7 Şubat 2013 Perşembe

Tecrübenin önemi

Sual: (Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesidir) demek doğru mudur?
CEVAP
Hoş bir ifade değildir. (Tecrübe, yapılan hatalardan çıkarılan ders, kulağa küpe edilen öğüttür) gibi bir şey demek daha uygundur. Tecrübe önce zarara sokar, sonra dersini verir. Tecrübe faydalıdır, ama masrafı çoktur. Tecrübeyle bir zarara uğranır, ama tecrübesi yanına kâr kalır.
Akıllı, kendi sıkıntıya girmeden, zarara uğramadan başkalarının ve yaşlıların tecrübelerinden faydalanır. Kendi başına da gelmesini beklemeden onların tecrübelerini uygular. Bu konuda ibretli bir masal şöyledir:
Tilki, kurt ve aslan, birlikte ava çıkarlar. Bir tavuk, bir kuzu, bir de dana yakalayıp getirirler. Ormanların kralı aslan, kurda emreder:
- Haydi, avları âdilane taksim et!
Kurt peki der:
- Dana kralımızın, kuzu kurdun, tavuk da tilki kardeşin…
Aslan, kurda bir pençe vurur, kurt, ağzı kanlar içinde yere yatar. Sonra tilkiye döner:
- Haydi, sen âdilane bölüştür!
Tilki baş üstüne kralım der:
- Tavuk, kralımızın sabah kahvaltısıdır, kuzu öğle, dana da akşam yemeğidir.
Aslan memnuniyetle gülümser, tilkiye sorar:
- Bu kadar âdilane taksimi kimden öğrendin?
Kurnaz tilki, yerde al kanlar içinde yatan kurdu gösterip der ki:
- Efendim, işte şu yerde yatan kırmızı kurdeleli kurt kardeşten öğrendim.
Demek ki başkalarının başına gelen acı olaylardan gerekli dersleri alıp, biz de aynı hataya düşmemeliyiz.
Bilene danış
Bir çıkmaza girmişsen, sendeki bu çile ne?
Bin bilsen bile yine, gel danış bir bilene.

Ezmek mi, ezilmek mi?

Sual: (İnsanlardan ve komşulardan gelen sıkıntılara katlanmalı) deniyor. O zaman da ezilmiş olmaz mıyız? Müslümanın kimseyi ezmemesi gerektiği gibi, kendisini de ezdirmemesi gerekmez mi?
CEVAP
İyi geçinmeye ezilmek dememeli. Kesinlikle ezen olmamalıyız. Âhirette hesabı zordur. Zalim olmaktansa, mazlum olmayı tercih etmek zorundayız. Bir başka husus da, âhirete alacaklıyım diye gidip de, borçlu çıkılabilir. Mesela gıybet ettiğimiz veya hakaret ettiğimiz için borçlu duruma düşebiliriz. Bunun için, (Hakkımı onda bırakmam, söke söke alırım) demek yanlıştır, çünkü zorla sökerken ona zulmetmiş oluruz. Haklı da olsak, karşımızdakine (Sen haklısın) dersek, iyi insan olduğumuz anlaşılır. Öyle demeyen veya diyemeyen, iyi geçinemeyen kimse, Allahü teâlânın sevgisine ve rızasına nasıl kavuşur ki?
Evliya zatlar, insanlardan gelen sıkıntılara hep sabretmişler, onların yaptıklarına kötülükle değil, aksine iyilikle karşılık vermişlerdir. Haklarını almaya çalışmamışlar. (Ezen olmaktansa, ezilen biz olalım) demişler. Bu güzel ahlâkları, birçok gayrimüslimin Müslüman olmasına, günahkârların da tevbe etmelerine vesile olmuştur.
İyi komşu tarif edilirken de, sadece komşusuna zarar vermeyen denmiyor, komşusundan gelen sıkıntılara katlanan diye tarif ediliyor. Komşu rahatsız edecek, biz de sabredeceğiz. Mesela, onun çocukları yukarıda hoplayıp zıplayıp bizi rahatsız ederse, biz de karşılık vermeyeceğiz, aşağıda davul çalmayacağız. O bize bir şey vermese de, biz pişirdiğimiz en nefis yemeği, balı baklavayı ona vereceğiz. O bağıra bağıra konuşacak, biz, komşu rahatsız olur diye sesimizi kısacağız. Ancak o zaman iyi komşu olabiliriz. Biz de aynısını yaparsak, o zaman nasıl iyi komşu oluruz ki?
Sargılı yara
Sual: Yaradan çıkan kan ve irin, sargıdan dışarı çıkarsa abdest bozulur mu?
CEVAP
Evet, abdest bozulur, sargının dışına çıkmazsa bozulmaz. Eğer sargı iki üç kat olur da ıslaklık bir kısmına geçerse, yine abdest bozulur. (Hindiyye)
Böyle yaralı durumlarda, Mâlikî mezhebi taklit edilirse akıntılar abdesti bozmaz.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Her gün okunacak dualar

Sual: Sabah akşam, gece gündüz veya mübarek gün ve gecelerde okunması gereken dualara ne zaman başlanır, ne zamana kadar okunabilir? Mübarek gün ve geceler, ne zaman başlar ne zaman biter?
CEVAP
Gündüz, imsak vaktinde başlar, akşam olunca biter. Gece de akşam başlar, imsak vaktinde biter. Mübarek geceler, mesela cuma gecesi, perşembe öğleden itibaren başlar imsak vaktine kadar devam eder. Arefe ve Kurban Bayramı günleri hariç, mübarek günlerin hepsi, bir gün önceki öğle vaktinden başlar, ertesi günkü akşama kadar devam eder. Sabah duası, gece yarısında okunmaya başlanır. Akşam duası ise zevalde yani öğle vaktinde başlar. Akşam veya gece okunamayan tesbih ve dualar, ertesi gün okunabilir. Bir hadis-i şerifte, (Her zaman okuduğu dua veya tesbihi ihmal edip, okumadan yatan, sabah namazından öğleye kadar olan vakit içinde okursa, gece okumuş gibi sevaba kavuşur) buyuruluyor. (Müslim)
Allah olmayanlara da versin
Sual: (“Allah, olmayanlara da versin” diye dua etmek caiz olmaz, çünkü bu, Allah’ın işine karışmak olur) diyorlar. Böyle dua etmek caiz değil mi?
CEVAP: Çok güzel bir duadır. O zaman her dua Allah’ın işine karışmak olur. Mesela, (Ya Rabbî, beni zengin eyle!) veya (Komşuma bir ev nasip et! Bana hayırlı uzun ömür ver, falanca zalimi kahreyle! Bana dünya ve âhiret saadeti nasip eyle!) diye dua etmek ibadettir, Allah'ın işine karışmak olmaz. Resulullah da böyle dualar etmiştir.
***
Sual: (Köpek, eve meleklerin girmesine mani olsaydı, herkes evinde köpek besler, böylece günahlarımızı yazan melekler köpek bulunan evdeki insanların günahlarını yazamazdı) demek çok yanlış değil mi?
CEVAP
Elbette çok yanlıştır. Dinle alay etmek için söylenirse küfür de olur. Rahmet melekleriyle, kirâmen kâtibîn ve ölüm meleği ayrı olduğu gibi, bunların vazifeleri de ayrıdır.
Köpek bulunan eve sadece rahmet melekleri girmez. İnsanların günah ve sevabını yazan kirâmen kâtibin melekleriyse girer. Bu melekler, insandan helâda ayrılır. Helâda işlenen günah veya sevabları, Allahü teâlâ meleklere bildirir. (Redd-ül-muhtar)
Melek görmese bile, hâşâ Allah da mı görmüyor?

Namaz sûreleri

Sual: Namazda okuduğumuz sûrelerin kısaca meallerini yazarsanız, o sûrede ne anlatıldığı hakkında bilgi sahibi oluruz.
CEVAP
Namazda okunan kısa sûrelerin mealleri şöyledir:
Fâtiha sûresi
Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm ve din gününün sâhibi olan Allah’a mahsustur. Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz. Bizi, gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil, doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet!
Buradaki gazaba uğrayanlar Yahudiler, sapıklar da Hristiyanlardır. (Kurtubî tefsiri)
Fil sûresi
Rabbinin, Eshab-ı fil’e neler ettiğini görmedin mi? Onların kötü planlarını bozmadı mı? Bölük bölük gönderilen kuşlar, üzerlerine siccîl taşları atıp onları helak edip, yenik ekin yaprağı hâline getirdi.
Eshab, arkadaşlar demektir, Eshab-ı fil ise, fil olayına katılan Ebrehe kumandasındaki ordu demektir.
Siccîl, ateşte pişirilmiş taşlar demektir. Cehennemden gelmiştir. (Kurtubî)
Fil olayı esnasında, gökyüzünde ansızın sürü hâlinde kuşlar görüldü. O zamana kadar öyle kuşlar hiç görülmemişti. Kuşlardan her birinin gagasında ve iki ayağında mercimekten büyük, nohuttan küçük taşlar vardı. Her taşın üzerinde bir kâfirin ismi yazılı idi. Kuşların bıraktığı taş, her askerin başından girip altından çıkıyor ve askerler hemen ölüyordu. Atlı ise, atı da ölüyordu. Ebrehe’nin ordusu kaçmaya başladı. Kuşlar takip edip, taş atarak hepsini öldürdüler. Ebrehe de çok perişan bir hâlde öldü. Ebrehe’nin veziri kaçıp kralın yanına giderek olanları anlattı. Kral, (Bunlar nasıl kuşlarmış ki, bunca seçilmiş savaşçı askerleri öldürdüler?) dedi. Bu sırada vezir yukarı bakıp, o kuşlardan birinin başının üzerinde dönüp durduğunu gördü. Vezir, krala, o kuşu göstererek, (İşte o kuşlardan biri) dedi. Tam o sırada kuş, vezirin başına bir taş attı. Vezir, kralın gözü önünde yere yığılıp öldü. Böylece Kâbe'yi yıkmaya çalışanların akıbetini kral da görmüş oldu. (Şevahid-ün-nübüvve)
Kureyş sûresi
Kureyş’i emniyet ve selâmete, kış ve yaz, gidiş ve gelişlerde rahatlığa kavuşturan, onları açlıktan kurtarıp doyuran ve korkudan emin kılan Kâbe’nin Rabbine kulluk etsinler.
Mâun sûresi
Dini inkâr edeni gördün mü? Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmediği hâlde, gafletle ve riya ile namaz kılanların vay hâline! Onlar, maunu men ederler.
Mâun, zekât, her türlü iyilik ve yardım demektir. (Kurtubî)
Kevser sûresi
Habibim, biz sana, Kevser’i verdik. O hâlde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes! Sana dil uzatanın, asıl kendisi ebterdir.
Kevser için şunlar bildirilmiştir:
1- Cennette bir ırmak veya bir havuzdur ki suyu baldan tatlı, sütten beyaz ve kardan soğuktur.
2-Kur’an-ı azîm’dir ki, dünyevî ve uhrevî hayırları toplayan bir kitaptır.
3-Resul-i Ekrem’in “sallallahü aleyhi ve sellem” haiz olduğu peygamberlik şerefidir.
4- Gökte ve yerde Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için çok zikir ve senadır.
5- Resulullah’ın nesli ve ona tâbi olanlardır.
6- Resulullah’ın Eshab-ı kiramı ve ümmetinin âlimleridir.
Kâfirûn sûresi
Ey Habibim, de ki: Ey kâfirler, ben sizin taptığınız putlara tapmam. Benim ibadet ettiğime de siz ibadet etmezsiniz. Ben sizin putlarınıza tapmam, siz de benim ibadet ettiğime tapmazsınız. Sizin dininiz size, benim dinim banadır!
Nasr sûresi
Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de, insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek tesbih et! Ondan af dile, çünkü O, tevbeleri hep kabul edendir.
Tebbet sûresi
Ebu Leheb’in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu. Malı da, kazandığı da onu kurtaramadı. O, alevli bir ateşe girecek, karısı da, boynunda bükülmüş bir iple odun taşıyacaktır.
İhlâs sûresi
De ki: O Allah birdir, Samed’dir, doğurmadı, doğmadı. Hiçbir şey Ona denk olamaz.
Samed, kimseye muhtaç olmayıp, herkesin ona muhtaç olduğu kimse demektir.
Felak sûresi
De ki: Yaratıkların şerrinden, karanlığın çöktüğü gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden, haset edince hasetçinin şerrinden, felakın Rabbine sığınırım.
Felak, sabah veya bütün yaratılmışlar demektir. (Kurtubî)
Nâs sûresi
De ki: İnsan ve cinden, gönüllere vesvese veren şeytanın şerrinden, insanların İlâhına, Melikine ve Rabbine sığınırım.
Ayrılık günü gelir
Tomurcuk gül de solar, bir gün düşer dalından,
Kim var ki ayrılmayan, sevdiğinden, malından?

5 Şubat 2013 Salı

Hutbede dört halife

Sual: Birkaç camide, hutbelerde dört halifenin ismi okunurken, çok camide okunmuyor. Okunmaması Ehl-i sünnete aykırı değil midir?
CEVAP
Elbette aykırıdır. Hattâ bid’attir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Samane şehrinin hatibinin, Kurban bayramı hutbesinde, Hulefa-i Raşidin’in, yani Resulullah'ın dört halifesinin isimlerini söylemediğini ve namazdan sonra bir kısım cemaatin kendisine bunu söyledikleri zaman, (Unuttum veya şaşırdım) gibi bir özürde bulunmayarak, (İsimleri söylenmezse ne olurmuş?) diye inat da etmiş. Halktan ileri gelenler, bu hâle seyirci kalıp o insafsız hatibe haddini bildirmemişler. Hulefa-i Raşidinin isimlerini okumak, hutbenin şartı değilse de, Ehl-i sünnet vel-cemaatin şiarıdır, nişanıdır. Onu, bile bile, inat ederek ancak kalbi bozuk olan okumaz. Ehl-i sünnet olan bir Sultan zamanında, böyle bid’at çıkarmak, ne büyük cesarettir. Belki de, devlete, ülül-emre karşı gelmek demektir. Bununla beraber, asıl şaşılacak şey, o şehrin muhterem eşrafının, ileri gelen Müslümanlarının, bu vaka karşısında kımıldamamaları, gevşek davranmalarıdır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Gücü yeterken, günah işleyenlere mâni olmayıp susmak, ne kadar çok kötüdür) buyuruldu. Bu tüyler ürpertici haberi duyar duymaz aklım başımdan gitti. Farukî damarım harekete gelip bu yazılar kalemimden çıktı. (2/15)
Hutbede dört halifenin isimlerini yüksek sesle okumak, Ehl-i sünnet olmanın alametidir, okumak istemeyenden kaçmalıdır. (İ. Ahlakı)
Kılavuzu karga ise
Sapık şeyh çoğaldıkça, zil takıp oynar şeytan,
Kurtulamaz çöplükten, rehberi karga olan.

Nefsle cihadın önemi

Sual: Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın nefisleri itminana kavuştuğuna göre, (Küçük cihattan döndük, nefsle olan büyük cihada başladık) hadisindeki nefsle olan cihad nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Nefs, mutmainne olunca, kıl kadar azgınlık, taşkınlık yapmaz. İslamiyet’e tam teslim olmuş, her kötülüğü yok olmuştur. Sahibi için kendini yok etmiştir. Böyle olan nefsin İslamiyet’e uymaması imkânsızdır. Nefs Allahü teâlâdan, Allahü teâlâ da ondan razı olunca artık taşkınlık, azgınlık yapamaz. Azgın olandan razı olunmaz. Allahü teâlânın razı olduğu nefs, razı olunmayacak bir şey yapabilir mi? Hadis-i şerifte bildirilen büyük cihad bedene, cesede karşı yapılan cihaddır, çünkü insanın bedeni su, ateş, toprak ve hava gibi birbirine zıt olan dört türlü maddeden yapılmıştır. Her çeşit madde, başka şeyler istemekte ve başka şeylerden kaçmaktadır. İnsanın şehvanî istekleri, bedenden doğmaktadır. Gazap etmesi, istememesi de, bedenden ileri gelmektedir. Bu cihadın sonu olmaz. Nefsin itminana ermesiyle, kalbin vilayet makamına kavuşmasıyla, bu cihad yok olmaz. İnsanda bu cihadın bulunması, çeşitli faydalar sağlamaktadır. Böylece beden temizlenir. Âhirette yüksek derecelere kavuşulur. (2/50)
Buradaki büyük cihad, insanın huyunu, İslam ahlâkına uygun şekilde düzeltmeye çalışmasıdır. (Can çıkar huy çıkmaz) sözü doğrudur, huy tamamen yok olmaz, ama terbiye edilebilir. Yani insan İslam ahlâkıyla ahlâklanırsa, huyunu iyi yerde kullanır. Mesela sert mizaçlıysa, bunu olumlu yönde kullanır. Kötülere karşı mücadele eder. Huysuzsa, mutlaka o huysuzluk bir gün çarpar, ya bir kalb kırar veya birine bir hakaret eder, o zaman da kazandıklarının hepsi gider. Kötü huy felakettir. Mesela inat ve kibir kimde varsa çok fenadır. (Ben haklıyım, benim görüşüm doğru) demek ve kendini başkasından üstün görmek kibirdendir. Bunlar kâfirde varsa, Müslüman olmasına engeldir. Müslümanda varsa, son nefeste imansız gitmesine sebep olur.
En güzel ahlâk, aşırı uçlardan uzaklaşarak hep orta yolda olmaktır. Her şeyin ortasını bulan, yalnız Resulullah’tır “sallallahü aleyhi ve selem.” Biz ortayı bulamayız, ama ortalamasını bulmaya çalışmalıyız.

4 Şubat 2013 Pazartesi

Seferde namazı kısaltmak

Sual: Mezhepleri ve hadis-i şerifleri kabul etmeyip (Yalnız Kur’an) diyen biri, (Seferde namazı kısaltmak diye bir şey Kur’anda yok) diyor. Her şeyi Kur’anda aramak yanlış değil mi? Mesela Kur’ana göre namaz nasıl kılınır? Resulullah, nasıl kılınacağını tatbiki olarak göstermemiş mi? (Allah, “Niye namazı az kıldın?” demesin de, “Niye çok kıldın?” derse desin, seferde namazı tam kılmanın mahzuru olmaz) diyor. Bu konuda dinimizin hükmü nedir?
CEVAP
(Yalnız Kur’an) diyenler, dinimizi içten yıkmaya çalışan mezhepsizlerdir. Peygamber efendimiz, “sallallahü aleyhi ve sellem” seferilik konusundaki hükümleri de bildirmiş, mezhebimiz de açıklamıştır. Hadis-i şerifleri yok saymak çok tehlikelidir. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu, nasıl kılınacağı, rükû ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.
Peygamber efendimiz, Nisa sûresinin, (Yeryüzünde sefere çıkınca, namazı kısaltabilirsiniz!) mealindeki yüz birinci âyetini açıklamış, seferde namazlarını kısaltmış ve kısaltılmasını emretmiştir. Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Seferde namazı tamam kılan, mukimken eksik kılan gibidir.) [Dâre Kutnî, İbni Neccar]
(Allahü teâlâ seferde, dört rekâtlı namazları iki rekât kılmayı emretmiştir.) [Tirmizî, Nesaî, Ebu Davud]
İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, Resulullah'ın diliyle, dört rekâtlı farzları, seferde iki rekât olarak kılmayı emretmiştir. (Müslim, Ebu Davud, Nesaî)
İbni Mesud hazretleri de, Resulullah'ın seferde yatsının dört rekât farzını iki rekât kıldığını bildirmiştir. (Buharî)
Oruç tutup bayılan birini gören Resulullah, “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Seferde oruç tutmak, taat ve ibadet değildir) buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî)
Eshab-ı kiramın büyüklerinden Abdullah İbni Ömer hazretlerine, (Nisa sûresinde, sadece korku hâlinde ve seferde namazı kısaltmaya izin verildiği hâlde, niye namazları kısaltıyoruz?) diye sorulunca, (Resulullah, bize dinimizi anlatırken, seferde namazı iki rekât kılmayı öğretti) buyurdu. (Nesaî)
Hanefî uleması, bu hadis-i şerifleri ve benzerlerini delil alarak, seferde dört rekâtlı farzları iki rekât kılmanın vacib, dört rekât kılmanın ise günah olduğunu bildirmiştir. (Tahtavî)
(Allah, “Niye namazı az kıldın?” demesin de, “Niye çok kıldın?” derse desin, seferde namazı tam kılmanın mahzuru olmaz) ifadesi de çok yanlıştır, ilmî değildir, bir mugalatadır, yanıltıcı bir sözdür. Dinde esas olan emre uymaktır, emre uymamak suçtur. Mesela, sabah namazını iki yerine üç, akşam namazını üç yerine dört rekât kılsak bu namazlar hiç sahih olmaz. Üstelik emre uymamanın ötesinde, Allahü teâlânın emrini değiştirmiş oluruz.
Danışmak
İstişare sünnettir, danışan dağı aşar,
Danışmadan iş yapan, düz yolda bile şaşar.

En güzel surette yarattık

Sual: Tin sûresinde, insanın ahsen-i takvîm üzere yani en güzel şekilde yaratıldığı bildiriliyor. Kâfir olan insanlar da olduğuna göre, kâfire niye güzel deniyor?
CEVAP
Kâfire güzel denmiyor. İnsan, diğer mahlûklara, hayvanlara göre daha mükemmel yaratılmıştır. Hayvanlara verilmeyen akıl ve konuşma kabiliyeti, insanlara verilmiştir. Organlar birbirine uygun şekilde yaratılmıştır. Vücutta ne fazla, ne de eksik bir organ var. Mesela üç kol olsa fazla olur, üç bacak olsa fazla olur, tek kol ve tek bacak olsa eksik olurdu.
Buradaki uygunluk ve güzellik, şeklî güzelliktir, imanlı veya imansız olmakla ilgisi yoktur. Her çocuk günahsız doğar, sonra ya mümin veya kâfir olur. Günahsız doğan bir Hristiyan’ın kızı, büyüyüp dünya güzeli olsa, ona çirkin denmez. Kâfir, inanç yönünden çirkindir.
Çok güzel bir bıçak yapılsa, o bıçakla insan öldürülse, bıçak yine aynı bıçaktır, zararlı işte kullanılmıştır. Günahsız doğup dünya güzeli olan kız da, kâfirliği seçmişse, yanlış iş yapmış olur. Sonsuz azaba maruz kalır.
O âyet-i kerimedeki ahsen-i takvîm ifadesi şöyle açıklanmıştır:
(Biz insanı ahsen-i takvim üzere yarattık) demek, en güzel surette, boylu boslu, sureti güzel, organların yeri, sayısı en iyi kullanmaya müsait tarzda, kâinatın bütün özelliklerini içine alacak şekilde yarattık demektir. (Beydavî)
Ebu Bekir bin Tahir, (İnsan, akılla süslü, ilâhi emri yerine getirebilen, ayırt etme gücü olan bir varlık olarak yaratılmıştır) demiştir. İbni Arabî de, (İnsandan daha güzel bir mahlûk yoktur. Allah, onu canlı; bilgi, kudret, irade sahibi; konuşan; işiten; gören; işini çekip çeviren ve hikmetli bir şekilde davranan bir varlık olarak yaratmıştır. Bütün bunlarsa yüce Rabbin sıfatlarıdır) demiştir. Kimi âlimler de, (İnsan küçük evrendir. Zira yaratılmışlarda bulunan her ne varsa, onda toplanıp bir araya getirilmiştir) demişlerdir. (Kurtubî)
İşte bu kadar güzel yaratılıp akılla da süslenen insan, Rabbini inkâr eder, yaratılış gayesini unutursa, o zaman çok aşağı dereceye düşmüş, hatta hayvanlardan bile aşağı olmuş olur.

Cuma günü cem

Sual: Seferde cuma günü, öğleyle ikindiyi cem etmesi gereken kişi, cumanın farzıyla ikindiyi mi cem eder, yoksa zuhr-i âhirle ikindiyi mi cem eder?
CEVAP
Seferî olana cuma kılmak farz değildir, öğleyi kılması ise farzdır. Cumanın sıhhat şartlarından bazıları olmadığı için, cumayı kılmayıp, öğleyle ikindi, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek cem edilir.
Sübha’ya niyet
Sual: Sabah namazından önce, sabahın sünneti hariç, nâfile kılmak mekruh olduğu için, sabahın sünnetini kılarken abdeste şükür yani Sübha namazına da niyet etmek mekruh olur mu?
CEVAP
Mekruh olmaz. Çünkü Sübha namazı, nâfile kılınması mekruh olan vakitte kılınmıyor. Kılınması gereken, mekruh olmayan bir namaz kılınırken, Sübha’ya da niyet ediliyor. Bunun için mahzuru olmaz. Akşam namazından önce de nâfile kılmak mekruhtur, fakat akşamın farzını kılarken de, Sübha’ya da niyet etmek mekruh olmaz. Camide kılınıyorsa, Tehıyyet-ül mescide de niyet edilebilir.
Sonsuz mutluluk
Kurtuluş kolaylaşır, secdeye değse başlar,
Çünkü sonsuz mutluluk, ancak namazla başlar.

Dua almaya çalışmalı

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ubeydullah-i Ahrar hazretlerine, bu makama nasıl kavuştuğu sorulunca buyurur ki:
(Yalnız, Allahü teâlânın kullarına iyilik etmekle kavuştum. Benim bir huyum var. Herkese yardım ederim. Her zaman birini ziyaret edip duasını almaya çalışırım. Aksini yapmak elimde değil. Bir zaman, medresede dört arkadaş kalıyorduk. Benden başka hepsi bulaşıcı ve çok kötü bir hastalığa yakalandı. Herkes hattâ doktor bana, “O odada kalma, hastalık sana da bulaşır!” dedi. Onlara, “Ölürüm de yine çıkmam, onlar benim arkadaşım, bulaşırsa bulaşsın” dedim. Onların yemeğini, suyunu veriyor, her türlü hizmetlerini görüyordum. Nihayet bir gece hastalığın bana da bulaştığını anladım. Sabah kalkınca da kendimi iyileşmiş ve nura gark olmuş buldum, çok şükrettim. Allahü teâlâ her şeye kâdir, hepimiz sapasağlam ayağa kalktık, iyileştik.)
Her şey tıpla hâllolmaz. Bazen de böyle, Allahü teâlâ bir (Kün = Ol) der, o şey hemen oluverir. Sadece Cenab-ı Hakk’a güvenene Allahü teâlâ yardım eder. Başkasına güvenenin işini ise onlara bırakır.
Bir fakir, zengin birinin kapısına gelir. (Efendim, kaç gündür açım, bir lokma ekmek!) der. Zengin kızar, hakaret eder, kapıyı yüzüne çarpar. Fakir neye uğradığını şaşırır. (Vermeyebilir, ama bu hakaret, bu azarlama niye?) der. Çok ağırına gider. Karşıya geçip bir yere oturur, hüngür hüngür ağlar. O sırada oradan geçen bir âmâ, bunun sesini duyar. Sebebini sorunca fakir, olanları anlatır. Âmâ ona, (Gir koluma, bizim burada bir gecekondumuz var. Orada ne varsa beraber yeriz) der.
Eve gelirler, karınlarını doyururlar. Âmâ, (Burada yatacak yer de var. Ye, iç, yat! Sen benim misafirimsin) der. Fakir çok duygulanır, kalbinin tam inceldiği bir anda ellerini açar, (Ya Rabbî, bir âmâ kulun, fakir olduğu hâlde bana bu iyilikleri yapıyor, bu kulun bana kapısını açtığı gibi, sen de bunun gözlerini aç!) diye dua eder. O anda âmânın gözleri açılır.
Olay duyulunca, o zengin âmâya gelip, (Nasıl oldu bu iş?) der. Âmâ da, (Devlet kuşu ayağına kadar gelmişti, ama sen bu fırsatı kaçırdın. Belki o sana dua etseydi, senin de kalb gözün açılırdı, ama bu nimet bana nasip oldu) der. Kimin duasıyla ne olacağı bilinmez. O hâlde dua almak için fırsatları kaçırmamalıdır.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Allahü teâlâ rızkı gökden göndermekdedir

[Bunu âyet-i kerîmeler ve hadîs-i serîfler açıkça haber veriyor. Bugün fen

adamları, bu hakîkati anlamaga baslamısdır. Yagmurlu havalarda, simsekler sebebi

ile, havanın azot gazı, oksigen gazı ile kimyâca birleserek, azot monoksid denilen,

renksiz gaz hâsıl oluyor. Bu gaz havada serbest hâlde kalamaz. Tekrâr oksigenle

birleserek azot dioksid hâline dönüyor. Turuncu renkli ve bogucu olan bu

gaz da, havadaki nem [su buhârı] ile birleserek, nitrik asid [ya’nî kezzab ismi ile

satılan mâyı’] tesekkül ediyor. Yine simseklerin te’sîri ile havadaki su buhârının

parçalanmasından serbest hâle geçen hidrogen [müvellidülmâ’] gazı da, havanın

azotu ile birleserek amonyak gazı hâsıl oluyor ki, bu gaz, o esnâda hâsıl olan nitrat

asidi ile ve havada zâten mevcûd olan karbondioksid gazı ile birleserek amonium

nitrat ve amonium karbonat tuzları meydâna geliyor. Bu iki tuz, diger bütün

alkali ma’denlerin tuzları gibi, suda eridiginden, yagmurla topraga iner. Toprak,

bu maddeleri kalsium nitrat hâline çevirerek, nebâtlara verir. Nebâtlar, bu tuzları

albüminli maddelere [proteinlere] çevirir. Proteinler, bitkiden, ot yiyen hayvanlara

ve insanlara geçer. Insanlar, nebâtâtdan ve ot yiyen hayvanlardan alır. Bu maddeler

insanların ve hayvânların hücrelerinin yapı tasıdır. Kuru proteinlerin içinde

% 14 [yüzde ondört] azot gazı vardır. Iste, yagmur suları vâsıtası ile topraga, her

sene dörtyüzmilyon tondan ziyâde hava azotunun gelerek gıdâ hâline döndügü bugün

hesâb edilmisdir. Denizlere gelen, elbette dahâ çokdur. Semâdan, bu sûretle

rızk indigini bugün fen yolu ile anlıyabiliyoruz. Dahâ nice sekllerde de inmekdedir.

Fen, ileride bu yollardan ba’zısını da belki anlıyacakdır].

Yükseğe secde

Sual: Sağlam kimsenin yüksek yere secde etmesi caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Sağlam kimsenin 25 cm kadar yükseğe secde etmesi mekruhtur. Bundan daha yükseğe secde edilirse, namaz fâsid olur, yani bozulur. (İslam Ahlakı)
Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” az yüksek şey üzerine de, secde etmemiştir. Az yükseğe de secdenin caiz olmadığı [mekruh olduğu] Cami-ur-rumuz ve Tebyin haşiyesinde yazılıdır. (S. Ebediyye)
Secde için eğilemeyen hasta, yerden 25 cm’den daha az yüksek bir şey üzerine secde edebilir, daha yükseğe secde edemez.
Namaz ve Cemaat
Namaz kılan gösterir, Mevlâ’ya itaati!
Faziletini bilen, kaçırmaz cemaati!

Yardım eden yardım görür

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, dinimize uyanlara yardım eder. Bunu Kur’an-ı kerimde yeminle bildiriyor. (Eğer siz Allah’ın dinine uyup, yardım ederseniz, O da size yardım eder) buyuruyor. Ehl-i sünnet âlimleri, medrese, cami, dinî neşriyat ve fakir fukaraya, hayır hasenat yaparlardı. O büyüklerin yolunda dine hizmet edenlere de, Allah muhakkak yardım eder.
Demek ki, Allahü teâlânın yardım etmesinin birinci sebebi, dinimize uymak, haramlardan sakınıp farzları yapmak; ikincisi de Onun kullarına iyilik etmektir. Abdülvehhâb-ı Şa’râni hazretleri anlatır:
(Bir gün evde otururken, bizim hanımın birden her yeri felç oldu. Hiçbir yeri kıpırdamıyordu. Ağrısı, sızısı öyle çoktu ki, ölecek duruma gelmişti. Ne yapacağımı bilemedim, şaşırıp kaldım. Kayınvalidem, çocuklar, üzüntüden kendilerini yerden yere atıyorlardı. Tabiî çok üzüldüm, çok korktum. O anda, (İçerideki odada bir duvar yarığı var, orada bir böcek, bir sineği rahatsız ediyor, öldürecek, yiyecek. Git o sineği kurtar! Biz de seni kurtaralım) diye bir ses duydum. Koşa koşa o odaya gittim. Hakikaten duvarın yarığında bir böcek, bir sineği yakalamış, öldürecekti. İkisini bir çubukla ayırdım, sinek uçarak kaçtı. İçeri geldim, hanım ayağa kalkıyordu. Bir anda iyileşmişti. Bunun üzerine, (Kim benim bir mahlûkumu sıkıntıdan kurtarırsa, biz de onu sıkıntıdan kurtarırız) diye bir ses daha duydum.
Dolayısıyla, sineğe bile yapılsa, zerre kadar iyilik kaybolmaz. Ya bu yardım edilen, gariban bir insansa, daha kıymetli olur. (En hayırlı kimse, insanlara faydalı olandır) hadis-i şerifi bunu bildiriyor. Tabiî faydalı olmanın da, azı var, çoğu var. Merhum hocamız, (En faydalı iyilik, birini Cehennemden kurtarmaktır) buyururdu. Biri ateşte yanacaksa, ona apartman, elbise verilse ne faydası olur? Zaten hepimiz bir rüyada yaşıyoruz. Ölünce bu rüya bitecektir. (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) hadis-i şerifi bunu bildiriyor. Ölünce geriye hiçbir şey kalmaz. İnsan doğarken neyse, ölürken de öyledir. Sadece sarılan bezin adı değişiyor. Birine kundak bezi, diğerine kefen bezi deniyor.

1 Şubat 2013 Cuma

Yemin kefareti

Sual: Maide sûresinin, (Yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek veya giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Bunları yapamayan üç gün oruç tutar. Yeminlerinizin kefareti budur) mealindeki 89. âyetinde bildirilen yedirmenin veya giydirmenin kıymeti, fakire verilemez mi?
CEVAP
Fıkıh kitaplarımızda deniyor ki: Sarık ve mest vermek, elbise olarak caiz olmaz. Yemek bedeli olarak caiz olur. Şayet her fakire birer sarık verilir, bu da gömlek veya uzun don olmaya müsait olursa caiz olur, değilse elbise olarak caiz olmaz, fakat kıymeti bir fıtra miktarı olursa, yemeğe bedel olarak caiz olur.
On fakire bir elbise verilse, bunun kıymeti, her fakire verilecek bir elbise bedelinden fazla bile olsa, bu, elbise yerine caiz olmaz. Ancak, yemek yerine olur. Yemin kefareti için eski bir elbise verilse fakat yeni elbisenin dayandığı müddetin yarısından az zaman dayansa bu caiz olmaz, fazla dayanırsa caiz olur. Kıymetinin ucuz veya pahalı olması hükmü değiştirmez. Bir kimse bir fakire, bir defada on elbise verse, yemekte olduğu gibi bu da caiz olmaz. On fakire bir hayvan verse, kıymeti on elbiseye veya on yemeğe bedel olsa, kıymeti itibarıyla, elbiseden bedel caiz olur. Verilen dirhemler de [gümüş paralar da] böyledir, yani kıymeti, elbiseye değil de, yemeğe bedel olursa caiz olur. (F. Hindiyye)
Yemin kefareti için, bir köle azat etmek veya on fakiri sabah akşam doyurmak yahut on fakire orta halli insanlara elverişli, üç aydan fazla dayanacak ve bedenin çoğunu örtecek bir kat elbise vermek gerekir. Elbise yerine yalnız don caiz olmaz. Ancak donun kıymeti sabah akşam bir fakiri doyuracak kadar yani bir fıtra miktarı değerde olursa, kıymeti itibarıyla caiz olur. (Dürr-ül-muhtar)
Tefsirlerde ve fıkıh kitaplarında sirke, zeytinyağı, başa giyilen sarık, peynir gibi maddelerin de verilebileceği yazılıdır. (Kurtubî)
Yemin kefareti olarak, on fakire bir kere veya bir fakire on gün, her gün bir kere yarım sa’ buğday, un veya ekmek yahut bu değerde başka mal, altın, gümüş para temlik etmek [vermek] de olur. [Bir fıtra değerinden aşağı olmamak şartıyla] kumaş, havlu, mendil, çorap, et, pirinç, çamaşır, terlik, ilaç veya din, fen, ahlak kitabı verilebilir. (S. Ebediyye)

Abdünnebi demek

Sual: Bu yıl hacca gidince, yine bize birçok kitap dağıttılar. Sûrelerin tefsirinde, (İslamiyet budur) diyerek hep kendi görüşlerini yazmışlar. Abdullah isimli bilgili bir Vehhabi ile bilgisiz cahil Abdünnebi konuşturuluyor. Uydurulan hikâyede, (Abdünnebi ismini koymak şirktir. Allah'tan başkasına kul olunmaz, Allah'tan başkasına rab, mevlâ denmez) deniyor. Vehhabilerin sapıklıkları malum. Bu görüşlerinde de bir yanlışlık veya gizli bir hile var mı?
CEVAP
Onların elinde her zaman bir şirk damgası vardır, önüne gelene rastgele bu damgayı basarlar. Bir Müslümana kâfir demek çok yanlış ve tehlikelidir.
Bazı kelimelerin birkaç mânası olur. Cümledeki yerine göre mânası değişir. Kul kelimesi, mahlûk, insan, köle, bende, emir altında bulunan, tâbi, mensup gibi mânalara gelir.
Padişaha bağlı askerlere Kapıkulu denirdi. Bende kelimesi de kul demektir. (Bendeniz, kulunuz) demektir. Bu tâbir bugün bile tevazu ifadesi olarak kullanılmaktadır. Padişahlar, tebaasından olan sadık yardımcıları için, sağ kolum anlamında (Kulum) tâbirini kullanırlardı.
(Kulum) tâbiri Kur'an-ı kerimde de geçer. (Bu, benim adamım, sağ kolum) gibi bir tâbirdir. Cenab-ı Hak, şeytana, (Benim kullarıma senin hâkimiyetin yoktur) buyuruyor. (İsra 65)
İyiler de kötüler de, Allahü teâlânın kulu olduğuna göre, şeytanın aldatamadığı kulun diğerlerinden farklı bir kul olduğu açıktır. (Benim kulum) dediği salih kullarıdır.
Abd, kul, köle demektir. Abdünnebi, (Nebi’nin kölesi) demektir. Nebi ismindeki birinin kölesine, Nebinin kölesi denmez mi? Kur'an-ı kerimde, Allahü teâlâ, insanlara hitap ederken, köleler için, (ibadiküm = kullarınız) tâbirini kullanıyor. Demek ki, insanların da kulları yani köleleri olur. Nur sûresinin 32. âyetinde mealen, (Evli olmayan kadınlarınızı, kullarınızdan ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin!) buyuruldu. İmam-ı Gazalî hazretleri, (Bid’at ehli Kur'an-ı kerimi anlayamaz) buyuruyor. Vehhabilerin ana dili Arapça olduğu hâlde, âlim dedikleri zatları bile, bu kadarını anlamaktan âciz oluyorlar. Ehl-i sünnet olmadıkça, Kur'an-ı kerimi doğru anlamak mümkün olmaz.
Rab kelimesi, ilah mânasından başka, sahip, malik, hükümdar, efendi mânasına geldiği gibi, besleyen, yetiştiren, terbiye eden anlamına da gelir. Yusuf aleyhisselamın zindandan çıkan bir arkadaşına, (Rabbinin yani hükümdarın yanına gidince benim suçsuz olduğumu ona söyle!) dediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. O âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Rabbinin [hükümdarın, efendinin] yanında [zindandan çıkarılmam için] beni an!) [Yusuf 42]
Demek ki rab kelimesi sadece ilah anlamında değildir. Hükümdar, terbiye eden gibi mânalara da gelir. Bunun için terbiye eden, yetiştiren, ders veren erkeğe mürebbi, kadına da mürebbiye denir.
Mevlâ kelimesi de yedi mânaya gelir. Meşhur olan üç mânası ilah, köle ve efendi demektir. Mevlâna Celaleddin Rumi demek, (Efendimiz Celaleddin Rumi) demektir. Buradaki (Mevlana = Mevlamız) kelimesi (İlahımız Celaleddin Rumi) demek değildir. Büyüğümüz, efendimiz demektir.
Bid’at ehli, bunları bilmediği için Abdünnebi diyen Müslümanları müşrik diye damgalıyor. Sadece bu konuda değil, birçok konuda, Müslümanlara müşrik diyorlar. Müslümana kâfir diyenin imanı varsa, kendisi kâfir olur. Vehhabilerin imansız oldukları birçok muteber eserde yazılıdır.
Hristiyanlar da, bu kul kelimesiyle alay ediyorlar, (Müslümanlar, kendilerini kul köle kabul ediyorlar, hâlbuki biz Tanrı’nın çocuklarıyız) diye övünüyorlar.
Bilmemek o kadar ayıp sayılmaz, ama bilmediğini bilmeyip Müslümanları tekfir etmek, şirk damgası vurmak çok büyük bir ahmaklıktır.
İhlâs ve namaz
İhlâsla namaz kılan, kavuşur çok nimete,
Sıkıntıya uğramaz, uçup gider Cennete.