30 Ocak 2014 Perşembe

İhlâs sûresinin fazileti çoktur

Sual: İhlâs sûresini okuyanın günahları affolur mu?
CEVAP
İhlas sûresini okumanın fazileti çoktur. Bir kere okumak Kur’an-ı kerimin üçte birini okumak kadar; üç kere okumak ise, Kur'an-ı kerimin tamamını okumak kadar sevabdır. Bu sureyi okumak, günahların da affına sebep olur. Bir hadis-i şerif:
(Başkasının malını almaktan, zina, katillik ve içki gibi büyük günahlardan sakınmak şartıyla, İhlâs sûresini yüz defa okuyanın, elli yıllık [küçük] günahları affolur.) [Beyhekî]
Günahların affolmasının birçok şartı vardır, ilk şartı Ehl-i sünnet itikadında olmaktır.

Tehditle boşamanın hükmü

Sual: (İmam-ı a’zama göre, tehditle yapılan boşamanın geçerli olması gibi, sarhoşun boşamasının da geçerli olması, yanlıştır. Bu, akla, mantığa aykırı bir zorbalık) gibi çirkin ifadeler kullanılıyor. Sarhoşun ve tehdit edilenin boşaması geçerli değil mi?
CEVAP
İmam-ı a'zam hazretlerinin bildirdiği hükme kim itiraz edebilir ki? İtiraz edenin sözüne itibar edilmez. Her önüne gelenin, din hakkında muteber kitaplarda olmayan şeyleri söylemesi dikkate alınmaz. Bahsedilen konu bütün fıkıh kitaplarında açıkça bildiriliyor. Birkaçı şöyledir:
Şakadan da söylese, sarhoş da olsa, boşama geçerlidir. (Dürr-ül muhtar, Redd-ül muhtar)
İçki içerek sarhoş olan kimsenin sözüyle talak geçerli olur. Fakat bilmeden yediği ot sarhoş etse, o hâliyle hanımını boşasa, boşaması geçerli olmaz. Sarhoş ettiği bilinen benc otu veya benzeri ot ise talak geçerli olur. İmam-ı a'zam Ebu Hanife ile İmam-ı Ebu Yusuf'a göre, hububat, bal, şeker gibi şeylerden yapılan içkiyi içen kimse, sarhoş olup, karısını boşasa, talak vâki olmaz. İmam-ı Muhammed'e göre ise bu gibi şeyleri içip, sarhoş olan kimsenin de, talakı vâki olur. Fetva da böyledir. Bir kimse, tehdit edilerek karısını boşarsa, talak geçerli olur. (Hindiyye)
Sarhoşun ve tehdit edilen kimsenin sözüyle veya mektubuyla talak vaki olur. Mektup hanımının eline vardığı anda, boş olur. Delinin, çocuğun, bunağın, baygının ve uyuyanın söylemesiyle talak olmaz. (S. Ebediyye)
Mecmua-i Zühdiyye’de, tehditle boşamanın sahih olduğu bildirilirken, (Üç şeyin ciddisi de, şakası da ciddidir) hadis-i şerifi nakledilmektedir. İki hadis-i şerif:
(Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir: Nikâh, boşamak, boşamaktan vazgeçmek.) [Ebu Davud]
(Deli ve bunak hariç, herkesin boşaması geçerlidir.) [Tirmizî]
Demek ki, sarhoşun boşaması sahih olduğu gibi, tehditle boşamak da sahihtir.
 
Fatiha’yı sesli okumak
Sual: İmam, akşamın farzının üçüncü rekâtında, yatsının farzının üçüncü veya dördüncü rekâtında, sessiz okuması gerekirken sesli okursa, secde-i sehv gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir.

29 Ocak 2014 Çarşamba

Resulullah'ı yalanlamak

Sual: (Allah'ın sözlerini inkâr etmek küfür olduğu gibi, Resulünün bildirdiklerini de inkâr etmek küfür olur) deniyor. O da insan değil mi? Yanlış söyleyemez mi?
CEVAP
İman, Resulü Ekrem efendimizin, Allahü teâlâ tarafından, Peygamber olduğu bildirildikten sonra, bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği emirlerin hepsine güvenip itikat etmektir. Hepsini beğenip kabul etmektir. Bu emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak veya şüphe etmek küfürdür. Çünkü Resule inanmamak veya güvenmemek, Resulü yalancı saymak olur. Yalancılık kusurdur. Kusuru olan, peygamber olamaz. (S. Ebediyye)
Bir âyet-i kerime meali:
(O [Resulüm], kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 3, 4]
Resulullah'ı yalanlamak, ona emin diyen ve peygamber olarak gönderen Allahü teâlâyı yalanlamak olur. Onun sözünde yalan olmaz. (Bu söz, acaba onun sözü mü?) diye şüphe etmek ayrıdır, (Onun sözü de olsa inanmam) demek veya bunda şüphe etmek ayrıdır. İnanmayan ve böyle şüphe eden kâfir olur. Diyelim Resulullah efendimizden bir hata meydana gelse, hemen vahy gelir düzeltilirdi. Yani dine ait yanlış bir şey kalmazdı. Onun için Resulullah'ın bildirdiklerine itiraz eden, Allah'a itiraz etmiş olur. Allah'a ve Resulüne itiraz eden de kâfir olur.
 
Büyükleri sevmek
Sual: (Kişi sevdiğiyle beraber olur. Allah'ı ve Resulünü seven Cennete girdiği gibi, büyük zatları seven de Cennete gider) deniyor. Sadece sevmiş olmak yeter mi?
CEVAP
Evet, yeter. Ama sevmek ne demek? Sevmek, itaat etmek, onun yolunda olmak demektir. Allah'ı sevenin, Allah'ın emir ve yasaklarına uyması gerekir. Uymuyorsa sevmiyor demektir. Resulullah'ı sevmek de böyledir. Büyük zatlar da, Allah ve Resulünün bildirdiklerini bildiriyorlar. Onları seven, onların evlatlarını, torunlarını, kendi evlatlarından üstün tutar. O zatların talebelerini de çok sever. Bunları yapamıyorsa, sevgisinde noksanlık var demektir. Sevgisinde noksanlık da olsa, büyükleri seven yine mahrum kalmaz. İslamiyet’i öğrenip, tatbik eden, dinini öğrendiği zatı seven kurtulur. İşin esası budur. Sevgi varsa, her şey vardır. Sevgi yoksa dünya dardır.

28 Ocak 2014 Salı

Sevablar günahları yok eder -2-

Mümin olarak, dağlar kadar günahımız olsa, tevbe etmişsek yine hepsi silinir. Hiç tevbe etmesek de, sevablarımız günahlarımızdan çoksa, günahlarımızdan dolayı Cehenneme girmeyiz. Onun için sevab getiren amel işlemeliyiz. Mesela namaz kılarsak günahlarımız affolur, zekât verirsek, oruç tutarsak, hacca gidersek, dine hizmet edersek, günahlarımızın hepsi ağaçtan yaprak dökülür gibi dökülür. Hiçbir günahın cezasını çekmeyiz. O hâlde her günahtan çok sakınmalı, nefsimize uyarak yaptıklarımız için de, günahlarımıza kefaret olacak ameller işlemeliyiz. Bu konuda birkaç hadis-i şerif:
(Beş vakit namaz kılanın bütün günahları temizlenir.) [Buhârî]
(Ramazan orucunu tutanın bütün günahları affolur.) [Nesaî]
(Hac yolunda ölenin günahları affolur, hesaba çekilmeden, azap görmeden Cennete girer.) [İsfehanî]
(Cihad edenin, bütün günahları affolur.) [Beyhekî]
(Bir mümin, günahını hatırladıkça üzülürse, Cenab-ı Allah, daha namaz veya oruç gibi günahına kefaret olacak bir amel işlemeden bile onu affeder.) [İbni Asakir]
Kıyamette, çok günahkâr bir Müslümanın sevabları azdır. Allahü teâlâ, ona, (İnsanlara git, sana sevab verecek birini ara! Sevab bulursan Cennete girersin) buyurur. O kimse gider, hiç kimseden sevab bulamaz. Kime sorarsa, (Ben senden daha çok muhtacım) der. Üzgün gezerken biri, (Ne istiyorsun?) der. O da, (Bir sevaba ihtiyacım var. Binlerce kişiden istedim. Hiçbiri vermedi) der. Bu kişi, (Benim bir tek sevabım var. O da beni kurtarmaya yetmez. Onu sana verdim) der. O kimse sevinip durumu anlatınca, Allahü teâlâ sevabını veren kulu da çağırıp, (İmanlılara benim keremim, senin kereminden, benim ihsanım senin ihsanından daha çoktur. Din kardeşinin elinden tutup doğru Cennete gidin!) buyurur. (Kıyamet ve Âhiret)
Demek ki, sevabı günahından ağır gelen her mümin, günahlarının cezasını çekmeden, Cehenneme girmeden Cennete gidecektir. Öyle olmasaydı, terazi kurulup sevablarla günahların tartılmasının bir anlamı kalmazdı. İmam-ı Rabbanî hazretleri de, (İyiliklerin ve günahların, mizanda tartılması haktır, doğrudur. Orada sevabı ağır gelen, Cehennemden kurtulacak, az gelen, ziyan edecektir) buyurdu. (2/67)

27 Ocak 2014 Pazartesi

Sevablar günahları yok eder

Sual: İslam Ahlakı kitabında okuduğuma göre, âhirette mizan kurulacağını, amellerin tartılacağını, sevabı çok olanın Cennete gideceğini söylediğim zaman, annem, (Hayır, zerre kadar günah olsa, Cehennemde cezasını çekmeden yani günahları temizlenmeden Cennete girilmez) dedi. Günahı olan cezasını çekecekse, günahla sevabı niye tartıyorlar?
CEVAP
Müslümanın iyilikleri kötülüklerini yani sevablar günahları siler. Bir âyette mealen, (Elbette hasenat, seyyiatı yok eder) buyuruldu. (Hud 114)
Hasenat her çeşit iyilik, seyyiat ise her çeşit kötülük demektir. Sevab günahı yok edince, artık o günah silinir. Eğer günahlar çoksa, onlar da sevabları alıp götürür. Onun için çok sevab işlemeli. Bir hadiste, (Bir günah işleyince, arkasından bir iyilik et, bir sevab işle ki onu mahvetsin!) buyuruldu. (Beyhekî)
(Günahsız insan olmaz) hadisi gösteriyor ki herkes günah işler. Eğer günahın cezası Cehennem olsaydı, istisnasız herkes Cehennemde azap çekerdi. Hâlbuki günah işlediği hâlde, Cehenneme girmek şöyle dursun, hesap görmeden Cennete gidecek çok kimse vardır. Bir hadiste, (Cehennemlik olan 70 bin günahkâr, Osman’ın şefaatiyle, sorgusuz sualsiz Cennete girer) buyuruldu. (İbni Asakir)
Şartlarına uygun tevbe eden de, günahının cezasını çekmez. Bir hadiste, (Günaha tevbe eden, günahsız olur) buyuruldu. (Beyhekî)
Herkes Kıyamette, dünyada yapmış olduğu iyi kötü amellerinin karşılıklarını görür. Ehl-i sünnet olan müminin, dünyadayken tevbe etmiş olduğu günahları affolunup, iyiliklerine sevab verilir. Kâfirlerin ve bid’at sahibi olanların, yani itikadı bozuk olan müminlerin iyilikleri reddedilir, şerleri için de ceza görürler. (Cevap Veremedi kitabı)
Âhirette, günahla sevabın ölçülmesi müminler içindir. Kâfirlerinki ölçülmez. Yani kâfirin iyiliğine sevab verilmez. Çünkü bir âyette, (Biz kâfirlerin iyiliklerini yok ederiz. İyilikleriyle kötülüklerini ölçmeyiz) buyuruluyor. (Kehf 105)
Tevbe eden gibi, iman edenin de günahları silinir. Bir âyette, (Allahü teâlâ, kâfirken tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çevirir) buyuruluyor. (Furkan 70) Bir hadiste de, (Allah’ı ananların günahları sevaba çevrilir) buyuruldu. (İ. Ahmed) [Devamı var]

İftar duaları

Sual: Orucumuzu açarken ve açtıktan sonra nasıl dua etmeliyiz?
CEVAP
Oruçlunun özellikle iftara yakın zamanda yapılan duası makbuldür. Üç hadis-i şerif:
(Oruçlunun iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duası vardır.) [İbni Mace]
(Oruçlunun duası reddedilmez.) [Tirmizî]
(Oruçlun iftar vakti yaptığı duayı Allahü teâlâ geri çevirmez.) [Beyhekî]
İftardan önce, Euzü ve Besmele çekilip, (Allahümme yâ vâsi'al-mağfireh iğfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Mânâsı şöyledir:
(Ey mağfireti çok geniş olan Allah'ım! Kıyamet günü hesaba çekilirken, beni, ana babamı, hocamı, erkek ve kadın bütün müminleri affet!)
Birkaç lokma yiyip içtikten sonra, (Zehebezzama' vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Mânâsı kısaca şöyle: (Açlık, susuzluk bitti. İnşallah sevabına da kavuştuk.) [İbni Mace]
Peygamber efendimiz, şöyle de dua ederdi:
(Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fe tekabbel minnâ. İnneke entes-semiül âlim.) [Mânâsı: “Yâ Rabbî, rızan için oruç tuttum. Sana iman ettim, sana güvenip dayandım. Rızkınla iftar ettim, ibadetimi kabul et! Elbette sen, her şeyi işiten ve bilensin.”] (Ebu Davud)
Peygamber efendimiz, bir toplulukta iftar edince de, şöyle dua ederdi:
(Sofranızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi takva sahipleri yesin ve melekler sizin için istiğfar etsin!) [İ. Ahmed]

Karşılık, niyete göredir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
(Ameller niyetlere göredir) hadis-i şerifi, bütün işlerin, ibadetlerin, hizmetlerin, hepsinin niyete bağlı olduğunu göstermektedir. O niyetin karşılığı alınır. Niyet makbul ise, ancak o zaman o işe sevab verilir. Niyet bozuksa, o işlerin hepsi silinir gider. Bozuk niyetin günahı kalır. Haramlarda ise iyi niyete bakılmaz. İyi niyetle yapılsa da sevab alınmaz, yine günahtır.
Demek ki, iyi amellere verilecek karşılık, niyete göredir. İki kişi aynı ameli işler, karşılığı niyete göre değişir. İmamın arkasında, bir safta iki kişi yan yana namaz kılar, birinin niyeti hâlis, ötekininki hâlis değilse, ikisinin ibadeti arasında dağlar kadar fark olur. Hâlbuki görünüşte ikisi de aynıdır. Onun için merhum Hocamız buyururdu ki:
(Bizim niyetimiz, bütün dünyaya, bütün Müslümanlara hizmettir. Maksadımız hizmettir, sen ben davası değildir, müdürlüğün, başkanlığın hiç kıymeti yoktur. İş niyettedir, âmirlikte değil! Resulullah efendimiz, savaş için bir ordu hazırlamıştı. Ordunun başına azat edilmiş bir kölenin oğlu olan Üsame’yi emir yaptı. Emrinde, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer gibi Eshab-ı kiramın bütün büyükleri vardı. Hiçbiri, “Ama o çok genç, hem köle oğlu” demedi. Peygamber efendimizin vefatından sonra Müslümanların başına Hazret-i Ebu Bekir'i geçirdiler. O da yine Hazret-i Üsame’yi seçti, herkes ona itaat etti. Onun için verilen vazifeyi yapmalı. Emir yaparlarsa emirlik, er yaparlarsa erlik vazifesini yapmalıdır.)
Bu büyükler, ileride gemiden atacakları kimseyi baştan gemiye almazlar. Aldıklarını da, artık gemiden atmazlar. Bir kadı, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine talebe olmak istiyordu. Fakat o büyük zat, ona iltifat etmediğinden gayet mahzun bir hâlde gelip gidiyordu. Bir gün Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin neşeli bir anında, yakın bir talebesi o kadıdan bahsedip, mahrum kalmaktan çok üzüldüğünü söyleyince, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; (Ben, kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan bir şey sezsem, hattâ o kibre on yıl sonra bile düşecek olsa, ona büyüklerin yolundan bahsedemem) dedi. Talebelerinden bazıları, bu günün tarihini yazdılar. Aradan on yıl geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de vefat etmişti. O kadı, memleketinde hâkimlik ve reislik makamına çıktı. Hâlinden çok memnundu ve bu yolla hiç alakası kalmamıştı. Hattâ müminler en büyük kötülüğü bundan gördüler.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Nâfileyi süse benzetmek

Sual: (Farzlar, bir binanın duvarlarına benzer. Sünnetler duvara yapılan sıva gibi, nâfileler ise, duvara yapılan süsler gibidir. Duvar olmadan sıva ve süs olmaz. Bin tane süsten bir duvar meydana gelmez) deniyor. Böyle bir benzetme uygun mudur?
CEVAP
Evet, uygundur. Çünkü İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Nâfilenin kıymeti, farzın kıymeti yanında hiç gibidir. Okyanus yanında, bir damla kadar bile değildir. Nâfilenin kıymeti, sünnetin yanında bile böyledir. Sünnet de, farzın yanında, okyanus yanındaki bir damla su gibidir. (1/260)
Farzlar, sünnetleriyle birlikte yapılmalıdır. Farzların yardımcısı ve tamamlayıcısı, sünnetlerdir. Farzlar yapılmadıkça, [kaza edilmedikçe] sünnetler ve nâfileler faydasızdır. (1/157)
Farzın kıymeti yanında nâfilenin hiç kıymeti olmadığı bildiriliyor. Bu bakımdan nâfile ve sünneti, duvara yapılan süse benzetmek bile yeterli değildir, eksiktir. Ancak örnek verme, benzetme bakımından mahzuru olmaz. Duvar olmadan süs yapılamadığı gibi, farz borcu varken sünnet ve nâfile kabul olmaz. Çünkü Hazret-i Ali’nin naklettiği bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Farz namaz borcu olanın nâfile kılması, doğumu yaklaşmışken, çocuğunu düşüren hâmileye benzer. Artık bu kadına, hâmile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabul etmez.) [Zahire-i Fıkh, Fütuh-ul-gayb m. 48]

Vücudun her organı kıymetlidir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimize yapılan hizmette, herkes bir vücudun organları gibidir. Beyin çok iyi olsa, el, gövde veya ayak yoksa neye yarar? Bir vücudun bütün organları nasıl kıymetliyse, bu hizmetlerde çalışan her arkadaşın görevi kıymetlidir. Hiçbir arkadaş bir diğerine karşı üstünlük taslamamalı ve üstünlük iddiasında bulunmamalı.
(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Nasıl ki çoban sürüsünden sorumlu ise, siz de emriniz altındakilerden sorumlusunuz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, âmirlerin görev verdiği idareciler de sorumludur. Bir mücahidin yetişmesine sebep olmak yüzlerce kâfiri Müslüman yapmaktan daha sevabdır. Çalışanlara hizmetçi olmalı, âmirlik taslamamalı. Bir babanın evlatlarına, bir ağabeyin kardeşlerine karşı ne yapması gerekiyorsa, aynısını yapmalı. Büyüklerin rızası, sevgisi, birlik ve beraberliktedir. Ayırım yapandan razı olmazlar.
Onlara ihlâsla sahip çıkmalı, kendinden vazgeçip onları aziz etmeli. Çünkü maiyetini kollamayan, onun derdini kendi derdi kabul etmeyen ve büyüklere benzemeyen, nasıl başarılı olur? Büyüklerin yolunda olanın, onlara benzemesi lazımdır. Çünkü bu iş, büyüklerin işidir, onun işi değildir. Sadece ona emanet olarak verilmiştir.
 
İbadet Allah için yapılır
O hâlde kendimizi aradan çekip büyükleri temsil etmeliyiz. Din büyüklerinin, Müslümanlara karşı olan sıcak muamelesiyle, güler yüzüyle, tatlı diliyle, cömertliğiyle, fedakârlığıyla muamele etmelidir. Ne görüyorsak aynısını hattâ mümkünse daha fazlasını yapmalı. Bu hizmetlerin temelinde, mesai mefhumu, para arzusu yoktur. Bilakis ibadet vardır. İbadet, Allah için yapılır. Allahü teâlânın rızasına kavuşmak da kalbden kalbe olur, vasıta olan hiçbir kalb atlanamaz. Büyükleri ve Peygamber efendimizi atlayarak, doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşulmaz. Öncelikle, her şeyimizi borçlu olduğumuz Resulullah efendimizin vârisleri olan o kıymetli zatların rızasını almak gerekir.
Binaenaleyh, büyüklerin rızasını kazanmak, duasını almak için, kendimizden vazgeçmeliyiz. Bugüne kadarki huy ve ahlâkımızı bir tarafa bırakmalıyız. Büyüklerimizin arzu ettikleri gibi olmaya çalışmalıyız.

24 Ocak 2014 Cuma

Uydurma hadisçiler

Sual: (Yalnız Kur’an) diyenler, niye Kur’anın açıklaması olan hadis-i şeriflere uydurma diyerek insanları karışıklığa sürüklemeye çalışıyorlar?
CEVAP
Dinimizin detayı hadis-i şeriflerle ve fıkıh ilmiye bildirildiği için, dini yıkmak isteyenler bu yolu takip ediyor. Sahih hadislere uydurma diyenler 5 çeşittir:
1- (Bütün hadis kitapları uydurma hadisle doludur. Bir hadis kitabında birkaç tane uydurma hadis varsa, ötekilere de güvenilmez. Birkaç hadiste ihmal gösteren âlimin, diğerlerinde de ihmal gösterme ihtimali mevcut olduğu için hiçbir hadise güvenilmez) diyenler,
2- (Buhârî hadis kitabı hariç, diğer bütün hadis kitaplarında uydurma hadis bulunur) diyenler,
3- (Buhârî ve Müslim hariç, diğer bütün hadis kitaplarında uydurma hadis bulunur) diyenler,
4- (Kütüb-i sitte hariç, diğer bütün hadis kitaplarında uydurma hadis bulunur) diyenler,
5- (Hadis kitapları hariç, İslam âlimlerinin yazdığı her kitapta uydurma hadis bulunur) diyenler.
Birinci gruptakiler, (Yalnız Kur'an) diyenlerdir. Bunlar mezhepsizlerden de ileridir. Birçok konuda küfre düşüyorlar. Az çok dini bilen kimseler için, bunlar o kadar tehlikeli sayılmaz. Çünkü bunların aşırılığını, yanlışlığını sokaktaki insan bile biliyor. Mesela bir Hristiyan, Müslümanlığı kötülese kaç kişi inanır? Bu bakımdan, birinci gruptaki hadis düşmanlarına aldanan çok kimse olmaz. Diğer gruptakiler, birinci gruptakilere göre daha çok zararlıdır. Özellikle beşinci gruptakiler çok zararlıdır. Hadis âlimlerine itibar ediyor görünüp, kitaplarına uydurma hadis koyabilirler diyerek, fıkıh ve tasavvuf kitaplarını yazan Ehl-i sünnet âlimlerine olan güveni yıkıyorlar.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Bid’at ehlinin zararı, kâfirin zararından daha fazla olur) buyuruyor. Çünkü kâfirin, Müslümanlık hakkında söylediğine kimse itibar etmez, ama bid’at ehli, namaz kılıp her ibadeti yaptığı için, ona inananlar çıkar ve çok zararı olur. Bu bakımdan uydurma hadisçilerin zararı küçümsenemez. Bunlara inanan kimse, hadis âlimlerinin çoğuna suizan eder, İslam âlimlerini cahillikle suçlar. İslam âlimlerini cahillikle suçlamak insanı küfre kadar götürür.

Sütre ve namaz

Sual: S. Ebediyye’de, (Bir insanın yüzüne karşı namaz kılmak mekruhtur. Arada, namaz kılana sırtı dönük biri varsa, mekruh olmaz) deniyor. O kimse yatarak bize baksa veya gözleri yumuk olsa, uyusa, fakat yüzü bize dönük olsa, yine mekruh olur mu? Eğer önümüzde sütre varsa mekruh olmaz mı?
CEVAP
Uyusa da, yüzü bize dönükse mekruh olur. Eğer sütre varsa, yüzü bize dönük olsa da mekruh olmaz. Sütre, bir arşın yani yaklaşık yarım metre boyunda bir şeydir. Sütre; direk, sandalye, sehpa, koltuk gibi herhangi bir eşya olabilir.
İmam, namazı kılıp cemaate dönünce, hâlâ namaz kılan biri varsa, fakat namaz kılanın önünde biri ona sırtı dönük oturuyorsa, o kişi sütre sayılacağı için, imamın yüzüne karşı namaz kılmak mekruh olmaz. Namaz kılan kıyama kalkınca, imamla yüz yüze, göz göze gelseler de mekruh olmadığı İbni Âbidin'de yazılıdır.

23 Ocak 2014 Perşembe

Hacının her günahı affolur mu?

Sual: Bir hoca, (Hacc-ı mebrur yapanın günahları affolur. Dünyaya yeni gelmiş gibi olur) hadisi için, (Namaz borcu, oruç borcu, zekât borcu gibi bütün günahların affedileceğini göstermektedir. Bunun için, hac yapılınca, kaza namazı kılmak, kaza orucu tutmak ve verilmemiş zekâtları vermek gerekmez) diyor. Hırsızlık ederek çalınanlar da mı affoluyor?
CEVAP
Hayır, hocanın dediği yanlıştır. Şartlarına uygun olarak ve ihlasla yapılan hacca, (Hacc-ı mebrur) denir. Hacc-ı mebrur, kazaya kalmış olan [namaz, oruç, zekât gibi] farzlardan ve kul haklarından başka günahların affına sebep olur. Bunların affolması için, kazaların ve kul haklarının ödenmesi lazımdır. Mebrur hac yapmakla, farzları vaktinde yapmamanın ve vaktinden sonraya bırakmanın günahı affolur, hiç yapmamanın günahı affolmaz. Eğer, hacdan sonra, farzları kaza etmeye hemen başlamazsa, geciktirme günahı tekrar başlar ve zamanla kat kat artar. Geciktirmek, büyük günahtır. (Hacc-ı mebrur yapanın günahları affolur. Dünyaya yeni gelmiş gibi olur) hadis-i şerifi, kazaya kalmış farzlar ve kul hakkından başka günahların affolacağını göstermektedir. (İslam Ahlakı)

İnsanlar eşit midir?

Sual: Dinimizde üstünlüğün soy sopla değil, takvâ sahibi olmakla ilgili olduğu bildirilirken, Ebu Guddeci denilen kimselerin, hadis âlimlerinden İbni Lal hazretlerinin, (İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlükleri, ibadet farkından ileri gelir) diye naklettiği hadis-i şerif için, uydurma damgası basmaları çok yanlış değil midir?
CEVAP
Evet, çok yanlıştır. Dinimizde ırkçılık yoktur. İnanıp güzel amel işleyen, ihlâsı ölçüsünde diğerinden üstündür. Yunus Emre, (Yaratılmışı hoş gördük, Yaradan’dan ötürü) diyor. 72 millete, insan olarak aynı gözle bakmak, dinimize aykırı değildir. Çünkü dinimizde ırk üstünlüğü yoktur.
Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, Mecusi olsan veya puta tapsan da gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da gel!) buyuruyor. Bunun mânâsı, (Gel sana Müslümanlığı öğreteyim de gerçeği gör!) demektir. Müslümanlığı öğrenip takvâ sahibi olan, elbette diğer insanlardan üstün olur.
Bir milletin diğer millete üstünlüğü yoktur. Üstünlüğün ancak takvâ ile olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali:
(Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.) [Hücurat 13]
Bu konuda birkaç hadis-i şerif:
(Rabbiniz bir olduğu gibi, babalarınız, dininiz ve peygamberiniz de birdir. Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.) [İbni Neccar] (Acem, Arap olmayan demektir.)
(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.) [Tirmizî]
(Irkçılık yapan, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizden değildir.) [Ebu Davud]
Allahü teâlâ ve Onun Resulü “sallallahü aleyhi ve sellem” (Üstünlük takvâ iledir) buyururken, bunun aksini söylemek bir Müslümana yakışmaz. Dinimizi içeriden yıkmak için hadislere uydurma damgası basılmaktadır.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Kâfiri sevmek

Sual: Kâfirleri sevmek küfür müdür?
CEVAP
Bu husus, sevginin durumuna göre değişir. Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Kâfirleri sevmek, onlarla dostluk kurmak haramdır. Müminin kâfiri sevmesi üç türlü olur:
1- Onun küfrünü beğenirse imanı gider.
2- Herkesle iyi geçinmek için, kâfire dost görünmesi yasak değildir. Dost olmakla dost görünmek farklıdır.
3- İkisinin ortasıdır. Kâfire meyleder, yardım eder. Akrabalık, iş arkadaşlığı sebebiyle dostluk kurar. Bu dostluk, küfre sebep olmazsa da, caiz değildir. Âyet-i kerimeler, bu sevgiyi yasaklamaktadır. (M. Masumiyye 3/55)
Enes bin Malik hazretleri buyuruyor ki: (İnsan, dünyada kimi seviyorsa, âhirette onun yanında olacaktır) hadis-i şerifi, Müslümanları sevindirdiği kadar, hiçbir şey sevindirmemiştir. Müslümanları seven, Müslümanlarla birlikte Cennete; kâfirleri seven ise, kâfirlerle birlikte Cehenneme gidecektir. (Berika)
(Kâfirlerle muaşeret ve mübaşeret edene Allahü teâlâ lanet eder) hadis-i şerifini düşünüp kâfirlerle dostluktan uzak durmalıdır. (K. Yazılar)
Bid’at ehli olan Müslümanları bile sevmek çok tehlikelidir. Bid’at ehlini sevenlerin ibadetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez, kalblerinden imanlarını çıkarır. (Gunye)
(Bid'at sahibine hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur) hadis-i şerifi de, bid’atin tehlikesini göstermektedir. (Taberanî)
Bid’at Ehl-i, Müslüman olduğu hâlde, onu sevmek bu kadar tehlikeli olursa, kâfiri sevmenin dehşeti daha kolay meydana çıkar. Kâfirleri, münafıkları ve mürtedleri sevmemek dinin emridir. Bunun için, hubb-i fillah ve buğd-i fillah imanın şartı oldu. (S. Ebediyye)
Hubb-i fillah, Allah'ı sevenleri sevmek, buğd-i fillah Allah’ın düşmanlarını sevmemektir. Bir hadis-i şerifte, (İmanın temeli, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır) buyurulmuştur. (Ebu Davud)
İmanın temeli, şartı yoksa o kişi nasıl mümin kalır? Bu hadis-i şerifi her Müslüman kendine düstur edinmeli. Kâfirleri Müslüman yapmak için onlarla dost olup, kendi imanını tehlikeye atmamalıdır.

21 Ocak 2014 Salı

Kıbleyi bulmak için pratik yol

Sual: Biz Erzincan’da oturuyoruz. Babaannem, kıbleyi bulmak için, bize pratik bir usûl bildirmişti. (Yönümüzü güneye doğru çeviriyoruz. Güneş’in doğduğu yerle, battığı yerin ortası kıble olur) demişti. Bu usûl, Türkiye’nin her yerinde geçerli olur mu?
CEVAP
Bu usûl, Türkiye’nin her yerinde geçerli olmaz. Mevsimlere, yaz ve kışa göre farklılık gösterir. Her mevsimde, Güneş’in, doğuş yeri ile batış yeri farklı olur. Doğudan batıya doğru gittikçe kıble güney doğuya kayar. Ne kadar çok gidilirse o kadar çok kayar. Mesela (Aralık – Ocak) aylarında İstanbul’da kıble, Güneş’in doğduğu yere çok yakındır.
Babaannenin pratik usûlü, Trabzon, Gümüşhane, Diyarbakır, Elâzığ, Malatya, Urfa, Mardin ve yakınlarındaki iller için geçerli olur. Yani kıble, bu şehirlerin güneyinde kalıyor. Bu şehirlerde kıbleyi bulmak için güneye dönmek yeterlidir.

Karşı cinsten etkilenmek

Sual: Feminist bir bayan, (Biz bayanlar açık gezince, erkekler etkileniyormuş. Bize ne, o erkeğin sorunu, adam olsunlar etkilenmesinler. Neden onların faturası bize çıkarılıyor?) dedi. Gerçekten fatura niye bayanlara kesiliyor?
CEVAP
Bu, çok yanlıştır. Bayan, tesettürü Allah’ın emri kabul ediyorsa, Allah'ı suçlaması çok çirkindir. Ateist ise, Allah'ın emrine ne hakla karışıyor? Ona örtün diyen mi var? Tesettür, ateiste değil, Müslümana farzdır.
(Erkekler etkilendiği için bayanlar kapanmalı) sözünün dinde yeri yoktur. Allah'ın emrinde sebep ve hikmet aranmaz. Bazı mezhepsizler, (Şu ibadetin şu hikmeti var) diyerek ateistlere böyle koz veriyorlar. Mesela, (Domuz, içindeki trişin, yağ gibi bazı maddelerden dolayı haram edilmiştir) diyorlar. Ateistler de, (Eğer trişin, yağ gibi şeylerden dolayı haram edilmişse, biz trişinleri öldürür, yağlarını çıkartır yeriz) diye karşılık veriyorlar. Bu bayan da, (Benim açık gezmemden erkekler etkileniyorsa, beni ilgilendirmez) diyor. Bir şeyin haram olması, illa zararlı olmasından dolayı değildir. Mesela, Besmelesiz kesilen kuzu etinin haram olması, sağlığa zararından değil, Allah'ın emri olduğu içindir. Kadının açık gezmesinin haram olması da, erkekleri etkileyeceği için değil, Allah'ın emri olduğu içindir. Kadın, kadınlar arasında, hattâ kendi evinde yalnızken bile çıplak duramaz. Bunun etkilenmekle ne ilgisi var?
Feministin dediği gibi, kadının kapanması sırf erkeklerin etkilenmesi, dolayısıyla erkeklerin günaha girmesiyle alakalı bile olsa, onun dediği yine yanlıştır. Dinimizde, (Hayra sebep olan hayır, kötülüğe sebep olan da, kötülük yapmış gibi günah kazanır) kuralı vardır. Müslüman kadın, erkekleri günaha sokmaktan sakınır. Bayanın erkekleri etkilemek niyeti yoksa, niye öyle açılıp saçılıyor ki?
Sadece erkek mi etkilenir? Kadın etkilenmez mi? Sıkışık bir ortamda sürtüşme olsa, kadın etkilense, (Kadın etkilenmesin) denir mi? Etkilenmek, insanın tabiatında vardır. Ateşle baruta yaklaşıp, (Sakın barutu yakma!) denmez. Ateşin özelliği yakmaktır. Baruta, (Niye etkilenip yanıyorsun?) denilemez. Ateşe su dökülürse söner. Ateşe, (Niye sudan etkilendin?) denmez. Bu örnekler, feministin görüşünün yanlış olduğunu açıkça göstermektedir.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Tevbesini duyurmak

Sual: (Gizli işlediğin günaha gizli, açık işlediğin günaha açık tevbe et) hadisine uyarak açıktan işlenen günahın tevbesi açıktan yapılırsa, günahımızı duymayanlara da duyurmuş olmaz mıyız?
CEVAP
Evet, herkese duyurulması uygun olmaz. Günahı başkalarına duyurmak günahtır. İki hadis-i şerif:
(Günahı işleyen, günahını kimseye söylemesin, onu örtsün ve tevbe etsin!) [Beyheki]
(“Gece şu günahları işledim” diye söylemek, günahı açıkça işlemekten sıkılmamak demektir. Rabbi gece suçunu örtmüşken, sabah Allah’ın kapattığı bu örtüyü kaldırmamalıdır.) [Buhârî]
(Tevbeyi açıktan yap) demek, (O günahı işlediğini bilenlerin, görenlerin, sana suizan etmemeleri için, tevbeni sadece onlara duyur!) demektir, yoksa (Bilmeyenlere de duyur) demek değildir. Aslında günahını bilenler uzaktaysa veya bildirmenin faydası yoksa, onlara da duyurmak gerekmez.

Kalble inanmak yeter mi?

Sual: Din kitaplarında, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalble inanıp, dille de ikrar etmeye, yani söylemeye, (İman) denir) buyuruluyor. Bir gayrimüslim, dinimizin bildirdiği gibi inansa, fakat Müslüman olduğu duyulursa, kendisine bir zarar geleceğinden korktuğu için, imanını gizlese, yani dille ikrar etmese, Müslüman sayılır mı?
CEVAP
Elbette Müslüman sayılır. Çünkü kitaplarda, (Söylemeye mâni bulunduğu zaman, söylememek affolur) buyuruluyor.
Dille ikrarın faydalarından biri, o kimseye Müslüman muamelesi yapılır, ölünce cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına konur. Müslümanlar ona dua eder. Dille ikrar etmezse, bunlardan mahrum kalır. Onun için bir mâni yoksa, göğsümüzü gere gere, (Elhamdülillah ben Müslümanım) demelidir. Amentü’yü sonuna kadar okumalıdır.

Kâfiri cezalandırmak

Sual: Kur’anda, (Kâfirlerin kalblerini mühürledik, onlar göremez, işitemez ve anlayamaz) buyuruluyor. Kalbleri mühürlendiği için kâfirler iman edemez. İman etmemeleri kendi ellerinde olmadığına göre, âhirette niye cezalandırılıyorlar?
CEVAP
Bu soru, kaza ve kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Allahü teâlâ kimseye zulmetmez, kimseyi haksız yere Cehenneme atmaz. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle onların kâfir olacaklarını biliyordu. Nasıl olsa kâfir olacaklar diye, onları dünyaya göndermeden Cehenneme atsaydı, (Bizi dünyaya getirseydin, biz çok iyi ameller işlerdik) diyeceklerdi. Onun için, onlar dünyaya getiriliyor, akıl veriliyor, eşit şartlarda imtihana tâbi tutuluyor. Dağda çölde kalıp duymayanları aynı imtihana tâbi tutmuyor. İnanmayacakları ezelî ilmiyle bildiği için, (Onlara ne söylense iman etmezler) deniyor. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle biliyor ki, onlar kendi iradeleriyle küfre girecekler. Bunun için, (Kalbleri mühürlü ve kâfir olarak ölecektir) denmiş oluyor. Cenab-ı Hakk’ın, onların kâfir olarak öleceklerini bilmesi, kâfir olarak ölmelerini gerektirmiyor. Kendi arzularıyla kâfir oluyorlar. Birkaç âyet meali:
(Onlar sağır, dilsiz ve kördür, bu hâllerinden dönüp iman etmezler.) [Bekara 18]
(Kalbleri var, ama anlamazlar; gözleri var, ama görmezler; kulakları var, ama işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır.) [Araf 179]
(Onları doğru yola çağırsan işitmezler. Sana bakarlar, ama görmezler.) [Araf 198]
Sağır, dilsiz, kör, kalbi mühürlü ifadeleri ne demektir? Kısaca açıklayalım:
Onlar, sağırdır işitmezler: Âhiret için faydalı olan hiçbir şeyi işitmezler.
Dilsizdir, söylemezler: Hak olan gerçeklerin hepsini inkâr edip söylemezler.
Kördür, görmezler: Hak olan hiçbir şeyi göremezler.
Kalbleri mühürlüdür, anlamazlar: İyiyi kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı zararı, faydalıyı zararlıyı, Cenneti Cehennemi, dostu düşmanı anlamazlar. Anlama yeri olan kalbleri kilitlidir, kapalıdır. Göz, ne kadar bakarsa baksın, kulak ne kadar açık olursa olsun, eğer içeride bir işitme veya görme işi olmazsa, baksa da görmez, işitse de duymaz, çünkü duyuracak olan kulak değil, Cenab-ı Hak’tır.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Sütkardeşin annesi

Sual: (Emenin, emzirene kendi zatı ve füruu haram, emzirenin ise, emene usul ve füruu haramdır) deniyor. Bu ne demektir? Mesela annemi emen birinin annesiyle veya kızıyla evlenebilir miyim?
CEVAP
Bir çocuk, bir kadını emerse, o çocuk o kadınla evlenemez, çünkü o kadın onun sütannesidir. Bu çocuğun çocukları da, bu kadınla evlenemez, çünkü emziren kadın onların büyük anneleri olur.
(Emzirenin ise, emene usul ve füruu haramdır) demek, (Emen çocuk, emdiği kadının ana, baba, dede ve nineleriyle, oğulları, kızları ve torunlarıyla evlenemediği gibi, bu kadını emen yabancı çocuklarla da evlenemez) demektir.
Bir erkek, kendi annesinden süt emen sütkardeşinin anası veya kız kardeşiyle evlenebilir. (S. Ebediyye)
Bu konuda detaylı bilgi sitemizde var:

Kaza ve kaderin mahiyeti

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsanların çeşitli zamanlarda kendi istekleriyle, tercihleriyle yapacağı şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesine kader denir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince Allahü teâlânın yaratmasıdır.
Kaza ve kader, insanın kudret ve ihtiyarını yani tercih hakkını yok etmez. İnsan, kendi ihtiyarıyla yapar veya terk eder. Kulun kudreti ve kuvveti, işlerin yaratılmasında tesirlidir. Hiç tesiri olmasaydı, cebir yani zorlama olurdu. Kudret, isterse yapmak ve isterse yapmamak demektir. Yani yapması ne kadar kuvvetliyse yapmaması da o kadar kuvvetlidir. Biri diğerinden daha kuvvetli değildir.
Kaza ve kader meselesi ilahî sırlardandır, bu konuda konuşup tartışmayı Peygamber efendimiz yasaklamıştır. Kaza kader meselesinde Ehl-i sünnet âlimleri ne demişse onu öğrenip inanmaktan başka çare yoktur. Düşünmek, mantık yürütmek doğru değildir.
Biz Allahü teâlânın kazasına razıyız. Dua etmek, Allahü teâlâdan bir şey istemek, kazaya razı olmaya aykırı değildir. Aykırı olsaydı, dua etmek emredilmezdi. Dua ederiz, isteriz, fakat neticede başımıza gelene razı olmamız gerekir.
Felaketler hep nefsimizden geliyor, onlara nefsimiz sebep oluyor. Fakat hepsini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Nefsimizden geleni, Rabbimiz de irade ederse yaratır. Ancak, Allahü teâlâ, bilhassa iyi kimselere acır, o iyi kimsenin nefsi istediği hâlde Allahü teâlâ irade etmez, istemez ve o iş olmaz. O da, (Şu veya bu mâni oldu! Ben bunu istiyordum, istediğim olmadı!) der. Hâlbuki Allahü teâlâ onu sevdiği için bunu yaratmadı. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Siz çoğu şeyi hayırlı, faydalı zannedersiniz, hâlbuki o size zarardır, Rabbiniz size merhamet eder ve o zararlı şeye sizi kavuşturmaz. Çoğu şeye de, zararlıdır dersiniz, kaçarsınız, onlar sizin için iyidir, faydalıdır. Rabbiniz de onları size nasip eder.)
Bir kişi, (Bu felaket başıma nereden geldi?) der. Hâlbuki bilmez ki, kendisi için hayırlıdır. Allahü teâlâ onu seviyor, ona hayırlı işi nasip ediyor, o ise üzülüyor. İnsanlar şimdi gaflet uykusundadır, hayırdan şerden haberleri yoktur. Ölünce uyanacaklar, gafletlerine pişman olacaklar. Pişmanlık duymamak için şimdi uyanmalı ve kadere razı olmalıyız.

17 Ocak 2014 Cuma

Emanet çeşitleri

Sual: Emanetin dindeki önemi nedir?
CEVAP
Emanet, emin, güvenilir olmak demektir. Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mala emanet denir. Emanete bir zarar vermeden aynen sahibine iade etmek gerekir. Emanete riayet etmemek, münafıklık alametidir. Üç hadis-i şerif:
(Emanet kaybedilince Kıyamet yaklaşır. İşleri, ehli olmayana vermek, emaneti kaybetmektir.) [Buhârî]
(Emanete riayet rızkı artırır, hıyanet ise fakirliğe yol açar.) [Kudaî]
(Allah ve Resulü, emanete riayet edeni sever.) [Taberanî]
Allahü teâlâ, can, vücut ve her organı bize emanet etmiştir. Her nimet birer emanettir. Bu emanetleri Rabbimizin rızası dışında kullanmak, o emanete hıyanet olur. Mesela çocuklarımız, eşimiz bize emanettir. Birkaç hadis-i şerif:
(Kadınlar size Allahü teâlânın emanetidir.) [İbni Cerir]
(Eşinizi üzmeyin! O, Allahü teâlânın size emanetidir.) [Müslim]
(Hanımının mahrem sırlarını başkalarına söylemek, emanete hıyanettir.) [Müslim]
(Kızını fâsığa veren, Allahü teâlânın emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet edenlerin gideceği yer Cehennemdir.) [S. Ebediyye]
(Fakirlik emanettir. Onu gizleyen ibadet etmiş olur. Fakirliğini açığa vuran da, din kardeşlerini borçlu çıkarmış olur.) [İbni Asakir]
(Söz emanettir. Çirkin bir sözü götürmek [laf taşımak] helal olmaz.) [Ebu Nuaym]
(Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehl-i beytim.) [İ. Ahmed]
(Kur’anla Ehl-i beyt birbirinden ayrılmaz) hadis-i şerifi Kur’ana uyanın, Ehl-i beyti sevmesi ve Ehl-i beyti sevenin de Kur'ana uyması gerektiğini bildiriyor. (Eshabın tamamı cennetliktir) âyetini inkâr eden Ehl-i beyti sevmiş olmaz. (Kurret-ül ayneyn)
Ahzab sûresindeki emanet, işlenmesinde sevab ve terkinde ceza olan dinin bütün emir ve yasaklarıdır. (Celaleyn)
Beş vakit namaza emanet denmiştir. Nisa sûresinin 58. âyetindeki emanet kelimesini Resulullah, ibadet olarak açıklayıp beş vakit namaz kılmayı emretmiştir. (Beydavî)
Emanete, akıl ve İslamiyet diyen âlimler de oldu. Çünkü aklı olan İslamiyet’e uyar. Demek ki, aklı olup, dinin emir ve yasaklarına riayet eden, namaz kılan, emanete riayet etmiş olur. (Hak Sözün Vesikaları)

Dantecilerin tanrısı

Sual: Tarımı bilmeyenin tarım hakkında konuşması mesela, (Kabak ağaçlarının budama zamanı geldi) demesi gibi, din cahili bir muhabir de, (Hac, bu yıl da, Kurban Bayramı’na denk geldi) demişti. Dini bilmeyenin de, din hakkında yazı yazması böyle gülünç oluyor. 13. yüzyılda yaşamış İtalyan şair ve yazar Dante’nin üç ciltlik İlahi Komedya kitabını önemli bir eser zannederek birkaç defa okuyan deist bir yazar, bu kitabın etkisinde kalarak saçma sapan şeyler yazmış. Özetle diyor ki:
(1- Tanrı konuşmaz.
2- Tanrı, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini söylemez.
3- Kimse de bunu bilmez.
4- Bazıları Cehenneme gönderme yetkisini kendinde görür.
5- İnsanlar yanlış iş yapınca tanrının canı acır.
6- Ömrünü tanrılara ibadetle geçiren papa, Cehenneme gitmez.
7- Gerçek Müslümanlar bu anlatılanları çok iyi bilirler.)
Bunlara İslâmiyet'e uygun bir cevap verilebilir mi?
CEVAP
Dinden haberi olmayanlar nedense, çok tanrıdan bahsediyorlar. Yer tanrısı, gök tanrısı, aşk tanrısı, laiklik tanrısı, zındıklık tanrısı... Bir de bunlar, tanrıça yani dişi tanrı diyorlar. Hristiyanların üç tanrısı var. Bu deistlerin sayılamayacak kadar erkek ve dişi tanrıları var. Çok tanrı olunca, çok iş yapılır sanıyorlar. Bir de tanrıyı âciz insana benzetiyorlar. İnsan, ne kadar kuvvetli olursa olsun bir şey yaratamaz ve ölmeye mahkûmdur. Bunların tanrı dedikleri ile Allah ayrıdır. Deistler Allah’ı tanrı sanıyorlar. Bu çok yanlıştır. Her şeye gücü yeten Allahü teâlânın hâşâ suçluları cezalandıracak gücü olmadığını sanıyorlar. Din denilince Dante’nin anladığı gibi safsataları din sanıyorlar. Onun saçmalarını okumayı meziyet olarak görüyorlar. Deist yazar, dinden bahsediyor, ama nedense Müslümanlıktan ve Kur’an-ı kerimden hiç bahsetmiyor. Ya İslamiyet’i bilmiyor veya hiç inanmıyor.
İslâmiyet'e göre, Müslümanlığa inanan herkes Cennete, inanmayanlar yani gayrimüslimlerin hepsi Cehenneme gider. Bunu Allah bizzat bildiriyor. Müslüman olmak için imanın altı şartına inanmak şarttır. Birine bile inanmayan Müslüman olamaz. Mesela meleklere inanmasa Müslüman olamaz. Meleklere inanır, ama onları kız olarak bilirse yine iman olmaz. Meleklerde erkeklik dişilik yoktur. Nurani varlıklardır. İmanın diğer şartlarını da Müslüman gibi bilmek gerekir.
Şimdi bildirilen saçmalara dinimize göre cevap verelim:
 
Allah konuşur:
1- (Tanrı konuşmaz) diyor. Dante’nin tanrısı sessizmiş, yani o, putu tarif ediyor. Elbette putlar sessizdir, iyiye kötüye karışmaz. Ama Allahü teâlâ konuşuyor. Zati sıfatlarından biri (Kelam) sıfatıdır. Kur’an-ı kerim, kelam sıfatıdır. Allahü teâlâ, emirlerini yasaklarını Kur'an-ı kerimde açıkça bildirmiştir. Hazret-i Âdem’den beri gelen resullere de, kitaplar göndermiştir. (Allah, emir ve yasak göndermedi) demek bu kitapları inkâr etmek olur. Peygamberlere vahiy gönderdiğini ve onlarla konuştuğunu bilmeyen azdır.
 
Kâfirlerin Cehenneme gideceğini Allah bildiriyor:
2- (Tanrı, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini söylemez) diyor. Kur’an-ı kerimde, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini açık olarak bildirmiştir. Deistlerin tanrısı elbette bir şey bildiremez. Ama Müslümanların Allah'ı birçok âyette bunu bildirmiştir. Mümin sûresinin 1-11. ve Mearic sûresinin 22-35. âyetlerinde Cennete gideceklerin vasıfları bildiriliyor. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün iyi işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
(Allah’a ve Resulüne karşı isyan edip sınırlarını [dinin hükümlerini] aşanı Allah ebedî kalacağı bir ateşe sokar.) [Nisa 14]
(Resule karşı gelip, müminlerin yolundan ayrılanı Cehenneme sokarız.) [Nisa 115]
(Allah, Meryem oğlu Mesîh’tir diyenler kâfir olmuştur. Allah, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir.) [Maide 72]
(Ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun, bütün kâfirler Cehenneme gidecektir.) [Beyyine 6]
Demek ki Müslüman olmayanların yani kâfirlerin hepsi Cehenneme gidecektir.
 
Müslümanların Cennete gideceğini Allah bildiriyor:
Kâfirlerin Cehenneme gideceğini bildiren çok âyet olduğu gibi, Müslümanların da Cennete gideceğini bildiren çok âyet vardır. Birkaçının meali:
(Rablerine karşı gelmekten sakınan Müslümanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır.) [Âl-i İmran 198]
(Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu, Cennete koyar.) [Nisa 13]
(İman edip güzel işler yapanları, imanları sebebiyle Rableri nimet dolu cennetlere koyar.) [Yunus 9]
Deist yazar, Dante’ye değil, Allah'a ve Onun resulü Muhammed aleyhisselama bir kulak verseydi bunları bilirdi. Peygamber efendimiz, (Cennete sadece Müslüman olan girer) buyuruyor. (Buhârî, Müslim)
3- Hristiyanlar ve Dante’nin deistleri, kimin Cennete kimin Cehenneme gideceğini bilmezse de, Müslümanlar, Kur’an-ı kerimden öğrendikleri için bilirler.
4- (Bazıları Cehenneme gönderme yetkisini kendinde görür) deniyor. Bazılarından kasıt Müslümanlar değildir. Çünkü her Müslüman bu yetkinin yalnız Allah'a mahsus olduğunu bilir. Eğer Dante’nin adamları kast ediliyorsa, onun da hiç önemi yoktur.
5- (İnsanlar yanlış iş yapınca tanrının canı acır) demek de yanlıştır. Tanrıdan kastı sessiz olan yani konuşamayan, bilmeyen put ise, putun canı yok ki acısın. Eğer Allah kastediliyorsa, Allah'ı insan şeklinde sanmak da yanlış olur. Böyle söylemenin küfür olduğu Kur’an-ı kerimde yazılıdır. Yani Allah, kendini yaratılmış bir varlık gibi görenlerin kâfir olduğunu bildiriyor.
6- (Ömrünü tanrılara ibadetle geçiren papa, Cehenneme gitmez) demek de yanlıştır. Cennete ve Cehenneme gitmenin şartlarını bunları yaratan Allah koymuştur. (Müslüman olmayan Cennete giremez) buyuruyor. Müslüman olmayan kâfirdir. Kâfirin de gideceği yer bellidir.
7- (Gerçek Müslümanlar bu anlatılanları çok iyi bilirler) deniyor. Yazının tamamından, Dantecinin kastettiği gerçek Müslüman, içki içen, namaz kılmayan, tesettüre inanmayan, papanın ve Hristiyanların Cennete gideceğini sanan kimse demektir. Böyle inananın, gerçek Müslüman değil, gerçek bir kâfir olduğunu Kur’an-ı kerim açıkça bildiriyor.

16 Ocak 2014 Perşembe

Teheccüd namazının önemi

Sual: Teheccüd namazı nedir?
CEVAP
Teheccüd, gecenin üçte ikisi geçtikten sonra, imsak vaktine kadar kılınan nafile bir namazdır. Nâfile namazları gece kılmak daha faziletlidir. Çünkü gece uyanmak zordur. Hadis-i şerifte, (En kıymetli ibadet zahmetli olandır) buyuruldu. Bir saat ilim öğrenmek, [mesela ilmihal okumak] geceyi ibadetle geçirmekten daha çok sevabdır. (Dürr-ül-muhtar)
(Amellerin kıymetlisi, az da olsa devamlı olanıdır) hadis-i şerifi, meşakkatli ibadeti ara sıra yapmaktansa, zorluğu az olanı devamlı yapmanın daha faydalı olduğunu bildirmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece seherde kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve içindekilerden daha kıymetlidir. Eğer zor gelmeyeceğini bilseydim, gece namazını ümmetime farz kılardım.) [Müslim]
(Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.) [Müslim]
(Cennette öyle muazzam köşkler vardır ki, bunlar, tatlı dilli olan, selamı yayan, yemek yediren, çok oruç tutan ve gece namazı kılanlara verilir.) [İbni Nasr]
(Teheccüd, günahları affettirir ve hastalıklara şifa verir.) [Tirmizî]
(Gece namaz kılanların yüzü güzel olur.) [R. Nasıhîn]
(Seher vakti Allahü teâlâ buyurur ki: İstiğfar eden yok mu, onu mağfiret edeyim! İsteyen yok mu, istediğini vereyim, duasını kabul edeyim!) [Müslim]
Allahü teâlâ iyileri överken, (Onlar seher vaktinde istiğfar eder) buyuruyor.
Hazret-i Musa, (Yâ Rabbî, sana ne zaman ibadet edeyim ki makbul olsun?) diye sordu. Cenab-ı Hak (Gece namaz kıl!) buyurdu. (Ey Oğul İlmihali)
Teheccüd namazı çok faziletli olmasına rağmen nafile bir namazdır. Ömründe hiç Teheccüd kılmayana, âhirette hiçbir ceza verilmez, çünkü nafiledir, ama farzın kazasını kılmayan büyük cezalara maruz kalır. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Farzın yanında nâfilenin ve sünnetin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla bile değildir. (1/29)
Kazası olan, gece kaza kılarsa, Teheccüd de kılmış olur. Eğer Teheccüde de niyet ederse, niyet sevabı da alır. Kazası olmayanın da, kaza namazı kılmasının hiç mahzuru olmaz.