi gerçeği söylemektir.

26 Nisan 2012 Perşembe

imanı muhafaza etmek

Sual: İmanı muhafaza etmek için nelere dikkat etmeli?
CEVAP
İman, beş katlı bir kaleye benzer. Bunlar, bakır, demir, tunç, gümüş ve altın katıdır.
1- Bakır katı, edeplerdir.
2- Demir katı, sünnetlerdir.
3- Tunç katı, farzlardır.
4- Gümüş katı, ihlâstır.
5- Altın katı, Allahü teâlânın rızasıdır.
Edebleri gözetmeyen, sünnete yol bulamaz. Sünnete uymayan, farza yol bulamaz. Farzı tutmayan, ihlâsa yol bulamaz. İhlâsı olmayan da, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmaya yol bulamaz. (Ey Oğul İlmihali)
Demek ki, son yani beşinci kata çıkabilmek için, sırayla, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü katlardan geçerek çıkmak gerekir. Diğer katları geçmeden beşinci kata çıkılamaz.
Dua iki türlüdür
Sual: Sebeplere yapışmadan dua etmek uygun mudur?
CEVAP
İstenilen şeyin sebeplerine de yapışmak gerekir. Dua, iki türlüdür:
1- Lafzî dua: Allahü teâlâdan lafızla yani sözle istemektir. Bu duanın kabul olması için şartlar vardır. Bu şartlar, dua edenin Müslüman olması, ihlâs sahibi olması, namazlarına devam etmesi, fâsık olmaması, üzerinde kul hakkı bulunmaması gibi hususlardır.
2- Fiilî dua: İstenilen şeyin sebebine yapışmaktır. Allahü teâlâ, her şeyi, bir sebeple yaratmaktadır. Allahü teâlâdan bir şey isteyenin, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapması lazımdır. Mesela, bir yeri ağrıyanın, ağrı kesici bir ilaç kullanması lazımdır. Bu ilacı kullanması, fiilî dua etmek olur. Fiilî duanın kabul olması için, sebebin tesirinin kesin olması, iyi bilinmesi lazımdır.
Müslümanın, iyi ve caiz olan şeylerin sebeplerini bilip, dua için, bu sebepleri yapması lazımdır. Bu sebepler yapılınca, Allahü teâlâ, istenilen şeyi yaratır, çünkü sebepleri yapılan şeyi yaratması âdetidir. Aç olanın bir şey yemesi, fiilî sebebe yapışmak, fiilî dua etmek olur. (Ey Oğul İlmihali)
Fâsık akrabayla görüşmek
Sual: Amca, dayı, hala ve teyze gibi fâsık akrabalarım, bizi evlerine davet ediyorlar. Dine aykırı işler yapılıyor. Hanım gitmeye rıza göstermiyor. Ne yapmak uygun olur?
CEVAP
Hanımın mazereti var dersiniz, kendiniz gidip ziyaret edebilirsiniz. Kendiniz de gidince günah işleyecekseniz, kendiniz için de bir bahane bulmalısınız.

hekim

Sual: Hekim, günümüzde tabip, doktor mânasında kullanılıyor. Hekim, tabip mânasına mı geliyor?
CEVAP
Hekim, hakîm demektir. Hekim, hakîm kelimesinin halk arasında söylenen şeklidir. Doktor anlamında kullanılmaktadır. Hakîm, hikmet ehli demektir. Lokman aleyhisselam da hikmet ehli bir zat idi. Bunun için ona Lokman hakîm denir.
Hakîm, her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yaratan anlamında, Allahü teâlânın 99 isminden de biridir.
Evden çıkarken
Sual: Ateist biri, (Müslümanlığın ilkelerini biz de biliriz. Ben evimden sağ ayakla çıkarım) diyor. Evden sağ ayakla çıkmak yanlış değil mi?
CEVAP
Ateist, bu konuda bilmeden doğru söylüyor. Ateistin evinde, ibadet edilmeyip günah işlendiği için, sağ ayakla çıkılır. Meyhaneden, kiliseden, tuvaletten sağ ayakla çıkılır. Müslümanın evinden, camiden çıkarken sol ayakla çıkılır.
Ölüye kına yakmak
Sual: Ölünün eline, saçına kına yakmak caiz midir?
CEVAP
Erkeklere mekruh, kadınlara caizdir.

25 Nisan 2012 Çarşamba

faiz

Sual: Başta Diyanet’inki olmak üzere okuduğum her mealde, Bekara sûresinin 275. âyetinde, (Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Zaten alışveriş de faiz gibidir" demelerindendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de, faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır) deniyor. Diğer meallerde de ebedî kalır, sonsuz kalır deniyor. Günah işleyen niye ebedî Cehennemde kalıyor?
CEVAP
Tefsirden, mealden din öğrenilmez. Faiz haramdır, haram işleyen ebedî Cehennemde kalmaz. Hadis-i şerifleri bile okuyanlar böyle yanlış hükme varırlar. Mesela, (Zina edenden iman çıkar), (İçki içenin imanı gider), (Namaz kılmayan kâfirdir) hadis-i şeriflerini okuyan da, bu günahları işleyenlere kâfir der.
Faiz de büyük günahtır. Faiz alıp verene kâfir denmez. Faizin haramlığına inanmayan kâfirdir ve ebedî Cehennemde kalır. Faiz alıp verdiği için değil, faizi helâl saydığı için ebedî Cehennemde kalıyor. Ali Fikri Yavuz’un mealinde, (Kim de, haram olan bu ribayı helâl diye yemeye dönerse, işte onlar cehennemliktir, o ateşte ebedî olarak kalacaklardır) deniyor. Böyle açıklamalı yazılınca, yanlışlığa fırsat verilmemiş oluyor. Bir şeyin hükmü mealden değil, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Bu bakımdan fıkıh ilmini bilmeden âyet ve hadis okumak çok yanlıştır.

Allah için sevmek

Sual: Bir arkadaşı, Allah için sevmenin önemi nedir?
CEVAP
Sevdiğini Allah için sevmek, imanın temelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ Kıyamette buyurur ki: Benim azametim için birbirini sevenleri, hiçbir himayenin bulunmadığı bugün, rahmetim altında himaye ederim.) [Müslim]
(Allah için dost olan kimseyi, Allahü teâlâ, Cennette hiçbir ameliyle ulaşamayacağı yüksek dereceye yükseltir.) [İ. Ebi-d-dünya]
(Kıyamette Arş’ın etrafında, yüzleri ayın on dördü gibi parlayan insanlar için kürsüler kurulur. Herkes feryat ve figan ederken onlar sakindir. Herkes korku ve dehşet içindeyken onlar üzülmez. Bunlar, Allah için birbirini sevenlerdir.) [Hâkim]
(Cennetin güzel köşkleri, Allah rızası için birbirini sevenler içindir.) [Ebu-ş-şeyh]
Allahü teâlâ, (Ya Davud, beni sevmekte sana uymayanla, arkadaşlık etme! Çünkü onlar senin düşmanındır, kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırmaya çalışır) buyurdu. (İ. Gazali)
İki öğün yemek
Sual: (İki öğün yemek yemek israftır) deniyor. Biz üç öğün yiyoruz. İsraf mı oluyor?
CEVAP
Acıkmadan önce, günde ikinci defa yemek israftır, fakat acıkınca üç hattâ dört kere yemek israf olmaz. Hazret-i Âişe validemiz anlatır: Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resulullah, (Ya Âişe, günde iki kere yemek israftır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez!) buyurdu. (Beyheki)
Muhammed Hadimi hazretleri, burayı şöyle açıklıyor:
Resulullah efendimiz, Âişe validemizin, ikinci yemeği acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa kefaretler için günde iki kere yedirmek lazımdır. (Berika)
İsraf olsaydı, kefaretler için iki kere yemek yedirilmezdi.
Oruç tutarken de, günde iki öğün yani hem iftarda, hem de sahurda yemek yenir. İsraf olsaydı, (Sadece iftar veya sadece sahur yemeği yiyin!) denirdi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İftarda, sahurda ve misafirle beraber yenen yemekten dolayı sorgu sual olmaz.) [Deylemi]
Günde iki öğün yemeye israf demek, doyduktan sonra veya hazmedilmeden, acıkmadan tekrar yemek israf olur demektir. Yoksa insan, bir öğünde yediğini, azar azar üç veya dört seferde yiyebilir.
***
Sual: Besmele çekerken, Bismillah demek yeterli midir?
CEVAP
Evet, yeterli olur, ancak he harfini belli olacak şekilde çıkarmalı, (Bismilla) dememeli. Yani (Bismillah) denirse, besmele çekilmiş olur. (Bismillahi) demek daha uygundur.

24 Nisan 2012 Salı

ilmi gizlemek

Sual: Dinî sual sorana cevap vermemenin vebali var mıdır?
CEVAP
Evet, cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bildiği hâlde cevap vermeyen âlimin, Kıyamette ağzına ateşten gem vurulur.) [Tirmizi]
(İlmini gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi]
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, “Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun” buyuruyor.) [Taberani]
İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]
(İlmi layık olmayana öğreten, domuzun boynuna cevher takana benzer.) [İ. Mace]
Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada yeteri kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek biri olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Biri, sualine cevap vermeyen âlime dedi ki:
- Sen, (İlmini gizleyene ateşten gem vurulur) hadis-i şerifini bilmiyor musun?
- Eğer sözümü anlayabilecek birine söylemezsem, o zaman bana gem vurulur.
Kur’an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye sebep olur. (İhya)
Lüzumsuz sual soranlara da cevap verilmez.
Yanlış fetva vermek
Sual: Dinî suallere yanlış cevap vermenin vebali nedir?
CEVAP
Bunun vebali çok büyüktür. Harama helal veya helale haram diyen küfre girer. Müctehid olmayanın, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladığına göre fetva vermesi caiz değildir. Çünkü âyet ve hadislerden dört mezhebin müctehidleri, farklı hükümler çıkarmıştır. Onun için herkes, kendi mezhebine uymalı, kendi mezhebindeki âlimlerin verdiği fetvaları bildirmelidir. Bilmeden, kitaba bakmadan, caizdir veya caiz değildir demekten çok sakınmalı! Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Fetva vermeye en cüretli olanınız, ateşe girmeye en cüretli olanınızdır.) [Darimi]
Haramdan korkmayan cahildir. Nitekim (Cahil, cüretkâr olur), yani, (Cahil, günah işlemekten korkmaz) denmiştir. Yanlış fetva vermek büyük günahtır. Bir hadis-i şerif meali:
(Bilmeden fetva verene, yerdeki ve gökteki melekler lanet ederler.) [İ. Lal, İ. Asakir]

arap ve zenci

Sual: Arapların zenci olduğu söyleniyor. Delil olarak da, Arap kızı şiiri gösteriliyor. Arap’la zenci ayrı değil midir? Rastgele bir şiir delil olur mu?
CEVAP
Arap’la zenci elbette ayrıdır.
Zenci, siyah ırklara verilen genel ad olarak biliniyorsa da, doğrusu siyah ırk olan Zengibar [Zanzibar] halkına denir. Zengibar Afrika’nın güney doğusunda Tanzanya'ya bağlı iki adadan biridir. Habeş halkı da siyahtır, bunlara Habeş denir. Mısır halkı esmerdir. Siyah fellahları da vardır.
Arap, sözlükte güzel demektir. Mesela, lisan-ı Arap, güzel dil demektir. Coğrafyada Arap demek, Arabistan yarımadasında doğup büyüyen kimse demektir. Resulullah efendimiz, Arabistan yarımadasında doğduğu için Arap ırkına mensuptur. Araplar, beyaz, buğday benizli olur. Özellikle Peygamber efendimizin sülalesi beyaz ve çok güzeldi. Dedeleri Basralı olan İbrahim aleyhisselam beyazdı.
Anadolu’ya misafir gelen siyah fellahlar, habeşler, zenciler, hürmet ve ikram görmek için, kendilerini Arap olarak tanıtmış. Din düşmanları bu durumdan çok memnun olmuşlar, siyahları, aşağı ve iğrenç olarak tanıtmışlardır. Siyah resimlere, kara köpeklere, resmin negatif filmine Arap dediler. Arapsaçı, Arap sabunu, kara Fatma böceği gibi uydurma isimlerle Arap milletini kötülediler. Arabı siyah olarak tanıtmaya, böylece, Müslümanları Arap olan Peygamber efendimizden soğutmaya çalıştılar.
Bunun bir örneği halk dilinde dolaşan şu Arap kızı şiiridir:
Yağmur yağıyor, seller akıyor,
Bir Arap kızı, camdan bakıyor,
Sokağa çıksa, yağmurda kalsa,
Aksa karası, bembeyaz olsa.
Bu şiirde de, Arap kızının kara olduğu, yağmurla yıkanarak beyazlaşması isteniyor.
Şuurlu Müslüman, zenciye Arap denmemesi gerektiğini bilmeli, din düşmanlarının oyununa gelmemeli.

23 Nisan 2012 Pazartesi

hitap şekilleri

Sual: Kadın, eşine ismiyle hitap etse günah olur mu?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Anayı, babayı ve kadının zevcini, isimleriyle çağırması tahrimen mekruhtur, küçük günahtır. Tazimle, saygı anlatan kelimelerle ve yanına giderek çağırmaları lazımdır. Uzaktan, yüksek sesle çağırmamalıdır. (S. Ebediyye)
İsmi ne ise sonuna bey getirerek, mesela Ali Bey, Veli bey gibi söylenebilir. Mesleği ne ise öyle hitap edebilir. Doktorsa doktorum veya doktor diyebilir. Bunun gibi, onbaşım, çavuşum, yüzbaşım, komutanım, polisim, patronum, mimarım, tüccarım, kaptanım, pilotum, avukatım, ustam, reisim, başkanım, hocam, öğretmenim, şefim, müdürüm, noterim denebilir. Yahut sevdiği sıfat ne ise o da söylenebilir. Beyim, aslanım, yiğidim, hayatım, şekerim gibi.
Erkek hangisinden hoşlanıyorsa onu söylemeli, istemediği ismi veya sıfatı söylememeli. Aynı şekilde erkek de hanımına, onun hoşlanacağı şekilde hitap etmeli. Mesela güzelim, bitanem gibi şeyler söylemesi uygun olur.

bilmiyorum diyebilmek

Sual: Kendisine güvenilip dinî sual sorulan kimsenin, bilmiyorum demesi doğru mudur? Cevap vermezse güvenimizi yitirmiş olmaz mı?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükâfattan az değildir, çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir. (İmam-ı Şabi)
Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin (Bilmiyorum) demesidir. Şeytan, (Bunun susması, benim için, konuşmasından daha zararlı) der. (İbrahim Edhem)
İmam-ı Zehebi, İmam-ı Malik’i şöyle anlatır: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet sahibi, sünnet-i seniyyeye tâbi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere (Bilmiyorum) derdi. İlmin kalkanı (Bilmiyorum) demektir, buyururdu. (Tabakat-ül Huffaz)
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Şabi hazretleri, bir suale, (Bilmiyorum) deyince, (Sen Irak ülkesinde müftüsün. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı?) dediklerinde, (Meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar?) buyurdu. Bilmeyenin (Bilmiyorum) demesi, ilimden olup, büyük fazilettir.
İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, bir suale (Bilmiyorum) deyince, (Hem beyt-ül-maldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun) dediler. (Beyt-ül-maldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, beyt-ül-malın hazineleri bana yetmezdi) dedi.
Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mânâ çıkaran ve her yerde bilgi satan, cahilliğini ortaya koyar. (Bilmiyorum, öğrenip de söylerim) diyen kimsenin, gerçek âlim olduğu anlaşılır. Kendine sual sorulan kimse bilmiyorsa, (Bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim) demelidir. (Berika)
Bir zata, (İşittiğimize göre, siz âlimmişsiniz) derler. O zat şaşırır, (Öyle bir iddiada hiç bulunmadım) der. Bunun üzerine de, (Bir şey sorulunca bazen “Bilmiyorum” diyormuşsunuz. Cahil olan, bilmese de, söyler. Ancak âlim olan, bilmiyorsa bilmiyorum der. Bu sizin âlim olduğunuzu gösterir) derler. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace]
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]

22 Nisan 2012 Pazar

doğum ve vefat günü

Sual: Peygamber efendimizin doğum günü olan Mevlid kandili biliniyorsa da, vefat ettiği gün genelde bilinmiyor. Sebebi nedir?
CEVAP
Doğum sevinç günüdür, Mevlit kandili yapıldığı için, çok kimse doğum gününü biliyor. Vefat, üzüntü günüdür. Dinimizde matem yoktur. Vefat gününü anlatıp üzülmeye sebep olunmadığı için çok kimse vefat gününü bilmiyor.
Resulullah efendimiz, 571 senesi Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebiül-evvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, sabaha karşı, Mekke’de doğdu. 632’de Rebiül-evvel ayının on ikinci pazartesi günü öğleden evvel 63 yaşında vefat etti.
Mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren müminler pek çok sevab kazanır. Bir mümin, onun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Resulullah'a olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ onu Cennetine sokar. (M. Nasihat)
Mevlid gecesinde, Peygamber efendimiz doğduğu için sevinenlerin günahları affedilir. Mevlid gecesinde, Resulullah’ın doğduğu zaman görülen hâlleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok sevabdır. Kendisi de anlatırdı. Eshab-ı kiram da, toplanıp anlatırlardı. (S. Ebediyye)

kalb ve kabe

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kâbe-i şerif, ilk görülünce, yapılan dua reddedilmez. Müminin kalbi ise, Kâbe’den kıymetlidir. Çünkü Kâbe, İbrahim aleyhisselamın yapısı, Allahü teâlânın tecelli ettiği yerdir. Ama müminin kalbi, Allahü teâlânın kudretiyle yarattığı bir şeydir. Onu kırmak yetmiş defa Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır. Mümin, müminle karşılaşınca, yaptığı dua reddedilmez. Peki, ne diye dua etmeli? Mesela, (Selamün aleyküm) demeli. Mânâsı, (Allahü teâlâ, sana hem dünyada, hem de âhirette selamet versin. Ne dünya sıkıntısı, ne ölüm sıkıntısı, ne de kabir azabı çekmeden doğruca Cennete git!) demektir. Diğer Müslüman da, (Ve aleyküm selam) dediği zaman, (Yâ Rabbi, sen de, bu din kardeşime selamet ver, rahmet et ve ona çok bereket ver!) diye aynı şekilde dua etmiş olur. İnsan, bir Müslümanla karşılaşınca, (Belki, benim dünya ve âhiret kurtuluşum, bu müminin duasına bağlıdır) demeli ve ne yapıp, ne edip onun duasını mutlaka almaya çalışmalıdır.
Çok kısa olan bu ömürde, çok uzun nimetler var. Hiçbir zaman, sonsuz olan, sonlu olanla mukayese edilemez. Allahü teâlânın varlığı da, sıfatları da sonsuzdur. Bütün kâinatta ne varsa, hepsinin ömrü, sonsuzla kıyas edildiğinde sıfırdır. İşte sonsuz olan Cennet nimetleri için, Allahü teâlâ, çok kısa bir ömür içinde öyle fırsatlar yaratıyor, öyle imkânlar veriyor ki, bunları kullanan, çok kısa bir zaman içinde çok büyük sevablar kazanabiliyor.
İnsanların bir sıkıntısını giderip onları sevindirmek çok sevabdır. Peygamber efendimiz, (Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir) buyuruyor. Bazen insan bir tatlı sözle sevinir. Bazen de, dünyayı verseniz sevindiremezsiniz, çünkü bir kere kırılmıştır. Onun için dinimizde, (Zararı yok etmek, fayda sağlamaktan önce gelir) buyuruluyor. Yani yanlış, kötü bir şey yapmamak, iyi bir şey yapmaktan daha iyidir. Çok iyiliği dokunsa da, yapılan kötü bir iş, bir yanlış hep hatırlanır, hiç unutulmaz. Onun için mümin, yanlış iş yapmaktan, yanlış söz etmekten çok sakınmalı. Ne kadar iyi iş yaparsak yapalım, (Bunu neden yaptın?) demezler. Ama bir hata işleyince, hemen söylerler. İnsanın yaptığı bütün ibadetler kabul olabilir, çok sevab verilebilir, verilmediği de olabilir. Ama işlenen her günah mutlaka yazılır. Onun için mümin, önce küfürden, sonra haramlardan sakınmalı, ondan sonra da ibadetlerini yapmalıdır.

21 Nisan 2012 Cumartesi

hıdırellez

Sual: Hıdırellez nedir? Kimi, (Hıdırellez bir âdettir, kutlamanın hiç mahzuru olmaz) derken, bazıları da, kâfirlerin kutsal günü diyor. S. Ebediyye’de ise, (Nevruz ve Hıdırellez günleri kâfirler arasında değerli sayılır) deniyor. Hıdırellez’i kutlamakta bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Âdet demek yanlış olur. Müslümanlıkta, miladî aylar içinde mübarek gün ve gece yoktur. 6 Mayıs Hıdırellez günü Müslümanlıkla bağdaşmaz. Hazret-i Hızır’la Hazret-i İlyas’ın buluştuğu gün diye kutlanan bir hurafedir. Kutlamak günahtır. O gün birçok hurafeler yapılmaktadır.
Evdeki çalgı aleti
Sual: Hiç kullanmadığımız bir çalgı aletini evde bulundurmak günah olur mu?
CEVAP
Evet, günah olur. Hadika ve Berika’da, (Kendisi kullanmasa da, her çeşit çalgıyı evinde bulundurmak, günahtır) deniyor. (S. Ebediyye)
Meyhaneye girerken
Sual: Bir iş için meyhaneye, kumarhaneye girerken Besmele çekmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Bir mahzuru olmaz. Hattâ içeri girince işimiz bitene kadar zikir de çekmemiz caiz olur. Günah işlerken, mesela içki içerken, kumar oynarken Besmele çekilmez.

öfkelenmek

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Büyük bir zat, oğluna şöyle vasiyette bulunur:
(Oğlum, insanlardan altın değil, dua iste! Altın biter, ama duanın faydası bitmez.)
Dua almak çok önemli bir iştir. Kabul olan dua, kaza ve kaderi değiştirir. Ana babanın evladına duası, Peygamberin ümmetine duası gibidir. Onlar, bize ne yaparsa yapsın, itiraz etmemeli, onları gücendirmemeli. Büyük zatlar o yüksekliklere, ana babalarının, hocalarının rızası ve duasıyla gelmiştir. Araba ne kadar güzel olursa olsun, benzine ihtiyaç vardır. Büyükleri ilerleten benzin de duadır. Herkes bu gücün, para olduğunu zannediyor, ama para bugün var, yarın yok. Dua ise, asırlar boyu devam edecek bir servettir, sermayedir.
İnsanlarla görüşürken, alışveriş yaparken, nezaket çerçevesinde davranmalı, kızıp öfkelenmemeli. Onlar ne söylerse söylesin, (Sen haklısın) demeli. Peygamber efendimiz, (Kendi haklı iken, karşısındakine sen haklısın diyene, Cennette köşk verilecektir, bunun kefili benim) buyuruyor. Meraklının biri, meşhur bir zata sorar:
- Efendim herkes sizi seviyor, sizden övgüyle bahsediyor, hâlbuki insanlar çeşitli karakterdedir, bu insanları memnun etmek çok zordur, bunu nasıl başarıyorsunuz?
O sırada kar yağıyormuş, kar her tarafı örtmüş. O zat der ki:
- Şu pencereden bir bak, ne görüyorsun?
O şahıs, pencereden bakıp, her tarafın bembeyaz karla kaplı olduğunu görüp der ki:
- Efendim her yer kar.
- Peki, kardan başka bir şey görebiliyor musun?
- Kar her tarafı örtmüş efendim.
- İşte bizim sevgimiz kar gibidir, kimin ne kusuru, yaramazlığı varsa hepsini örter, biz de görmeyiz. Kar nasıl, çöpleri, pislikleri, çirkinlikleri örtmüş, her taraf mis gibi bembeyaz manzara içindeyse, biz de daima beyazı, sevgiyi görürüz. Dünyada sevginin hâlledemeyeceği hiçbir şey yoktur. Öfkeyle de hâlledilebilecek hiçbir şey yoktur. Güzel sözle, sevgiyle yılan deliğinden çıkar, size itaat eder. Ama öfkeyle kalkan zararla oturur, eşi, çocuğu ona sıkıntı verir. Öfke zarar getirir. Resulullah efendimiz, nasihat isteyen birine, (Öfkelenme) buyurdu. O kişi, farklı taraflardan gelip birkaç kere sordu, hepsine de, (Öfkelenme) buyurdu. Allahü teâlâ, iyileri (Onlar, bollukta da, darlıkta da infak eder, öfkelerini yener, insanları affederler) diye övüyor. O hâlde öfkemizi yenmeye çalışmalıyız.