31 Ocak 2013 Perşembe

Fayda ve zarar veremeyen kim?

Sual: Dinde reformcu biri, (Allah'ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar) mealindeki âyetleri delil göstererek, (Medet ya Resulallah, medet ya Abdülkadir-i Geylanî demek şirktir, üstelik bunlar ölüdür. Peygamber de olsa, ölü olan kimse yardım edemez. Diri olsaydı, gücü yetseydi yardım eder, hapisteki hocayı oradan çıkarırdı) diyor. Enbiya ve evliya ölü müdür? Diriye yardım ettiren Allah, ölüye yardım ettirmekten âciz midir?
CEVAP
Reformcunun görüşleri reformdan daha ötedir. Maksadı dinî inançları yıkmaktır. Burada birkaç yanlış var:
1- Âyet-i kerimelerde (Putlara ibadet etmeyin!) deniyor. (Resulümden, evliyamdan, yardım istemeyin!) denmiyor.
2- Diriye de yardım ettiren Allah'tır. (Allah diriye yardım ettirir, ölüye yardım ettiremez) demek küfürdür. Allahü teâlâya ölülere kuvvet vermekten âciz değildir.
3- (Ölü peygamber size fayda ve zarar vermez) demesi de çok yanlıştır. Âyet-i kerimelerde, (Fayda ve zarar vermeyen şeyler) diye bildirilenler, putlardır. Bu hususu bildiren, birçok âyetten birkaçının meali şöyledir:
(Allah’ı bırakıp da, size fayda ve zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz?) [Maide 76]
(Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine fayda ve zarar veremeyen putlara taparlar: “Bu putlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler.) [Yunus 18] (Burada, şefaatçi olamayan, fayda ve zarar veremeyen, enbiya ve evliya değil, putlardır. Enbiyayı, evliyayı put yerine koymak çok çirkindir.)
(Allah'tan başka ibadet ettikleriniz [taptıklarınız], sizin gibi kuldur [yaratıktır]. Eğer sözünüzde [davanızda] doğruysanız, onları çağırın da size cevap versinler. Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? Taptıklarınız, kendilerine yardım edemez ki size yardım etsin?) [Araf 194,195, 197] (Tapılan şey put ki, eli, ayağı, gözü kulağı var mı deniyor. Enbiya ve evliya zatlar put değildir.)
(Sakın puta tapanlardan olma! Allah’tan başkasına, sana fayda ve zarar veremeyen şeylere yalvarma!) [Yunus 106] (Burada da, putlara tapma, Allah'a ibadet et deniyor.)
(Görmüyorlar mıydı ki, o şey [buzağı heykeli] onlara ne söz söyleyebilir, ne zarar ve fayda verebilirdi?) [Taha 89]
(İbrahim dedi ki: Öyleyse, Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye [puta] hâlâ tapacak mısınız?) [Enbiya 66]
Bütün âyet-i kerimelerde fayda ve zarar vermeyen şeylerin putlar olduğu, putlara ibadet edilemeyeceği açıkça bildiriliyor.
Allah’ın kudreti olmadan, dirinin yardım edeceğine inanıp da, ölünün yardım edemeyeceğine inanmak şirk olur. Dirinin yardım edeceğine inanıp da, Allah’ın kudretiyle ölünün yardım edeceğine inanmamak da, Allah’ı âciz kabul etmek olacağı için küfür olur. Hâlbuki Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Ölüden diri, diriden ölü yaratır. (Âl-i İmran 27)
Abdülhak-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki: İnsan ölünce ruhunun ölmediği âyet ve hadisle sabittir. Ruh şuur sahibidir, ziyaret edenleri tanır. Velilerin ruhları, diri iken de, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh, insanın ölmesiyle ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)
Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki: Enbiya ölünce mucizeleri, evliya ölünce de kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olup namaz kıldıkları, şehitlerin de diri oldukları, kâfirlerle savaşırken yardım ettikleri hadis-i şeriflerle bildirildi. (Şevâhid-ül-hak)
Mevlana Abdülhakim-i Siyalküti hazretleri buyuruyor ki: Ölü yardım eder. Dua eden, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmakta, (Ey Allah’ın veli kulu, bana şefaat et! Allahü teâlânın dileğimi ihsan etmesi için vasıta ol!) demektedir. Dileği veren yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. (Zad-ül-lebib)
Kur'an-ı kerimde, Allah yolunda ölenlerin yani peygamberlerin ve şehitlerin ölmediği bildiriliyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Fî-sebîlillah [Allah yolunda] öldürülenlere ölü demeyin! Bilâkis onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız.) [Bekara 154]
Demek ki, can çıkmakla insan ölmüyor, ruhu bedenden ayrılıyor. Beden çürüse de, ruh işitiyor, iş yapıyor. Hazret-i Hızır’ın ruhunun iş yapması, yardıma koşması da böyledir. Allahü teâlâ, (Allah yolunda ölenlere ölü demeyin!) buyururken, bu sapığın Resulullah'a ölü demesi, Kur'an-ı kerime de inanmamak demektir. Allah yolunda ölenlere şehitler de dâhildir. Peygamberler, elbette şehitlerden üstündür.
Fâtiha sûresindeki, (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyet-i kerime, ölünün de, dirinin de bir şey yapmasına tesir eden kudretin, Allahü teâlâdan başka bir güç olduğunu göstermez. Mesela acıkan kimsenin, hiçbir sebebe yapışmadan, (Ya Rabbi, beni doyur) demesi, bu âyete uygun değildir, çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmıştır. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur, fakat yemek yenmesini sebep kılmıştır. (Yalnız senden yardım isteriz) diyen kimsenin fırıncıya gidip, (Bana ekmek ver!) diye ondan yardım istemesi, Allah’tan başkasından yardım istemek değil, Allahü teâlânın emrettiği sebeplere yapışmak olur. Ölü veya diri evliyadan yardım istemek de, sebeplere yapışmaktır. Sebeplere yapışmak da, Allahü teâlânın emrine uygundur. Cansız ilaca şifa özelliğini veren, dirinin yardım etmesine kuvvet veren Allahü teâlâ, kabrinde diri olan bir peygambere veya evliyaya yardım etme kuvvetini vermekten âciz midir?
Reformcu, laf ebeliği yapıp, (Peygamber ve Abdülkadir Geylani ölü olduğu için yardım edemiyor, diri olsaydı yardım eder, hapisten hocayı çıkarırdı) diyor. Peki, sen Allah’a dua ediyorsun da, niye maksadına kavuşamıyorsun? Hâşâ Allah da mı ölüdür? Allahü teâlâ, niye yardım etmiyor, hocayı niye hapisten çıkarmıyor? Allahü teâlâya dua edip de kabul olmuyorsa, bir sebebi var elbette. Aynı sebep öteki için niye düşünülmüyor?
Gafletle namaz kılmak
Kim ki kötülüklerden olamamışsa selâmet,
Bu, namazı gafletle kıldığına alâmet.

Tasavvuf nedir?

Sual: Tasavvuf nedir?
CEVAP: Tasavvuf, dinin emrine uygun yaşamaktır, fakat bunu âlimler değişik tarif etmişlerdir. Bazı tarifler şöyledir:
Herkese ihsan etmek kapısıdır tasavvuf,
Vefa ve fedakârlık yapısıdır tasavvuf.
Tasavvuf, hakikate sımsıkı bağlanmaktır,
İlahi aşka düşüp ciğeri dağlanmaktır.
Tasavvuf, zehir bilip günahtan sakınmaktır,
Edebini her yerde, her zaman takınmaktır.
Tasavvuf, evliyalık ve keramet satmamaktır.
Verdiği sözde durup, çamura yatmamaktır.
Tasavvuf, hocasına suizan etmemektir,
Eşine, kardeşine asla kin gütmemektir.
Tasavvuf, temiz, helâl lokmayla beslenmektir,
Dinin övdüğü güzel ahlâkla süslenmektir.
Tasavvuf, görevine zamanında gelmektir,
Daha ölmeden önce, ölmesini bilmektir.
Tasavvuf, büyüklerin yolunu izlemektir,
Duyulan ayıpları, sırları gizlemektir.
Tasavvuf, boş zamanı bir ganimet bilmektir,
Ehl-i sünnet olmayı, büyük nimet bilmektir.
Tasavvuf, hiç kimseye asla yük olmamaktır,
Zorluklara katlanmak, sabredip yılmamaktır.
Tasavvuf, Hakk’ın yanan mumudur, ışığıdır,
Tasavvufu yaşayan, gerçek hak âşığıdır.
Tasavvuf hâl işidir, ancak yaşayan bilir,
Aşkın ağır yükünü, onu taşıyan bilir.
Tasavvuf, istenilen güzel huyun başıdır,
Hayrı şerden ayıran, sağlam mihenk taşıdır.
Tasavvuf, aşk ateşinin sönmeyen közüdür,
İlmin, ihlâsın, zühdün ve takvanın özüdür.
Tasavvuf, sapıklardan uzaklara kaçmaktır,
Allah adamlarına kucağını açmaktır.
Tasavvuf, dine uymak için belli sebeptir,
Güzel ahlak demektir, baştan başa edeptir.
Tasavvuf, Rabbimizin kaderine rızadır,
Nefsimizi terbiye, ona uygun cezadır.
Tasavvuf, hiç tavizsiz tâbi olmaktır dine,
Kılavuz edinmektir büyükleri kendine.
Tasavvuf, yalnız kendi kusurunu görmektir,
Sevgidir, cömertliktir, ta gönülden vermektir,
Tasavvuf ehli, uzak durur kötü ahlaktan,
Çok çekinip sakınır, her an haktan, hukuktan.
Sofi, hep çile çekip meyvesini oldurur,
Güzel huyları ile heybesini doldurur.
Tasavvuf, tamamıyla gerçek İslamiyet’tir,
Kayıtsız ve şartsız Allah'a teslimiyettir.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Sirkeye şarap dökülse

Sual: İçine şarap dökülmüş sirke yenir mi?
CEVAP
Dökülen şarap, sirkeye dönüştüğü zaman yenir. Normal şarap bile, sirke hâline gelince yenir.
Kadınlara benzemek
Sual: Erkeklerin, konuşmalarıyla, hâl ve hareketleriyle kadınlara benzemesi günah olur mu?
CEVAP
Evet, günah olur. Şarkı türkü söyleyen ve kadın gibi davranan erkekler, tevbe edinceye kadar tazir edilir. (Hindiyye)

En efdal amel
Namazı doğru kılmak, çok büyük sevap olur,
Münker ve Nekir için gerekli cevap olur.

Sahabenin hepsi müctehiddir (2)

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiram, sohbette, daha ilk günde, öyle şeylere kavuştu ki, sonra gelen en büyük Evliya, en nihayette, ancak, bundan bir parçaya kavuşabildi. İşte bunun içindir ki, Vahşi, Hazret-i Hamza’yı şehit etmişken, Müslüman olunca, bir kerecik sohbetle şereflendiği için, Tâbiinin en üstünü olan Veysel Karani’den daha üstün oldu, çünkü sohbetin fazileti, bütün faziletlerin ve kemâllerin üstündedir. (1/66, 1/210)
Muhammed Masum Farukî hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiramın hepsi fena fillah [Evliya] makamına yükselmiştir. Bu marifete [bu dereceye] kavuşanlara müjdeler olsun! (2/6)
Eshab-ı kiram sohbette bulundukları için, hepsi Cennetlik olmuştur. Hepsi de, peygamberler hariç bütün insanlardan üstündür. Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]
(Eshabımdan herhangi birine uyan, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur.) [Beyhekî]
(İnsanların en hayırlısı, asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram] dır.) [Buharî]
Meşhur bir beyt şöyledir:
Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir,
Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütüphanedir.
Âlimin bir nazarı bir hazine olursa, Resulullah’ın mübarek nazarının, sohbetinin ne büyük servet olacağını düşünmelidir.
Namaz kılanı öpmek
Sual: Namaz kılarken eşim beni öpse namazım bozulur mu?
CEVAP
Eş denince kadın mı erkek mi olduğu anlaşılmıyor. Karıya da, kocaya da eş deniyor. Kadın mı kocasını öpüyor, yoksa kocası mı hanımını öpüyor?
Şehvet hâsıl olmasa da, kocası tarafından öpülen kadının namazı bozulur, fakat şehvetlenmedikçe karısı tarafından öpülen kocanın namazı bozulmaz. Şehvetlenirse, onun da bozulur, ancak namaz kılan öpülmez, çünkü öperek namazı bozdurmak haramdır.

29 Ocak 2013 Salı

Sahabenin hepsi müctehiddir

Sual: Kur’anda, (Âlimlere uyun!) buyuruluyor. Ayrıca Eshab-ı kiramdan Allah’ın razı olduğu, hepsinin Cennetlik olduğu bildiriliyor. Peygamberimiz de, onlara uyanın hidayete kavuşacağını bildiriyor. Âlim olmayana, müctehid olmayana uyulur mu? Buradan da sahabenin tamamının müctehid olduğu anlaşılmıyor mu?
CEVAP
Elbette, hepsi müctehiddir. Sekiz muhaddisin [hadis âliminin] bildirdiği bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.) [Taberanî, Beyhekî, İbni Asakir, Hatîb, Deylemî, Darimî, İ. Münavî, İbni Adiy]
Bu kadar hadis âliminin bildirdiği bir hadis-i şerifi bir kalemde silebilmek için, süper mezhepsiz olmak gerekir.
Eshab-ı kiramın her biri müctehid ve mezhep imamıydı. (Mizan, Hadika)
İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyurdu ki:
Eshab-ı kiramın nail oldukları yüksek şereflere başka hiç kimse kavuşamaz. O şereflerden biri şudur: Resulullah'ın mübarek nazarları onlara işlemiş ve hepsine manevi imdatla yardım etmiştir. Bu özellik, bunlardan başkasında bulunmuyor. Bunların üstünlüklerine, geniş ilimlerine, Resulullah’tan aldıkları hakikat mirasına, sonra gelenlerden hiçbiri kavuşamadı. Hepsi âdil, salih, veli, âlim ve müctehiddi. Kur’an-ı kerimde, (Allah onların hepsinden razıdır) buyuruldu. Onlardan birini kusurlu bilmek, bu âyet-i kerimeye inanmamak olur. (Savaik-ul-muhrika)
İmam-ı Busayrî hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiramın hepsi de ictihad sahibiydi. Allahü teâlâ hepsinden razıydı, onlar da Allah’tan razıydı. (Kaside-i hemziye)
İmam-ı Şafiî, Risale-i kadime’de, (Eshab-ı kiram ilim, ictihad ve akılca hepimizden üstündür) buyurdu. (Mizan)
Sahabeyi kötülemek haramdır, çünkü hepsi müctehiddir. (M. Çihar Yâr-i Güzîn)
Sehl bin Abdullah Tüstürî hazretleri buyuruyor ki:
Sahabenin hepsini büyük bilmeyen, Resulullah’a iman etmiş olmaz. (Redd-i revafıd)
İmam-ı Teftazanî hazretleri buyurdu ki:
Sahabeye dil uzatanın sözü, Kur’an ve hadislere uygun değilse kâfir olur. Uygunsa büyük günaha girer, bid’at sahibi olur. (Şerh-i akaid)
İmam-ı a’zam, İmam-ı Mâlik gibi büyük din imamları, Sahabe-i kiramdan her birinin sözlerini, hareketlerini, işlerini hüccet ve senet olarak almışlardır. Müctehid olmayanın sözleri senet olarak alınmaz. (Devamı var)

Seferilik

Sual: Mâlikî'yi taklit eden veya etmeyen bir kimse, deniz otobüsüyle, İstanbul’dan seferi uzaklıkta olmayan Armutlu’ya 14 gün kalmak üzere gitse, orada 3 gün kaldıktan sonra Bursa’ya gitse, Bursa’da 3 gün kalıp, İstanbul’a dönmek üzere tekrar Armutlu’ya dönse, Armutlu’da 8 gün daha kalıp İstanbul’a dönse, Armutlu’da ve Bursa’da seferi olur mu?
CEVAP
Mâlikî'yi taklit etmeyen Hanefî:
İstanbul’dan çıkarken Bursa’ya da gideceğine niyet ederse, Armutlu’da da, Bursa’da da seferi olur. Hem giderken seferi olur, hem dönüşte seferi olur.
Eğer, Bursa’ya gideceğine Armutlu’da karar vermişse, Armutlu’da da Bursa’da da seferi olmaz. Çünkü İstanbul Armutlu arası deniz otobüsüyle seferi uzaklıkta değildir. Armutluda seferi olmadığı için, Bursa’ya gidince de seferi olmaz. Bursa’dan dönüşte İstanbul’a gitmek niyetiyle yola çıktığı için, yani seferi uzaklıkta bir yere gitmeye niyet ettiği için, Bursa’dan çıkar çıkmaz seferi olur. Armutlu’da ve İstanbul’da, evinin çevresinde fina denilen bölgeye gelinceye kadar seferidir.
Mâlikî'yi taklit eden Hanefî:
İstanbul’dan çıkarken Bursa’ya da gideceğine niyet ederse, Armutlu’da da, Bursa’da da seferi olur. Çünkü Armutlu’da üç gün kalacaktır.
Bursa’dan dönüşte, Armutlu’ya kadar seferi olur. Armutlu’da 4 günden fazla kalacağı için seferi olmaz. Armutlu’dan İstanbul’a dönüşte de seferi olmaz. Çünkü Armutlu İstanbul arası seferi uzaklıkta değildir.
Eğer Bursa’ya gideceğine Armutlu’da karar vermişse, hem Armutlu’da, hem de Bursa’da seferi olmaz. Dönüşte İstanbul’a gitmeye karar verdiği için Bursa’dan çıkar çıkmaz seferi olursa da, Armutlu’da yine seferi olmaz, mukim olur. Armutlu’dan İstanbul’a dönüşte de seferi olmaz. Eğer İstanbul’a Armutlu’ya uğramadan giderse, Bursa’dan çıkar çıkmaz seferi olur. İstanbul'a gitmeye Bursa’nın neresinde karar vermişse, oradan çıkınca seferi olur.
İlahi rıza
Doğru kılınan namaz, kişiyi dine bağlar,
Kötülükten men eder, Hak rızasını sağlar.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Düşünmez misiniz?

Sual: Bir ateist, (İslam, kişiyi düşünmemeye ve aklını kullanmamaya iter, kitap ne derse ona inanılır. Bu durum kişinin ilerlemesine ve bilime de mani olur) diyor. Bu bir iftira değil midir?
CEVAP
İftiradan çok, İslâmiyet'e cahilce bir saldırıdır. Dinimizde aklın, ilmin ve düşünmenin önemi büyüktür. Aklın önemi hakkında bildirilen hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizî, Ebu-ş-şeyh]
(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemî]
(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buharî]
(Akıl imandandır.) [Beyhekî]
(Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazalî]
İslamiyet, böyle bildirirken, (Akla önem verilmiyor) demek cahillik değilse iftiradır. Ama akılla her şey hâlledilmez. Aklın sınırı vardır. Sınırından öteye gidilirse akıl çalışmaz, yanlış karar verir.
Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünya işlerinde isabet ettiği hâlde, bazıları yanılabilir.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Akıl, insanlarda eşit değildir. En yüksek akılla en aşağı akıl arasında çok fark vardır. Şu hâlde (Aklın yolu birdir) demek çok yanlıştır. Her işte ve hele dinî işlerde akla güvenilmez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan bir akla, her sahada nasıl güvenilebilir?
Demek ki akıl, kendi sahasında kıymetlidir. Kendi sahasının dışına çıkınca yanılır. Aklın çerçevesi dâhilinde bilgi sahibi olmaya, yani ilme, dinimiz çok önem verir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Elbette bilen kıymetlidir.) [Zümer 9]
(Allah, kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.) [Mücadele 11]
(Geceyi gündüzü, Güneş’i, Ay’ı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da, Onun emrine boyun eğmiştir. Bunlarda, aklını kullanan, düşünen bir toplum için ibretler vardır.) [Nahl 12]
(Geceyle gündüzün meydana gelişinde, Ay’ın, Güneş’in insanlara sağladığı faydalarda, yıldızların Allah’ın emriyle var oldukları, hareket ettikleri konusunda, akıl eden, düşünebilen kimseler için alınacak ibret dersleri vardır) deniyor. Bunlar hakkındaki ilimlerin öğrenilmesi teşvik ediliyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(İlim öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır.) [Beyhekî]
(Beşikten mezara kadar ilim öğrenin!) [Şir'a]
(Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama "Ben ilim sahibiyim, ilim sahiplerini severim" buyurdu.) [İbni Abdilber]
(Hiç kimse, cehaletle aziz, ilimle zelil olmaz.) [Askeri]
(İlim, peygamberlerin mirasıdır.) [Deylemî]
(İlim ve edepten mahrum olanı Allah rezil eder.) [İbni Neccar]
(Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevabdır.) [Deylemî]
(Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol! Yoksa helak olursun.) [Beyhekî]
(Âlim veya ilim talebesi olmayan bizden değildir.) [Deylemî]
(İlimle yapılan az iş faydalı olur, ilimsiz çok işin kıymeti olmaz.) [Deylemî]
(İlim olan yerde Müslümanlık vardır, ilim olmayan yerde küfür vardır.) [H. L. O. İman]
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "İlim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberanî]
(İlmi, fenni al, hangi kaptan çıktığı sana zarar vermez.) [Künuz-ül hakaik]
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir]
(İlim Çin’de de olsa alın!) [Deylemî, Taberanî, Beyhekî]
Çin’den alınacak ilim, elbet fen ilmi ve her türlü teknolojidir. Bu hadis-i şerifler, dünyanın en uzak yerinde, hattâ kâfirlerde bile olsa ilmi almayı emretmekte, Doğu’dan veya Batı’dan gelme diyerek fenni reddetmemek gerektiğini bildirmektedir. (Mevduat-ül-ulum)
Bu vesikalar karşısında, ateistin cahilce saldırısının hiçbir ilmî değeri yoktur.
Kalbin şifası
Namaz kalbe şifadır, mahzun gönlü şen eder,
Doğru kılınan namaz, çirkin şeyden men eder.

Şehid olarak ölmek

Sual: Bir arkadaş, denizde boğularak şehid olmanın sevabının büyük olduğunu bildiği için suda, denizde boğularak ölmem için bana dua ediyormuş. Yüzüme karşı da, (İnşallah denizde boğulursun) dedi. Böyle dua etmek uygun mudur?
CEVAP
Şehid olarak ölmek elbette çok iyidir. (Şehid olasın!) diye dua etmek de iyidir, fakat (Denizde boğularak öl!) diye dua etmek doğru değildir. Bir insanı yılan soksa, vahşi hayvanlar parçalayıp öldürse şehid olur. Ona, (Seni yılanlar soksun, aslanlar parçalasın) diye dua etmek çok yanlıştır. Trafik kazasında beyni parçalanarak ölen de şehid olur, ama (Sen bu şekilde öl!) diye dua edilir mi hiç? Donarak veya ateşte yanarak ölen de şehid olur, ama birine (Böyle öl!) diye dua etmek, beddua olur.
Denizde boğularak ölmek, acı bir ölümdür. Onun için Aziz Mahmut Hüdayi hazretleri, (Bana bir Fatiha okuyan, denizde, suda boğulmaktan kurtulsun) diye dua ediyor. Yani o kimsenin şehid olmasını istemiyor mu?
Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Gemiye binen kimse, Besmele çekerek, Hud suresinin 41. âyet-i kerimesini okursa, boğulmaktan emin olur.) [Taberanî]
Yine bir hadis-i şerifte, gemiye binince, Zümer suresinin 67. âyet-i kerimesini okuyanın boğulmaktan emin olacağı bildirilmiştir. (Kurtubî)
Suda, denizde boğulmak için dua etmek uygun olsaydı, Peygamber efendimiz, (Şu duayı okuyun, suda boğulun) derdi. Hâlbuki boğulmamak için dua edilmesini bildiriyor.
İnsan yatağında rahatça ölse de yine şehid olabilir. Yatağında şehid olarak ölmek için dua etmelidir.
İyi arkadaş
Sual: Bir gazete köşesinde, (İyi arkadaş yoktur, henüz size kötülük yapmamış arkadaş vardır) diye bir söz yazıldı. Bu söz doğru mudur?
CEVAP
Doğru değildir. (İnsanlara karşı dikkatli olmak gerekir) anlamında söyleniyorsa da, (İyi insan, iyi arkadaş yoktur) denmez. Dikkatli olmak gerektiğini başka şekilde ifade etmelidir. İyi insan, iyi arkadaş, doğru iman edip, günahlardan sakınan, ibadetlerini yapan salih Müslüman demektir. Peygamberlerin, Evliya zatların ve salihlerin hepsi iyi insanlardır. Eshab-ı kiram, Resulullah’ın arkadaşlarıydı, hepsi de iyiydi, hepsi de Cennetlikti. (İyi arkadaş yok) demek, çok yanlış bir şeydir. (İyi arkadaş bulmak zordur) denebilir, ama (Hiç yoktur) denmez.

27 Ocak 2013 Pazar

Kardeşim demek

Sual: Bir arkadaş var. Yaşça kendinden büyük küçük herkese (Kardeşim) diyor. Böyle demesi uygun mudur?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde müminlerin kardeş olduğu bildiriliyor. Peygamber efendimiz, (Allah’ın kulları, kardeş olun!) buyuruyor. Hazret-i Ömer’e de, (Kardeşim Ömer) diye hitap ediyor. Hazret-i Ömer, bu sözün dünyalara bedel olduğunu söylüyor. Merhum hocamız da, (Kardeşim) diye hitap ederdi. Sünnet olduğu için de (kardeşim) demek çok güzeldir. Ancak günümüzde yaşlının gençlere (kardeşim) demesi hoş karşılanırsa da, gencin yaşlılara (kardeşim) demesi tuhaf görülür. 30 yaşındaki bir gencin 70 yaşındaki birine (kardeşim) demesi yadırganır. Bu yüzden, (Abi) demek çok güzeldir. Çünkü (abi) denince (kardeşim) de denmiş oluyor. Abi, büyük kardeş demektir. (Kardeşim) demekte sevgi var. (Abi), (Abiciğim) demek, (Sen benim kardeşimsin, abimsin, büyüğümsün, emrindeyim) anlamına gelir. Bu bakımdan (Abi) ifadesinde hem sevgi, hem saygı, hem de teslimiyet var. Yaşlı genç ayırmadan herkese (abi) demek, bu bakımdan daha güzeldir.
Eken biçecek
Ecel şerbetini herkes içecek,
Eden bulacaktır, eken biçecek.

Ya dünya ya âhiret

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Âhiret, dünyanın zıttıdır. Dünya sıkıntı, âhiret ferahlık yeridir. Cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akıl almaz nimetler vardır. Dünyada zevk sefa düşkünü olan, âhirette bunlardan mahrum kalacaktır. Dünyada Allahü teâlâdan korkmayan, âhirette çok korkacaktır. Dünya geçici, âhiret ise sonsuzdur.
İnsan, ya dünyayı, ya âhireti tercih eder. Dünyayı tercih eden, âhireti terk edip de yalnız dünyaya bağlanmışsa, sadece dünyayı elde etmek için çalışıyorsa, yalnız dünyaya tapıyorsa, onun her şeyi bitmiştir. Hâlbuki âhireti terk etmeden, nefsine aldandığı için dünyaya da meyleden müminin kurtulma ümidi vardır.
Dünyanın kendisi değil, sevgisi kötüdür. Bir kalbde iki sevgi olmaz. Bir insan, aynı anda iki yere, mesela hem Mekke’ye, hem de Paris’e gidemez. İnsan, ya âhiret veya dünya yolcusudur. Âhiret yolcusu olan, en büyük günahları işlese de, pişman olup tevbe ederse, Allahü teâlâ affeder. Tevbe etmeden ölürse, yine affa ve şefaate kavuşabilir. Kavuşamasa da, ölüm, kabir, mahşer ve nihayet Cehennem sıkıntısıyla affedilir. Çünkü imanı vardır. Dünyayı tercih edip, âhireti tamamen bırakır da, kâfir olarak ölürse, artık onun kurtuluş ümidi kalmaz.
İnsanlara, Allah’ı ve Resulünü tanıtmak, âhireti hatırlatmak, doğru kitap vererek İslamiyet’i anlatmak gerekir. İbadet ancak imanı olanlara farz olur. İmansıza ibadet farz olmaz. Bu yüzden, en fazla üzerinde durulacak husus imandır. Esas kök odur. Dal, budak ve meyve, yani ibadetler daha sonra gelir. İbadetler muhakkak lazımdır, ama iman, yani kök yoksa, ağaç zaten olmaz. Bunun için Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, (Bizim asıl derdimiz, esas maksadımız imanı muhafazadır. Küfür, Ceyhun Nehri gibi akıyor. Ancak, şiddetli bir selin, bir çınarın kovuğuna girmiş saman çöpünü götüremediği gibi, İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi bir büyüğün, böyle yüce bir çınarın kovuğuna sığınan Müslümanları götüremez, onlar kurtulmuştur. Yoksa bu sele karşı koymak, bu selden kurtulmak mümkün olmaz) buyurmuştur.
Bu büyükleri tanıyan, seven, kitaplarına yapışan, bir kitabını ele geçiren, küfür selinin sürükleyip götürmesinden kurtulabilir. Bu yüzden, onların kitaplarını her yere ulaştırarak, hem bizzat kendimizin, hem de birçok insanın kurtulmasına çalışmalıyız.

26 Ocak 2013 Cumartesi

İmanı korumak

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İmanın muhafazası çok zorlaştı. Allah korusun, insan, yanlış bir söz söyler, yanlış bir iş yapar veya bozuk bir şeye inanırsa, küfre düşer, mürted olur. O ana kadar yaptığı bütün ibadetlerin sevabı yok olur, iman gidince nikâhı da gider. İmanı kaybetmek, akıl almaz bir felakettir. Kişi, bu duruma düştüğünü bilmeli ki, o hâlden kurtulmaya çalışsın. Çoğu bunu bilmez, farkında bile olmaz. (Şirkten sakının! Şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir) hadis-i şerifi, şirke girenin bunu kolayca anlayamayacağına işarettir.
İmansız ölmek, sonsuz Cehennemlik olmak demektir. Sonsuzun ne olduğunu düşünebiliyor muyuz? Birine, bir odada 50 yıl kalma cezası verilse, orada başka hiç ceza verilmese de insan çıldırır. İşte bu yüzden küfre düşmemek için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından, imana zarar verecek sözleri, işleri ve büyük günahları, kalb hastalıklarını, yani dinimizi iyi öğrenmeliyiz. Bu hususlar İslam Ahlâkı kitabında çok güzel anlatılmaktadır. Bütün ibadetler, sevablar, müjdeler, imanlı olanlara mahsustur. İman giderse, her şey biter. Onun için Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, (Allahü teâlâ, bir kuluna iman verdiyse, ona ne vermedi ki? Ona iman vermediyse, başka ne verdi ki?) buyururmuş. Bu yüzden, küfre girmekten çok korkmalıyız.
Günümüzün insanına verilecek en güzel hediye, güleryüz, tatlı dildir. Herkesin buna ihtiyacı var. Güleryüz ve tatlı dil, zamanın cihadı ve başarının sırrıdır. Öfkelenmemeli, hiç sertlik göstermemeli. Günümüzde herkes sanki öfke küpü. Geçimsizlikler, cinayetler, ailedeki bütün sıkıntılar hep bundandır.
Emanetçi neyse, biz de dünyada oyuz. Mal, beden, ilim, evlat, hâsılı her şey, birer emanettir. Bu emanetlere ihanet etmek, onları felakete atmaktır. Cenab-ı Hakk’ın emanet olarak verdiği bedeni, Onun emrettiği yerlerde ve güzel kullanmalı. Para emanet etmişse, kötü yerde değil, hayırlı yerde harcamalı. İlim vermişse, Allah yolunda kullanmalı. İlmi, parayı hapsetmemeli; hapsetmek, kenz olur. Kenz edeni yani hapsedeni, Cenab-ı Hak sevmiyor. Evlat emanetine İslam terbiyesi vermeli. Kendi elimizle, onları ateşe atmamalıyız. Hanım da emanettir, onu üzmemeli ve günahtan korumalı. Elden geldiği kadar ibadetleri ihlâsla yapmaya ve insanları sevindirmeye çalışmalı ki, emanetleri korumuş olalım

Hâkimler hâkimi Allah

Sual: Kur’an-ı kerimde, (Eleysallâhü bi-ahkem-il hâkimîn = Allah hâkimler hâkimi değil mi?) diye bir âyet vardır. Türkçeye uygun olarak buna evet mi, hayır mı demek gerekir?
CEVAP
Allahü teâlâ, orada, (Allah hâkimler hâkimidir, öyle değil mi?) diye soruyor. Allah'ı tasdik etmemiz gerekir. Hayır dersek yanlış olur, Allah'ı tasdik etmemiş oluruz. Söze evetle, tasdik ederek başlamalı. (Evet, Allah hâkimler hâkimidir) demek Türk diline uygun olur.
Kâlu belâ sözünde de, durum aynıdır. Cenab-ı Hak, ruhları yarattığı zaman, (Elestü bi-rabbiküm?) buyurdu. Ruhlar da, (Belâ) diye cevap verdiler.
Elestü bi-rabbiküm, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) demektir. (Kâlu Belâ) ise, (Evet [Sen bizim Rabbimizsin] dediler) demektir.
Arapça dili zengin olduğu için iki tane (Evet) vardır. Olumsuz sorulara, olumlu cevap için (Belâ), olumlu sorulara olumlu cevap için (Neam) kullanılır. Türkçede bu zenginlik olmadığı için sadece Evet veya Hayır demekle maksat anlaşılmaz. Cümleyi tam söylemek gerekir. (Evet, sen bizim rabbimizsin), (Evet, sen hâkimler hâkimisin) cümlelerinde olduğu gibi tam söylenirse mesele kalmaz.
Dua kabul olmaz
Kişi, namaz kılmazsa, kabul olmaz duası,
Yaptığı iyi işler, silmez kalbdeki pası.

25 Ocak 2013 Cuma

Cünüp, kovaya el soksa

Sual: Cünüp kimse, abdest almadan kovadaki suya elini soksa su müstamel hâle gelir mi?
CEVAP
Hayır, müstamel hâle gelmez. Hattâ tas yerine eliyle suyu alıp abdest alsa yine kovadaki su müstamel olmaz. Hamamın kurnasından da aynı şekilde eliyle su alıp abdest alsa, yine kurnadaki su müstamel olmaz. (S. Ebediyye)
Cuma guslü
Sual: Perşembe günü öğleden sonra gusledince, cuma günü gusletmiş sevabı hâsıl olur mu?
CEVAP
Evet, sünnet sevabı hâsıl olur. (Nimet-i İslâm)
Çöpü kapalı tutmak
Sual: Evde çöpün beklemesinin bereketsizliğe sebep olduğu bildiriliyor. Çöp kutusunun ağzını kapatırsak yine de bereketsizliğe sebep olur mu?
CEVAP
Çöp açıkta değilse, kapalı bir kapta ise, görünmüyorsa bereketsizliğe sebep olmaz.
Namaz önemlidir
Namaza önem verip doğru dürüst kılmalı,
Yalan yanlış kılmaktan utanıp sıkılmalı.

İctihad dinin emridir

Sual: (İctihadla farz veya haram diye bir hüküm çıkarılamayacağı gibi, ictihadlarla hâsıl olan İcma’a da uymak gerekmez) sözü doğru mudur?
CEVAP
Hayır, çok yanlıştır. İctihad da, İcma da dinin emridir. Allahü teâlâ da, Resulü de, âlimleri övmüş, müctehid âlimlere ictihad etmeyi, Müslümanların da onlara uymalarını emretmiştir. Bu emre uyarak müctehid âlimler, Nasslarda [âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde] açıkça bildirilmeyen hususları açıklayarak ictihad etmişlerdir.
Kıyas ve İctihad, Nassların manasını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz. (M. Rabbanî 1/186)
İctihad, Resulullah’ın bildirmediği şeyleri bulup bildirmek değil, Nasslardaki kapalı yerleri anlayıp meydana çıkarmaktır. İctihadla anlaşılan farzlara da önem vermeyen, aklına uyup müctehidin hükmünü beğenmeyen kâfir olur. (S. Ebediyye)
Nasslarda açıkça bildirilmediği hâlde, mezhep imamlarının helal, haram, farz, vacib olarak bildirdikleri hükümler vardır. Nasslardan işaret bulmadıkça, bunları bildirmezler. (F. Bilgiler)
Kitab, Sünnet ve İcma ile açıkça bildirilen farzlara inanmayan kâfir olur. (Halebi-i kebir)
Eshab-ı kiramın söz birliğine İcma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram sözbirliğiyle bildirmediyse Tâbiînin sözbirliği bu şey için İcma olur. Tâbiîn de bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse Tebe-i Tâbiînin sözbirliğiyle bildirmeleri İcma olur. (S. Ebediyye)
Bunlar gibi, dört mezhebin sözbirliğiyle bildirmesi de İcma olur. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında hâsıl olan İcma’a inanmayan da kâfir olur. (M. Rabbanî 2/36)
Dört mezhebin İcma ile bildirdiği ve her memlekete yayılmış olan bir hükmü kabul etmeyen kâfir olur. (İbni Âbidin)
Görüldüğü gibi, İctihadla anlaşılan farzlara ve haramlara da uymak gerektiği, hatta sözbirliğiyle bildirilen İctihadı yani İcma’ı inkâr edenin kâfir olacağı, bu vesikalarda açıkça bildirilmiştir.
En kötü ziyafet
Sual: Sadece zenginlerin, makam ve mevki sahibi kimselerin bulunduğu davete gitmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Hepsi böyle kimseler ise, içinde fakirler, garibanlar yoksa o davete gitmemelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yemeklerin en kötüsü, zenginlerin davet edilip, fakirlerin davet edilmediği ziyafetteki yemeklerdir.) [Buharî]

24 Ocak 2013 Perşembe

İçkiyi dökmek

Sual: Bir Müslüman, Müslüman arkadaşı çok içiyor diye, arkadaşının iyiliğini düşünerek içkisini dökse, o içkinin fiyatını ona ödemesi gerekir mi?
CEVAP
Bu hususta iki kavil vardır: Çalgıları, içki şişelerini kırmak, yani güç kullanarak emr-i maruf yapmak yalnız devletin vazifesi olduğu için, başkası kırarsa tazmin eder, yani öder. Başka bir kavildeyse ödemez. Fakat kanunen suç olan, tepkiye, fitneye sebep olabilecek işlerden uzak durmalı. Kanunen suç olacak şeyleri işleyip cezaya çaptırılmak ve böylece zarara uğramak dinen de caiz değildir. (İbni Âbidin, Hadika)
Namaz
Araç değil amaçtır, İslam’ın binasıdır,
Gözümüzün nurudur, kalblerin cilasıdır.

Haramla helal çakışırsa (2)

b) Cemaatle namaz kılınırken, sünnete başlamak mekruhtur. Sabah namazının sünnetini kılmamış olan, sünneti kılınca cemaate yetişemeyeceğini anlarsa, sünneti kılmaz. Hemen imama uyar. Cemaate son oturuşta olsun yetişeceğini anlarsa, sünneti caminin dışında, giriş kısmındaki bölümde veya direk arkasında çabuk kılar. Böyle yer yoksa sünneti kılmaz, çünkü cemaatle kılınırken, nafile kılmak mekruhtur. Mekruh işlememek için sünnet terk edilir.
c) Aşûre günü oruç tutmak sünnettir. Ancak Yahudilere benzememek için, yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruh olur. Muharrem ayının 9. ile 10. veya 10. ile 11. günleri birlikte tutulursa mekruh olmaz.
ç) Bir işe sünnet ve mekruh denmişse o işi yapmamak gerekir. Mesela, teşehhütte parmak kaldırmak hususunda, farklı rivayetlerde sünnet, mekruh, hatta haram bile denmiştir. O hâlde, sünnet veya mekruh denildiği için teşehhütte parmak kaldırılmamalıdır.
d) Sarık sarmak ve entari giymek, sünnet-i zevaiddir. Bunları giyip sokakta gezmek fitneye sebep olacaksa sokakta giyilmez, çünkü fitneye sebep olmak haramdır. Mekruhla sünnet çakışınca bile, sünnet terk edilirken, haramla sünnet çakışınca, haram işlememek için sünnet elbette terk edilir.
Köpek, necaset ve abdest
Sual: Hanefî ve Şâfiî’de köpeğe dokunmak abdesti bozar mı? Salyası ve kılları necis midir?
CEVAP
Hanefî mezhebinde, köpeğe dokunmak abdesti bozmaz. Köpeğin salyası necis, kılları temizdir. Suya girerek veya yağmurdan ıslanan köpek silkinince üstümüze sıçrayan sular, necis değildir.
Şâfiî mezhebinde de, köpeğe dokunmak abdesti bozmaz. Köpeğin kılları yaşken dokunursa veya köpeğin salyası üstümüze bulaşırsa, o yeri, biri çamurlu su olmak üzere, yedi kere temiz suyla yıkamak gerekir.
Bozuk para
Sual: Bir müşteriye sattığım ürünlerin fiyatlarını toplayınca, toplamı küsuratlı çıkıyor. Bozuk paralarla uğraşmamak için, biraz az söylemenin, mesela toplamı 6,05 lira ederse, (6 lira ver, yeter) demenin mahzuru olur mu?
CEVAP
Mahzuru olmaz.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Mehmet Akif kimdir?


Mehmet Akif kimdir?

 

Sual: Mehmet Akif Ersoy’un, Müslümanların halifesi olan Sultan ikinci Abdülhamid’e, (Korkak, baykuş, hayvan, merkep, zalim, mel’un, kızıl kâfir… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason Abduh gibi reform istediği doğru mudur?

CEVAP

Maalesef doğrudur. En kötüsü de, bu duruma tevbe de etmemiştir.

1966 baskılı SAFAHAT isimli kitabında diyor ki:

 

“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,

Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer” (s. 402)

“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,

Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,

Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415)

“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.” (s. 421)

“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.” (s 422)

“Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.”

“Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,

Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.”

 

Mezhepsizler isimli kitapta, Akif için deniyor ki:

 

Baytar idi. Şiirleri çok heyecanlıdır. İstiklâl marşını yazmışsa da, Safahat’ta, Allah’a dil uzatmakta, Müslümanların halifesi ikinci Abdülhamid hanın şanını zedeleyen çok çirkin iftiralar atmakta, sicilli mason Abduh’u övmekte, onun gibi dinde reform istemekte ve bir çalgıcıyı, çalgısının seslerini ilahi sese benzetmektedir. Ahmed Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında Âkif’in de diğer reformcular gibi, ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan aldığını bildirmektedir.

İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine diyor ki:

 

Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,

Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e.

 

Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli?

Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir.

 

İslam halifesi için yazdıkları çoktur. Akif, bu çirkin hakaretleri için tevbe etmemiştir.

Abdülhamid han hazretleri tahttan indirildikten sonra da yine düşmanlığı bitmemiş, İSTİBDAT şiirini yazmıştır. Şiirinin başı şöyledir:

 

Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdad,

Bıraktın milletin kalbine çıkmaz bir mülevves yad.

 

Mülevves = Kirli, pis demektir.

Mülevves yad = Kirli hatıra demektir.

Hâlbuki Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif gibiler tevbe etmişler ve tevbelerini de dile getirmişlerdi.

Mesela Rıza Tevfik Sultan Abdülhamid han için diyor ki:

 

Târihler adını andığı zaman,

Sana hak verecek hey Koca Sultan,

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyâsî pâdişâhına.

 

Süleyman Nazif de diyor ki:

 

Pâdişâhım gelmemişken yâda biz,

İşte geldik senden istimdâda biz,

Öldürürler başlasak feryâda biz,

Hasret olduk eski istibdâda biz.

 

Maalesef Akif’in tevbesini bildiren bir satırı yoktur.

Akif sadece Müslümanların halifesine dil uzatmakla kalmıyor, o halifenin yaratıcısına yani Allahü teâlâya da saldırıyor:

 

Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah,

Ey âlemi islamı ezen, inleten Allah!

 

diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor.

Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç? Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ? Herkese layık olduğunu veriyor. Bunun için, Nahl suresinin 33. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi, ilim ehli buyuruyor ki:

 

Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı,

Herkesin çektiği kendi cezası.

 

Yine bir şiirinde diyor ki:

 

Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,

Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,

Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,

Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,

Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?

Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?

 

Devahi’ye musap olmak = büyük belalara uğramak demektir.

 

Akif özetle demek istiyor ki:

 

Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet?

 

Allah’a böyle söyleyenin elbette ağzı da kurur dili de.

Bu şiirinin sonunda da Allah’a diyor ki:

 

Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir,

Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir.

 

Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehidlerin kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları?

Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti âyetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekânıdır diyorlar. Akif de, Allah’a öğüt veriyor, Eğer bu zulümleri durdurmazsan, Arşın yanar, yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde diyor ki:

 

Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı,

Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı?

 

Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’ın hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Allah Arş’ı çok övüyor, Arş asla Akif'in sözü ile yanmaz.

Firavun ile yüz yüze isimli şiirinin son satırında, vehhabiler gibi, evliyadan, yatırlardan yardım istemeye karşı çıkarak diyor ki:

 

Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?

 

Vehhabiler Eshab-ı kiramın kabirlerindeki taşları söküp kabirlerini dümdüz ettikleri gibi, bu da yatırdaki zata leş diyor.

Bir de şehitleri överken yine türbelere çatarak diyor ki:

 

Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez.

 

Yine bir şiirinde diyor ki:

 

Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için,

Ne de kabirde okumak için.

 

Kabirde Kur’an okunmaz mı? Tam Vehhabi zihniyeti. Kabirde okumayı fala bakmakla eş tutuyor.

Akif’in mason Efgani ve mason Abduh’u öven şiirleri, onlar gibi inkılap (reform) istemesi, onun da onlar gibi bir reformcu olduğunu gösteren en bariz delillerdendir.

ASIM isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki:

 

Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,

Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,

Der ki Tilmizine Afganlı,

Muhammed dinle,

İnkılab istiyorum hem çabucak,

Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,

Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,

O berahini de artık yetişir dinletme.

İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.

 

Berahin, burhan = hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı konuşuyor.

İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da, İslam’a yapışıp yükselebilirler.

Süleymaniye kürsüsünden isimli uzun şiirinde Japonları anlatırken diyor ki:

 

Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler,

Ulema, vahy-i ilahiyi mi bilmem bekler?

 

Herkes bilir ki vahy-i ilahi ancak peygamberlere gelir. Ulema, o kadar cahil mi de kendilerini peygamber zannetsin? Ulemaya böyle çirkin iftira atması, Abduhçu olmasından ileri gelmektedir.

Şiirleri buna benzer hatalarla doludur.

Resmi için diyor ki:

 

Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat,

Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası.

Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat,

Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası.

 

O kadar yanlış söz arasında bir de doğru söz söylemiş. Doğru sözüne ne denir?

 

Sevenlerinin dili ile Akif

 

Mezhepsizler kitabından alınan aşağıdaki ifadelerin tamamı mezhepsiz Süleyman C. Oğluna aittir. Bu kişi, Meyal dergisinde diyor ki:

Mehmet Akif hazretlerini sevişimin birçok sebepleri vardır. En başta Akif, Şeyh Abduh’u, Şeyh Afganî'yi çok severdi. Onlar gibi bir inkılap yapmayı arzulardı.

Akif de, Abduh gibi teselsülün butlanına da muhalifti.

“O berahini de yetişir artık dinletme” derdi.

Her ne kadar Ahmed Davudoğlu Hoca ve diğer mukallitler bu ifadeyi küfür saymışlarsa da Selefiyye yolundakiler daima takdir etmişlerdir. Akif âlem-i İslam’a Cemaleddinler salarak bir Âsım nesli meydana getirmek istiyordu. Bunu Meyal dergisinin başaracağını sanıyorum. Sonra Akif'in cesaretini hiç kimse inkâr edemez. Ne diyor büyük şair:

 

Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,

Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,

Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,

Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,

Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?

Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?

 

Şimdiye kadar böyle cesur şair çıkmamıştır. Kâfirleri yakacağın yerde bizleri yaktın, bu adalete uygun mudur, yok musun adl-i ilâhi? gibi sözlerle Akif çok büyümüştür.

Bu büyük sözlere mukallitler karşı çıkarak diyorlar ki:

Cenâb-ı Hakk’ın hikmetinden sual olmaz. Nur isteyene yangın gönderiyorsa demek ki hak etmişler ki yangın gönderiyor. Kâfirleri, melunları yakmayıp da Abdulhamid Han'ın düşmanlarını yakmışsa bunun da bir hikmeti vardır. Yok musun adl-i ilâhi diye Cenâb-ı Hakka dil uzatmak Akif'ten başka kimseye nasip olmamıştır. Her şey adl-i ilâhinin içinde cereyan etmektedir. Bazı gözler bunu görmüyorsa adl-i ilâhiye hücum etmek mi gerekir? Var olan adl-i ilâhiye yok musun denir mi?”

İşte mukallitler Akif gibi büyük bir zatı böyle tenkit ettiler. Hele Davudoğlu bu hususta kitap bile yazdı. Abduh’u ve onun yolunda olan Akif'i seven herkes Davudoğlu’na düşman olmalıdır. Akif, müctehidler müctehididir. Akif için fukahanın sözü ve kıyası mühim değildir. İcma da mühim değildir. Hattâ hadîs bile. Akif için tek kaynak vardı: Kur'an. Akif'in ilham aldığı tek yer Kur'ândı. Onun için Akif, mukallitleri kızdıran şu mısraları söylüyordu:

 

Doğrudan doğruya Kur'andan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.

 

Zaman sana uymazsa sen zamana uy demiş atalar.

Akif gibi İslam’ı asrın anlayışına uydurmak lâzımdır.

Akif her ne kadar İslâm âlimlerinden nakli esas almamışsa da tek ilham aldığı yer Kur'an olduğunu bildirmişse de onun da bu yolda üstatları vardı. Bunu şöyle anlatıyordu:

 

İnkılâp istiyorum ben de, fakat Abduh gibi...”

 

(Not: Buraya kadar olan ifadelerin tamamı reformcu Süleyman C. Oğlu’na aittir.)