20 Mart 2014 Perşembe

ölüm hakkında güzel bir yazı

Her
doğan yeni gün ile birlikte hepimize yeni bir dünya kurulur. Her şey
bizim için yeniden yapılır... Güneş ışıklarıyla, kuşlar sesleriyle,
çiçekler tebessümleriyle bu hazırlığa katılır. Böylece, imtihan için
dünyaya gönderilen insanın eline 24 saat denilen bir fırsat verilir. Ve
zaman sahifesinde hayatımız yazılmaya başlanır...
Alışkanlıklar,
dikkatleri öylesine köreltir ki, olup bitenin çok kimse farkına bile
varmaz. Bütün gün, güneşin altında dolaştığı halde, ondan habersiz
yaşayanların sayısı yine de az değildir.
Gelin biz aynı duruma
düşmeyelim. Belki bu son fasıl, bu son fırsattır. Ömrün, bir akşamını
daha geride bırakmak üzere olduğumuzu unutmayalım.
Ölümü,
kendi başımıza gelmeden önce, başkalarına ait bir şey zannetmekten
vazgeçelim. Ne kadar gördüysek hep biz cenaze taşımışız, kabre koymuşuz.
Hep böyle olacak sanıyoruz... Üzerinde yaşamakta olduğumuz, tatlı ve
acı günler geçirdiğimiz dünyamıza ve içindekilere, bir daha buluşmamak
üzere veda edeceğiz.
Hepimiz burada misafiriz, buradan başka yerlere gideceğiz. Misafir olan beraberinde götüremeyeceği şeylere gönül vermez.
İstesek
de istemesek de bir gün mutlaka öleceğiz. Bu, bütün varlıklar için
mukadderdir. Ölümle ne kadar güreşsek hep o galip gelir.
Ayaklarımızın
altındaki toprak bir gün boyumuzu aşacaktır. Öyle bir günle
karşılaşacağız ki, gecesini göremeyeceğiz, öyle bir gecemiz olacak ki,
gündüzü olmayacaktır.
Ne kadar güzel giyinirsek giyinelim, son
elbisemiz kefendir. Ne kadar konforlu evlerde, villalarda, köşklerde
oturursak oturalım son taşınacağımız ev kabir olacaktır.
Ölüm
kimseye acımaz, kimseden korkmaz, serveti ne kadar çok olursa olsun önem
vermez, rüşvet almaz. Zamanı gelince insanın işini bitirir, canını
alır.
Bugüne kadar hiç kimse, ölümden ne kendisini ne de
başkasını kurtarabilmiştir. Cihana hükmedenler bile Azrail aleyhisselam
karşısında boyun bükmüş ve ruhunu teslim etmek zorunda kalmışlardır.
Yeryüzünde
binlerce din vardır, bunlara inanan milyonlarca insan var, dinsizler de
mevcuttur. Ayrı ayrı şeylere inanırlar. Fakat bunların ortak
inandıkları bir şey vardır ki, o da ölümdür!.. Ölümü hiç kimse inkâr
etmez, edemez de. O halde hazır olmalıyız.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: "Akıllı insan ölümü en çok düşünen ve ölümden sonraki hayat için hazırlık yapandır."
İnsanoğlu
rahat edebilsin diye dünyadaki evinin bütün eksikliklerini tamamlar,
daha sonra taşınır. Elektriği yanmıyorsa, suları akmıyorsa, kapısı
penceresi muhkem değilse sıkıntı çeker...
Kabre girmeden önce orasını da mamur hale getirmeliyiz. Dünyadaki evimizden daha çok orada kalacağız.
Dünya evinde huzur bulamadıysak değişme imkânımız vardır, başka bir eve taşınabiliriz. Fakat kabrimizi değişme şansımız yoktur.
"Ben bu kabirde rahat edemedim, beni başka bir kabirde yatırın" diye yalvarsak, bize kim kulak verir?
Kabrimizin içi güzel olmalıdır. Dışının mamur olmasının bize bir menfaati olmaz...
Dünya hayatı çok kısadır. Sonu ölüm olan bir hayat, kısa olsa ne olur, uzun olsa ne olur!..

27 Şubat 2014 Perşembe

Dert ve belaların geliş sebebi

İmam-ı Rabbani hazretleri, insana belanın geliş sebeplerini sual ve cevaplarla şöyle açıklıyor:

Sual:
Enbiya ve evliya, hep dert ve bela içinde yaşadı. Halbuki, Şura suresinde, (Size gelen belalar, kabahatlerinizin cezasıdır) buyuruldu. Bu âyete göre, dertlerin çokluğu, günahın çokluğunu gösteriyor. Enbiya ve evliya olmayanın, çok sıkıntı çekmesi gerekirken dostlarına, neden dert, bela veriyor? Düşmanları neden rahat ve nimet içinde yaşıyor?
CEVAPDünya, zevk yeri değil. Ahiret, bunun için yaratıldı. Dünya ile ahiret, birbirinin zıddı, tersidir. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebep olur. Yani, birinde zevk aramak, ötekinde elem çekmeye sebep olur. O halde, dünyada nimetleri, lezzetleri çok olanlar, bunlara lazım olan şükrü yapmazlarsa, ahirette çok acı çekecektir. Bunun gibi, dünyada, tehlikelerden sakındığı halde, çok acı çeken mümin, ahirette çok lezzete kavuşacaktır. Dünyanın ömrü, ahiretin uzunluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Sonu olan, sonsuz ile ölçülebilir mi? Bunun için dostlarına merhamet ederek, sonsuz nimetlere kavuşmaları için, dünyada birkaç gün sıkıntı çektiriyor. Düşmanlarına, biraz lezzet verip, çok elemlere sürüklüyor.

Sual:
Allahü teâlâ, her şeye kadirdir. Dostlarına, hem dünyada, hem ahirette nimetler verseydi ve dünyada verdiği lezzetler, ahirette, bunların elem çekmesine sebep olmasaydı, daha iyi olmaz mı idi?
CEVAPBunun çeşitli cevapları vardır. Yedisi şöyledir:
1- Dünyada, birkaç gün dert, bela çekmeselerdi, Cennetin lezzetlerinin kıymetini anlamazlardı ve ebedi nimetlerin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyada bunlara elem vermek, sanki daimi lezzetleri arttırmak içindir. Bu elemler, bir nimet olup, cahil halkı denemek için, büyüklere verilen nimetler, elem olarak gösterilmektedir. Yabancılara elem şeklinde gösterilen, dostlar için nimettir.

2-
Belalar, sıkıntılar, cahil için sıkıntı ise de, bu büyüklere, sevdiklerinden gelen her şey, tatlı olur. Nimetlerden lezzet aldıkları gibi, belalardan da lezzet duyarlar. Hatta, bela sadece sevgilinin arzusu olup, kendi istekleri karışmadığı için, daha tatlı gelir. Nimetlerde bu lezzet bulunamaz. Çünkü, nimetlerde, nefislerinin istekleri de vardır. Bela gelince, nefisleri ağlar, inler. Bu büyükler, belayı nimetten daha çok sever. Bela, bunlara, nimetten daha tatlı gelir. Bunların dünyadan aldıkları lezzet, belalardan, musibetlerden gelir. Dünyada dert ve bela olmasaydı, bunların gözünde, dünyanın hiç değeri olmazdı. Dünyanın acı olayları olmasaydı, onu boş, abes görürlerdi. O halde, Allahü teâlânın dostları, dünyada da, ahirette de sevinçlidir. Dertlerden aldıkları lezzetler, ahiret lezzetlerinin azalmasına sebep olmaz.

Ahiret lezzetlerini gideren, cahillerin aradıkları lezzetlerdir. Allahü teâlânın başkalarına verdiği nimetler, dostlarına rahmettir. Onlara dert, elem olanlar da, dostlarına nimettir. Başkaları nimet gelince sevinir, dert gelince üzülür. Bu büyükler, nimette de, dertte de sevinçlidir. Çünkü bunlar, işlerin güzelliğine, çirkinliğine bakmaz, işleri yapanın güzelliğine bakar. İşleri yapan sevgili olduğu gibi, işleri de sevgili olur ve tatlı gelir. Bu dünyada, her şey, güzel olan yapıcının işi olduğundan, dert ve zarar verse de, bunlara, istedikleri ve sevdikleri şey olur. Kendilerine tatlı gelir. Allahü teâlâ, dostlarını her an, kendi arzusuna razı ettirip, zevk ve lezzet içinde tutuyor. Başkasına dert olan, dostlar için, cemal ve kemal oluyor. Bunların arzularını, arzu edilmeyen şeyler içine yerleştirdi. Dünya lezzetlerini, başkalarının aksine, ahiret derece ve lezzetlerinin artmasına sebep eyledi.

3-
Bu dünya, imtihan yeridir. Burada hak ile bâtıl; haklı ile haksız karışıktır. Burada, Allahü teâlâ, dostlarına sıkıntılar, belalar vermeseydi, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı. Halbuki, gayba iman etmek gerekir. Dünya ve ahiretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Hadid suresinin, (Allahü teâlâ, Peygamberlerine, gaybdan, görmeden, yardım edenleri bilmek için...) mealindeki 25. âyetinde, bu hâl bildirilmektedir. Dostlarını bela içinde göstererek, düşmanlarının gözünden sakladı. Dünya, imtihan yeri oldu. Dostları, görünüşte belada, gerçekte ise, zevk ve sefada. Peygamberlerin, düşmanlarla savaşması da böyle olurdu. Bedir’de Müslümanlar, Uhud’da kâfirler galip gelmişti. (Al-i İmran 140)

4-
Evet, Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Dostlarına hem dünyada, hem de ahirette rahatlık verebilir ama, âdeti böyle değildir. Kudretini, hikmeti ve âdeti altına gizlemeyi sever. İşlerini, yaratmasını, sebepler altında gizlemiştir. O halde, dünya ahiretin aksi olduğundan, dostların, ahiret nimetlerine kavuşmak için, dünyada sıkıntı çekmeleri gerekir. [Allahü teâlânın dostları, dertlere, belalara, tehlikelere karşı tedbir alır. Bunlardan kurtulmaya çalışır. Dayanılamayacak şeylerden kaçınmak, Peygamberlerin sünnetidir. Tedbirlere, çalışmalara rağmen başa gelen belalardan zevk alırlar. Dertlerden zevk almak, yüksek derecedir. Çok az seçilmişlerin yapacağı iştir.]

ASIL CEVAP
Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O halde, dostlara, belalar, sıkıntılar çok gelirse günahları kalmaz. [Ama tevbe, istiğfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz. O halde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istiğfar okumalı.] Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. (İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir) buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha suresinin, (Âdeme önce söyledik. Fakat unuttu. Azm ile, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerime bunu bildiriyor. O halde, dostlara gelen dertlerin, belaların, çok olması, günahların çok olduğunu göstermez, günahların çok affedildiğini gösterir. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur.

Cehennemdeki çok şiddetli azapların, birkaç günlük sıkıntı ile giderilmesi ve günahların temizlenmesi için dünyada sebepler gönderilmesi ne büyük nimettir. Dostlara bu muamele yapılırken, başkalarının günahlarının hesabını ahirete bırakıyorlar. O halde dostlara, dünyada çok dert ve bela vermesi lazımdır. Başkaları, bu ihsana layık değildir. Çünkü, büyük günah işlerler, yalvarmaz, boyun bükmez, ağlamaz ve Ona sığınmazlar. Günahları sıkılmadan ve kasten işlerler. Hatta inat edercesine işlerler. Hatta, Allahü teâlânın ayetleri ile alay edecek, inanmayacak kadar ileri giderler. Ceza, suçun büyüklüğüne göre değişir. Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezası ahirette sonsuz ve çok acı olmak lazım gelir. (Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler) buyuruldu. (Nahl 33)

Cahiller, ahmaklar, (Allah, dostlarına niçin bela gönderiyor da, nimet vermiyor) diyerek, bu sevgili kullara inanmıyorlar. Kâfirler, insanların en iyisine de böyle söylerdi. (Kâfirler, bu nasıl Peygamber, bizim gibi yiyip içiyor, sokakta geziyor. Peygamber olsaydı, kendisine melek gelir, yardımcıları olur, bize onlar da haber verir, Cehennem ile korkuturlardı. Yahut, Rabbi, para hazineleri gönderir veya meyve bahçeleri, çiftlikleri olur, istediğini yerdi dediler...) [Furkan 7]

Böyle sözler, ahiret hayatına inanmayanların sözleridir. Cennet nimetlerinin, Cehennem azaplarının sonsuz olduğunu bilen kimse, dünyanın birkaç günlük belalarına, sıkıntılarına hiç önem verir mi? Bu dertlerin, sonsuz saadete sebep olacağını düşünerek, bunları nimet olarak karşılar. Belalar, sıkıntılar, sevginin, şaşmayan şahitleridir. Ahmakların bunu anlamamasının ne önemi olur.

6-
Bela, kemend-i mahbubdur [sevgilinin, âşıkını kendine çekmek için gönderdiği kemenddir.] Âşıkları, sevgiliden başka şeylere bakmaktan koruyan bir kamçı gibidir. Âşıkları, sevgiliye döndürür. O halde, dertlerin, belaların dostlara gönderilmesi lazımdır. Belalar, dostları, sevgiliden başka şeylere düşkün olmak günahından korur. Başkaları, bu nimete layık değildir. Dostları, zorla sevgiliye çekerler. İstediklerini dert ve bela ile çekerler ve onu sevgili derecesine yükseltirler. İstemediklerini başıboş bırakırlar. Bunların içinden, sonsuz saadete layık olan, kendisi doğru yola gelip, çalışarak, uğraşarak, ihsana kavuşur.

Görülüyor ki, seçilenlere, bela çok gelir. Çalışanlara, uğraşanlara o kadar çok gelmez. Bunun içindir ki, seçilmişlerin, beğenilmişlerin ve sevilmişlerin baş tacı olan Peygamberimiz, (Benim çektiğim acı gibi, hiçbir Peygamber acı çekmedi) buyurdu. O halde, dert ve belalar, öyle usta bir kılavuzdur ki, dostu dosta, şaşmadan kavuşturur. Sevgiliden başkasına bakmakla onu lekelemekten korur. Ne kadar şaşılır ki, âşıklar, hazinelere malik olsa, hepsini verip, dert ve bela satın alır. Aşk-ı ilahiden haberi olmayan, dert ve beladan kurtulmak için, varını yoğunu harcar.

Sual:
Dert ve bela gelince, dostların bazen üzüldükleri de görülüyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAPO üzüntü görünüştedir. Tabiattendir. Bu üzüntünün faydaları vardır. Çünkü, bu üzüntü olmasa, nefis ile cihad edilemez. Peygamberimiz vefat edeceği zaman, görülen sıkıntısı, nefis ile cihadın son parçaları idi. Böylece, son nefesi de düşman ile mücadelede geçmiş oldu. Ölüm anında en şiddetli mücadeleyi yaptı. İnsanlık sıfatları, tabiat istekleri kalmadı. Mübarek nefsini tam itaate, hakiki itminana getirdi.
O halde, bela, aşk ve muhabbet pazarının tellalıdır. Muhabbeti olmayanın tellal ile ne işi olur. Tellalın buna ne faydası olur ve bunun gözünde tellalın ne kıymeti vardır?

7-
Bela gelmesinin bir sebebi de, doğru âşıkları, dost görünen yalancılardan ayırmaktır. Doğru olan âşık, beladan lezzet alır, sevinir. Yalancı ise, acı duyar, sızlanır. Muhabbetin tadını tatmış ise, hakiki acı duymaz. Acı duyması görünüştedir. Âşıklar, bu iki acıyı birbirinden ayırır. Bunun için, (Veli, Veliyi tanır) buyurmuşlardır.

Allahü teâlâ kullarına zulmetmez
Sual:
Deprem, trafik kazası gibi sebeplerle birçok suçsuz kimse, ya ölüyor veya sakat kalıyor. Bazılarına da, hiç suçları olmadığı halde çeşitli belalar geliyor. Suçsuz insanlara böyle bela niçin gelir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani
hazretleri, (Mektubat)da buyuruyor ki:
(Dertlerin, belaların gelmesine sebep günah işlemektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen bela, musibet, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allahü teâlâ, bir çoğunu da affederek musibete maruz bırakmaz.) [Şura 30]

(Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak gelmekte, her dert ve bela da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan gönderen Allahü teâlâdır.)
[Nisa 79]

Görüldüğü gibi suçsuz kimseye bela gelmiyor. Herkes kendi cezasını çekiyor.
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası, Herkesin çektiği kendi cezası.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
(Ümmetim şu on beş kötü hasleti işlediği zaman çeşitli belalara maruz kalır:
1- Ganimet, çarçur edilir, yerinde harcanmaz.
2- Emanete hıyanet edilir, ganimet kabul edilir.
3- Zekat cereme telakki edilir.
[Vermek istenmez, hile yolları aranır.]
4- Erkek karısının sözünden çıkmaz. [Kılıbık olur.]
5- Ana babaya isyan edilir, sözlerine itibar edilmez. [Geri kafalı, bunak falan denir.]
6- Ana babaya sıkıntı verilir.
7- Kötü arkadaşlara uyulur.
[Ayıp olur diye çeşitli günah işlenir.]
8- Camilerde yüksek sesle konuşulur. [Hutbeyi nutuk çeker gibi okumak da buna dahildir.]
9- Kötüler, ehli olmayanlar idareci olur.
10- Şerrinden, zararından korkulanlara ikram edilir.
11- İçki içenler çoğalır.
12- Erkekler haram olan ipeği giyer.
13- Şarkıcı kadınlar çoğalır.
14- Çalgı aletleri, müzik her yere yayılır.
15- Önceki âlimler kötülenir.
(Tirmizi)

Tatlı nimetler, acı ilaçlarla kaplanmıştır
Sual:
Bela niçin gelir?
CEVAPHer izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Cenab-ı Hak, hiç kimseye, sebepsiz bela göndermez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.) [Rad 11]

(Eğer Allahü teâlâ insanları küfür ve günahlarından ötürü dünyada cezalandıracak olsaydı, yer üzerinde tek canlı kalmazdı.)
[Nahl 61]

Demek ki müstahak olduğumuz belaların hepsi gelse, yeryüzünde insan kalmaz. İşlediğimiz her kötülüğün cezasını dünyada görmüyoruz. Çoğunu da Allahü teâlâ affediyor. İnsanlara bela, iki sebepten gelir. Ya işlediği günahlar yüzünden veya günahsız da olsa derecesinin yükselmesi için. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Küçük-büyük her musibet, affedilecek bir günah veya kavuşulacak bir derece içindir.) [Ebu Nuaym]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dünya, ahirete göre deniz yanında bir damla gibi bile değildir. Dünyada birkaç gün dert bela çekilmese, Cennetin sonsuz lezzetlerinin kıymeti anlaşılmaz, ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymeti bilinmezdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz, acı çekmeyen rahatlığın kıymetini bilemez. Dünya bir anlık rüya gibidir.

Rüyada çok şeylere sahip olsak, uyanınca elimize bir şey geçmese ne kıymeti vardır? Rüyada az bir sıkıntı çekersen, uyanınca ömür boyu rahat edeceksin denilse, bir anlık sıkıntıya severek katlanılmaz mı?

Sıkıntılar çok acı görünse de, bunların nimet olduğu unutulmamalıdır. Bunun için sevilenlere dert ve bela yağmuru eksik olmaz. Bu tatlı nimetler, acı ilaçlarla kaplanmıştır. Akıllı kimse, bunun içindeki tatlı nimetleri görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğner. Acılardan da tat alır. Hasta olan onun tadını duyamaz. Hastalık Ondan başkasına gönül vermektir. Hep tatlı yemeğe alışan, şifa verici acı ilaçtan kaçar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Nimete kavuşması için insana musibet gelir.) [Buhari]

(Allahü teâlânın hayrını murat ettiği kul, belalara maruz kalır ve meşgul olacağı mal ve evladı kalmaz.)
[Taberani]

(Musibetler yüzlerin karardığı günde, sahibinin yüzünü ağartır.)
[Taberani]

(Hastanın günahları, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi dökülür.) [İbni Hibban]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Gönderdiğim belaya sabreden, nimete şükreden, sıddıklarla beraber olur. Bunları yapmayan kendine başka Rab arasın!")
[T. Gafilin]

(Allah yolundaki mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, sıkıntı, üzüntü, keder, hatta ayağına batan diken, günahlarına kefaret olur.)
[Buhari]

(Belayı nimet, bolluk ve rahatlığı musibet saymayan, kâmil mümin değildir. Çünkü beladan sonra bolluk, bolluktan sonra bela gelir.)
[Taberani]

(En şiddetli bela, enbiya, evliya ve benzerlerine gelir. Kişi imanının sağlamlığı nispetinde belaya maruz kalır. İmanı sağlam ise belası şiddetli, imanı zayıf ise hafif olur.)
[Tirmizi]

(Kişi, hep sıhhat ve selamette olsa idi, bu ikisi onun helakı için kâfi gelirdi.)
[İ. Asakir]

(Baş ağrısı veya herhangi bir hastalığı sebebiyle, müminin Uhud dağı kadar günahı olsa da, hepsi affolur.)
[Taberani]

(Hak teâlâ buyurdu ki: "İzzet ve celalim hakkı için, dilediğim kulumun, malına darlık, bedenine hastalık vererek affetmedikçe dünyadan çıkarmam.")
[Ruzeyn]

(Müminin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir.)
[Hakim]

(Hak teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.)
[Hakim]

(Şüphe edilen altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları dert ile, bela ile imtihan eder.)
[Taberani]

(Afiyette olan, kıyamette, belaya maruz kalanlara verilen sevapların çokluğunu görünce,
"Keşke dünyada iken derilerimiz, makasla kesilseydi" diyeceklerdir.) [Tirmizi]

(Kul için Allahü teâlâ katında öyle bir derece vardır ki, ameli ile o dereceye kavuşamaz. Belaya müptela olunca, o dereceye kavuşur.)
[Ebu Nuaym]

Günahın cezası
Sual:
Ne zaman bir günah işlesem, başıma bir bela geliyor. Belaya maruz kalmak neye alamettir?
CEVAPGünah işlemek kötüye, belaya maruz kalmak iyiye alamettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kuluna hayır murat edince, günahlarının cezasını dünyada verir. Şer murat edince günahlarının cezasını kıyamete bırakır.) [Tirmizi]

(Belaya uğramış birini görünce "Bunu müptela kıldığı beladan beni koruyan ve bir çok kimseye vermediği nimeti bana veren Allah’a hamd olsun!" derse, kendine verilen nimetlere şükretmiş olur.)
[Beyheki]

Belaya sevinmek
Sual:
Tedbir aldıktan, doğru sebebe yapıştıktan sonra irademiz dışında gelen belaya isyan etmek günah deniyor. Peki böyle bir belaya sevinmek de günah mıdır?
CEVAP
Sevinmek günah olmaz. Hazret-i Ömer buyurdu ki:

Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü teâlâ, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.

Dünyada rahat yaşamak
Sual:
Allah sevdiği kullarına, dert ve bela vererek, onların günahlarını temizlediğine göre, bu dünyada hiç dert bela görmeden rahat yaşayan, Cehenneme mi gidecek?
CEVAPHayır, Allahü teâlâ, hiç dert bela vermeden de günahları affedebilir. Dilediklerine, hem dünyada, hem de âhirette rahatlık verir. Kur’an-ı kerimde, müminlere, hem dünyada, hem de âhirette saadete kavuşmak için çalışmaları ve dua etmeleri emredilmektedir. Her namazda okuduğumuz Rabbena duası, bir âyet-i kerime olup, meali şöyledir:
(Ey Rabbimiz, bize dünyada ve âhirette iyilik, güzellik ver! Bizi Cehennem azabından koru!) [Bekara 201]

Dünyada mutlu olmak kötü olsaydı, böyle dua etmek emredilmezdi.

Nimet ve bela
Sual: Nimet gelince sevinmek, belâ gelince üzülmek günah mıdır?
CEVAP
Günah değildir. Belâ gelince, (Benim ne suçum var da, bunu bana gönderdin) diye Allah'a isyan etmek günahtır.

İsyan etmek ne demek?
Sual: Bir belaya, bir hastalığa isyan etmek nasıl olur? Hastayım demek isyan mıdır?
CEVAP
İsyan etmek günah işlemek demektir. Her günah, Allahü teâlâya isyandır.

(Allahü teâlâ bu hastalığı bana niye gönderdi) diye bağırıp çağırmak isyan olur. Şakik-i Belhî hazretleri, (Musibete sabretmeyip feryat eden, Allahü teâlâya isyan etmiş olur. Ağlamak, sızlamak, bela ve musibeti geri çevirmez) buyuruyor. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah’ın sevdikleri, belaya uğrar. Sabreden mükâfata, sızlanan cezaya kavuşur.) [İ. Ahmed]

(Derdini açıklayan sabretmiş olmaz.) [İ. Maverdi]

(Uğradığı belayı gizleyenin günahları affolur.) [Taberani]

Âcizliğini belirtmek, dua almak, doktora hâlini belirtmek gibi hususlar için hasta olduğunu söylemek isyan olmaz.

Belaya sabretmek, hattâ şükretmek lazımdır. Allahü teâlâdan gelen her şeyi severek kabul etmeliyiz.

Ölüm acısı
Sual:
Çekilen ölüm acısı ve dünyada sevdiğimiz şeylerden ayrılmanın verdiği sıkıntı günahlarımıza kefaret olur mu?
CEVAPEvet, dünyadaki musibetler, ölüm acısı, kabir azabı ve mahşerdeki sıkıntılar günahlara kefaret olur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Mümine isabet eden hiçbir hastalık ve ağrı yoktur ki, onun günahlarına kefaret olmasın! Hattâ ayağına batan diken bile, günahına kefarettir.)
[İbni Hibban]

(Bir mümine yorgunluk, ağrı, kaygı, hüzün, gam, eza isabet etse, hattâ ayağına diken batsa, günahlarına kefaret olur.) [İbni Hibban]

(Müslümanın uğradığı her musibet, günahlarına kefarettir.) [Müslim]

(Bir diken batan veya daha küçük bir musibete veya ağrıya maruz kalan müminin, bir derecesi yükselir ve bir günahı silinir.) [Hâkim]

(Kabrin mümini sıkması, bütün günahlarına kefarettir.)
[İ. Rafiî]

(Hastalıkla geçen saatler, günah işlenen saatlere kefaret olur.) [Beyhekî]

(Müminin ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusundan kaynaklanan sıkıntılar günahlarına kefarettir.) [Müslim]

Sıkıntılar gibi, ibadetlerimiz de günahlara kefaret olur. İki hadis-i şerif meali:
(Kişinin orucu, namazı, zekâtı ve emr-i marufu günahlarına kefarettir.)
[Buharî]

(Pişman olmak, günahlara kefarettir.) [İ. Ahmed]

Ölmek de, günahlarımıza kefaret olur. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ölmek, günahlara kefarettir.) [Ebu Nuaym]

(Ölmek, mümine ganimettir.) [Beyhekî]

(Ölmek, mümine hediyedir.)
[Dâre Kutnî]

Hasta olmak
Sual:
Hastalığa üzülmek mi, yoksa sevinmek mi gerekir?
CEVAPHasta olmak iyi ise de, hasta olmak için dua edilmez. Sağlığa kavuşmak için dua edilir. İslam âlimleri, (Hastalıkta şifa vardır. Beden ne kadar sıkıntı çekerse, ruh o kadar rahat eder. Bu vücuda rahatsızlık veren her şey insanın âcizliğini anlamasına, Cenab-ı Hakk’a dönmesine sebep olur. Bu sebeple kalb için şifadır) buyuruyorlar. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir.
(Hastanın inlemesi tesbih, bağırması tehlil, nefes alıp vermesi sadaka, uyuması ibadet, bir taraftan bir tarafa dönmesi ise cihattır. Allahü teâlâ, meleklere “Kuluma sıhhatli iken yaptığı en iyi ameli yazın!” buyurur. İyileşince günahsız olarak ayağa kalkar.) [Hatîb]

Peygamber efendimiz, (Allahümme innî es’elükessıhhate vel âfiyete) buyuruyor. Yani (Yâ Rabbî, bana sıhhat [sağlık] âfiyet ver) diye dua ediyor. (Taberanî)

Demek ki, Allahü teâlâdan sıhhat ve âfiyet isteyeceğiz. Gelen sıkıntıya da, O gönderdi diye sabredeceğiz, hattâ iyiliğimize olduğu için şükredeceğiz. Sıhhatli olmak, hastalıktan; nimet içinde yaşamak, beladan üstündür. Resulullah efendimiz duasında, dünya ve âhiret sıkıntısından Allahü teâlâya sığınmıştır. Her peygamber şöyle dua ederdi:
(Ey Rabbimiz, bize dünyada ve âhirette de hasene ver!) [Bekara 201]
[Hasene iyilik, güzellik, sağlık ve âfiyet içinde mutlu yaşamaktır.]

26 Şubat 2014 Çarşamba

Mektubat tercemesi 214. mektup

214

IKIYÜZONDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, Hân-ı Hânâna yazılmısdır. Dünyâ, âhıretin tarlasıdır. Kâfirlere,

niçin sonsuz azâb yapılacagı bildirilmekdedir:


Allahü teâlâ, bir kimseyi hayrlı islerde kullanırsa, ona müjdeler olsun!

Allahü teâlâ, dünyâyı âhıretin tarlası yapdı. Tohumunun hepsini yiyen ve

toprak gibi olan, yaratılısındaki elverisli hâline ekemeyen ve bir dâneden

yediyüz dâne yapmagı elden kaçırana yazıklar olsun! Kardesin kardesden

ve ananın yavrusundan kaçdıgı o gün için, birsey saklamıyan, dünyâda

da, âhıretde de ziyân etdi. Eli bos kaldı. Dünyâda da, âhıretde de pismân

olacak, âh edecekdir. Aklı olan, tâli’li bir kimse, dünyânın birkaç yıllık hayâtını

fırsat bilir, ni’met bilir. Bu kısa zemânda, dünyânın çabuk tükenen

ve hepsinin sonu sıkıntı ve azâb olan, geçici zevklerine, tadına aldanmaz.

Bunlarla vakti kaçırmaz. Bu kısa zemânda tohumunu eker. Bir dâne iyi is

yaparak, sayısız meyveler elde eder. Bekara sûresi, ikiyüzaltmısbirinci

âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlâ diledigine katkat verir) buyuruldu.



Bunun içindir ki, birkaç günlük iyi ise karsılık, sonsuz ni’metler verecekdir.

Allahü teâlâ, çok ihsân sâhibidir.

Süâl: Karsılıgın katkat olması, iyiliklerdedir. Kötülüklerin karsılıgı bire



birdir. Böyle olunca, kâfirlere kısa bir zemândaki kötülükler için, sonsuz

azâb yapması nedendir?

Cevâb: Dünyâda yapılan isin karsılıgının nasıl olacagını Allahü teâlâdan



baska kimse bilmez. Insan bilgisi bunu anlıyamaz. Meselâ, Muhsan [nâmuslu]

olan bir kimseyi kazf [iftirâ] edene seksen sopa vurulmasını emr eylemisdir.

Hırsızlık haddi olarak, hırsızın sag elinin kesilmesini karsılık eylemisdir.

Zinâ haddi olarak evli olmıyanlara yüz sopa ile bir sene sehrden sürmek,

evli olanlara, tas atarak öldürmek cezâsını vermisdir. Bu cezâların sebeblerini

insanlar anlıyamaz. Bunun gibi, kâfirlere, kısa zemândaki küfr için,

sonsuz azâbı karsılık yapmısdır. Geçici bir küfrün cezâsı, sonsuz azâbdır.

Islâmiyyetin bütün emrlerini aklına uygun getirmek istiyen, aklı ile isbâta

kalkısan kimse, (Peygamberlige) inanmamıs olur. Onunla konusmak akl



isi degildir. Fârisî beyt tercemesi:

Kur’ân ile hadîse, inanmazsa bir kisi,

ona hiç cevâb verme, konusma bitir isi!



Fakîrin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” mektûbunu getiren meyân

seyh Ahmed, merhûm seyh sultân Tehâniserînin kıymetli ogludur. Babasına

olan lutf ve ihsânlarınızı düsünerek bu fakîri araya koyarak, yüksek hiz-

– 257 – Mektûbât Tercemesi: - F:17



metinizde çalısmak için gelmisdir. Babasına olan ihsânlarınızdan biri, usrlu

bir yerin usrunun ona verilmesini emr buyurmusdunuz. Emr sizdendir.

Hakîkatde ise, hersey Allahdandır. Selâm sizlere olsun ve dogru yolda gidenlere

ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât”

izinde bulunanlara olsun!

_________________

Çalısmakda, yükselmekdedir, Hakkın rızâsı!

Tenbel olanın elbet gelir, bir gün belâsı.




4 Şubat 2014 Salı

Orta namaz hangisidir?

Sual: Kur’an-ı kerimde, (Orta namaza devam edin!) buyuruluyor. Beş vakit içinde, bu namaz niçin gizlenmiştir? Orta namaz hangisidir?
CEVAP
Kesin belli değildir. Orta namazın hangi namaz olduğunun açıkça bildirilmemesi, insanların, her namazın orta namaz olma ihtimalini düşünerek her namaza önem vermeleri içindir. Orta namaz hakkında âlimlerimiz 23 farklı kavil bildirmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
İmam-ı Mâlik, (Meşhur olan kavil, orta namaz sabah namazıdır) buyuruyor. Eshâb-ı kiramdan ve Tâbiîn’den bazı zatların kavilleri böyledir.
Yine Eshâb-ı kiramdan ve Tâbiîn’den bazı zatlar da, orta namazın öğle namazı olduğunu bildirmişlerdir.
İslam âlimlerinin çoğuna ve Hanefî mezhebine göre orta namaz ikindi namazıdır. Bir hadis-i şerifte, (Orta namaz, ikindi namazıdır) buyurulmuştur. (Ebu Davud, Tirmizî)
Orta namaz için aşağıdaki şekilde söyleyen âlimler de olmuştur:
1- Akşam namazıdır.
2- Yatsı namazıdır.
3- Beş vakit namazdan biridir.
4- Namazların vakitleri, şartları, rükünleridir. Bunlara riayet eden, namazı tamamlamış ve onu muhafaza etmiş, böylece orta namaza riayet etmiş olur.
5- Cuma günü cuma namazı, diğer günler öğle namazıdır.
6- Sabah namazı ile yatsı namazıdır.
7- İkindi ile sabah namazıdır.
8- Ramazan ve Kurban bayramı namazıdır.
9- Bütün namazları cemaatle kılmaktır.

Hazret-i Ebu Bekir niçin üstün? -2-

Hazret-i Ebu Bekir’in üstün olmasını, sadece ilk Müslüman olmasına veya sadece malını vermesine bağlamak yeterli sebep değildir. İlk Müslüman olan Hazret-i Hatice validemiz de, bütün malını bağışladı. Hazret-i Osman da, malla çok destek verdi. Bir savaşta, nesi varsa hepsini verdi. Resulullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Rabbî, Osman’a hesap sorma!) duasına kavuşup sorgusuz sualsiz cennetlik oldu. Buna rağmen Hazret-i Osman’ın üstünlüğü de, bir bakımdan üstünlüktür, her bakımdan üstünlük değildir. Hazret-i Ömer’in üstünlüğü hakkında da çok hadis-i şerif vardır. Mesela biri şöyle:
(Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu.) [Tirmizî]
Hazret-i Ali, hakkında da çok hadis-i şerif vardır. Biri şöyle:
(Ali’yi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, müminin günahını yok eder.) [İbni Asakir]
Bu üstünlükler hep bir bakımdan üstünlüktür. Hazret-i Ebu Bekir’in üstünlüğü ise hepsinden farklıdır. Hazret-i Ebu Bekir peygamberlerin en üstünü tarafından sevilmiş, o da Resulullah'ı sevmiştir. Bu sevgi onu zirveye yükseltmiştir. Peygamberler hariç, bütün insanların en üstünü olmuştur.
 
Nazar boncuğu
Sual: (Nazar boncuğu kullanmak, kurşun döktürmek, muska taşımak, Allah’tan başkasına sığınmak olacağı için şirktir) diyen Vehhabi kafalı insanlar var. O zaman, bu mantığa göre, herhangi bir iş için, birinden yardım istemek de, Allah’tan başkasına sığınmak olmuyor mu?
CEVAP
Evet, o sakat mantığa göre, denize düşüp (İmdat!) diye bağıran da, Allah’tan başkasına sığınmış olur. Vehhabi’ye göre bu da şirktir. Hâlbuki birinden yardım istemek şirk olmadığı gibi nazar boncuğu kullanmak, kurşun döktürmek ve muska gibi şeyler de şirk değildir, dinin bildirdiği sebeplere yapışmaktır. Bunlar vasıtasıyla Allahü teâlânın yardımına kavuşulur.
Acıkanın yemek yemesi, hastanın ilaç kullanması, doktordan yardım istemesi, sebeplere yapışmak olur. İlaç ve doktor vesilesiyle şifayı veren de, yemekle doyuran da, suyla kandıran da Allahü teâlâdır. Ama bunlar birer sebeptir.
Kurşun dökmenin caiz olduğu Fetava-i Hindiyye’de bildirilmektedir.
Bahçeye at kafası, nazar boncuğu gibi şeyler asmanın caiz olduğu da, Redd-ül-muhtar kitabında yazılıdır. Nazarı önleyen at kafası değil, Allahü teâlâdır. At kafası, sebeptir.

2 Şubat 2014 Pazar

Kalbden gelen kalbe gider

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
(Kendinden bahsedeni dinlemeyin, ne anlatırsa anlatsın, nefsinden anlatır. Nefsten kaynaklanan sözler de kalbe inmez. Ama büyüklere tâbi olarak, kalbden gelen ve ağızdan dökülen kelâm ise kalblere yerleşir. Çünkü başlangıcı kalbdir. Kalbden gelir, kalbe yerleşir. Böylece iki kalbi birleştirir ve muhabbet hâsıl olur. O zaman da, (Kişi sevdiğiyle beraberdir) hadis-i şerifi gereğince Cennette beraber olurlar. O büyükleri temiz kalble sevmedikçe ve tâbi olmadıkça âhirette onlarla beraber olmak nasıl düşünülebilir?)
Bedende iki denge unsuru vardır. Biri madde, biri mânâdır. Madde olana nefs-i emmare, mânâya ise, kalb hâkimdir. Eğer nefse tâbi olursak, nefs kalbi esir alır ve onu gideceği yere götürür. Nefsin bağlı olduğu yer şeytandır. Şeytanların bağlı olduğu yer İblis’tir. Onların gideceği yer de Cehennemdir. Eğer bedende kalbin hâkimiyeti varsa, o zaman kalbde muhabbeti bulunan büyük zatların bulunduğu yere, yani Cennete gideriz. Büyükleri sevenlerle beraber olmalı, bid’at ehlinden uzak durmalı. Yolun doğru, vasıtanın düzgün, kılavuzun uygun olması hâlinde maksada kavuşmak kolay olur.
Rabbimizin ihsan ettiği, büyüklere tâbi olmak nimetinin şükrünü eda etmeye çalışmak gerekir. Allahü teâlânın razı olduğu yere, yani Cennete kavuşmamıza vesile olan büyüklerimize teşekkür, hayatımızın borcudur. Belki ömrümüzü feda etsek de, doğruyu kendimiz bulamazdık. Ama bu büyükler, Rabbimizin razı olduğu yolda bizlere kılavuzluk ettiler. Yorulmadan, yıpranmadan, sağa sola sapmadan, oraya varmamızı sağladılar. O hâlde bunlara teşekkürü borç bilmek lazımdır. Sadece (Teşekkür ederim) demekle nimete şükredilmiş olmaz. Cüneyd-i Bağdâdi hazretleri, (Şükür, Allahü teâlânın verdiği nimetleri, Onun emrine tahsis etmek, bu nimetleri Ona isyanda kullanmamaktır) buyuruyor. Eğer bir insan, Allahü teâlânın verdiği nimetleri Ona isyanda kullanmıyorsa şükretmiş olur, Onun razı olduğu yolda, emrettiği şekilde kullanmıyorsa, şükretmemiş, yani küfran-ı nimet etmiş olur.

Mürşidin lüzumu

Sual: Hazret-i Ali, (En hakiki mürşid ilimdir) dediğine göre, ilimden başka mürşid aramak yanlıştır. Çünkü mürşid hikâyedir, saltanatı şahanedir. Yalnız ilme itibar etmek gerekmiyor mu?
CEVAP
Mürşidlik çok yanlış anlaşılmış. İlim irşaddır, mürşidden ayrı değildir. İrşad, doğru yolu gösterme demektir. Bunu yapana mürşid denir. İlim doğru yolu gösterir. Ancak ilmi öğrenmek için, o ilmi doğru anlamak için bir hocaya, bir üstada, bir rehbere ihtiyaç vardır. İşte bu üstada, mürşid deniyor. İnsan kendi kendine ilim öğrenemez. Çünkü hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. (Buhârî)
Dünya işlerindeki ilimler bile hocasız, üstadsız öğrenilmez. Bir insan hocasız doktor, kimyager olur mu? Bu ilimleri bize öğreten hocaya, üstada karşı çıkmak bizzat ilme karşı çıkmak olur. Doğru yol ilimle bulunur, ama ilmi öğreten de hocadır, üstaddır.
Allahü teâlâ da, Resulullah da mürşiddir. İmam-ı a'zam, İmam-ı Şâfiî gibi Ehl-i sünnet âlimleri birer mürşid olduğu gibi, Abdülkadir-i Geylânî ve Şah-ı Nakşibend hazretleri gibi evliya zatlar da birer mürşiddir. Mürşide düşmanlık ilme yani dine düşmanlıktır.
Kur'an-ı kerimde, (Bilmeyen, Kur’ana ve hadislere baksın) denmiyor, (Bilmiyorsanız, bilenlere sorun!) buyuruluyor. (Nahl 43)
Peygamber efendimiz de, (Âlimlere tâbi olun, onlar rehberdir!) buyurarak, bir bilene, bir mürşide tâbi olmayı emrediyor. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Dînî hükümleri, rehbersiz, hocasız, kendi aklıyla anlamaya çalışmak isteyen, peygamberliğe inanmamış olur. (1/214)
Mürşid kıymetlidir, ama bu zat, kâmil mürşid olursa, daha kıymetlidir. Mürşid-i kâmil, bütün sözleri ve bütün işleri, İslamiyet’e uygun olan, İslâmiyet'i iyi bilen, derin Ehl-i sünnet âlimi demektir. (S. Ebediyye)
Mürşid-i kâmil, sofi zatlar gibi değildir, ictihad derecesinde yüksek âlim olduğu için, hem ilim, hem de marifet sahibidir. İmam-ı Rabbânî, Mevlana Halid-i Bağdâdî, Seyyid Abdülhakim-i Arvâsî hazretleri gibi mürşid-i kâmil olan zatlar böyledir. Böyle zatlar, hem âlim, hem evliyadır. Ulema ve evliya zatları mürşid diye kötülemek kadar yanlış bir şey olamaz.
Mürşid olmanın saltanatla da bir ilgisi yoktur. Bu, cahilce bir suçlamadır.

30 Ocak 2014 Perşembe

İhlâs sûresinin fazileti çoktur

Sual: İhlâs sûresini okuyanın günahları affolur mu?
CEVAP
İhlas sûresini okumanın fazileti çoktur. Bir kere okumak Kur’an-ı kerimin üçte birini okumak kadar; üç kere okumak ise, Kur'an-ı kerimin tamamını okumak kadar sevabdır. Bu sureyi okumak, günahların da affına sebep olur. Bir hadis-i şerif:
(Başkasının malını almaktan, zina, katillik ve içki gibi büyük günahlardan sakınmak şartıyla, İhlâs sûresini yüz defa okuyanın, elli yıllık [küçük] günahları affolur.) [Beyhekî]
Günahların affolmasının birçok şartı vardır, ilk şartı Ehl-i sünnet itikadında olmaktır.

Tehditle boşamanın hükmü

Sual: (İmam-ı a’zama göre, tehditle yapılan boşamanın geçerli olması gibi, sarhoşun boşamasının da geçerli olması, yanlıştır. Bu, akla, mantığa aykırı bir zorbalık) gibi çirkin ifadeler kullanılıyor. Sarhoşun ve tehdit edilenin boşaması geçerli değil mi?
CEVAP
İmam-ı a'zam hazretlerinin bildirdiği hükme kim itiraz edebilir ki? İtiraz edenin sözüne itibar edilmez. Her önüne gelenin, din hakkında muteber kitaplarda olmayan şeyleri söylemesi dikkate alınmaz. Bahsedilen konu bütün fıkıh kitaplarında açıkça bildiriliyor. Birkaçı şöyledir:
Şakadan da söylese, sarhoş da olsa, boşama geçerlidir. (Dürr-ül muhtar, Redd-ül muhtar)
İçki içerek sarhoş olan kimsenin sözüyle talak geçerli olur. Fakat bilmeden yediği ot sarhoş etse, o hâliyle hanımını boşasa, boşaması geçerli olmaz. Sarhoş ettiği bilinen benc otu veya benzeri ot ise talak geçerli olur. İmam-ı a'zam Ebu Hanife ile İmam-ı Ebu Yusuf'a göre, hububat, bal, şeker gibi şeylerden yapılan içkiyi içen kimse, sarhoş olup, karısını boşasa, talak vâki olmaz. İmam-ı Muhammed'e göre ise bu gibi şeyleri içip, sarhoş olan kimsenin de, talakı vâki olur. Fetva da böyledir. Bir kimse, tehdit edilerek karısını boşarsa, talak geçerli olur. (Hindiyye)
Sarhoşun ve tehdit edilen kimsenin sözüyle veya mektubuyla talak vaki olur. Mektup hanımının eline vardığı anda, boş olur. Delinin, çocuğun, bunağın, baygının ve uyuyanın söylemesiyle talak olmaz. (S. Ebediyye)
Mecmua-i Zühdiyye’de, tehditle boşamanın sahih olduğu bildirilirken, (Üç şeyin ciddisi de, şakası da ciddidir) hadis-i şerifi nakledilmektedir. İki hadis-i şerif:
(Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir: Nikâh, boşamak, boşamaktan vazgeçmek.) [Ebu Davud]
(Deli ve bunak hariç, herkesin boşaması geçerlidir.) [Tirmizî]
Demek ki, sarhoşun boşaması sahih olduğu gibi, tehditle boşamak da sahihtir.
 
Fatiha’yı sesli okumak
Sual: İmam, akşamın farzının üçüncü rekâtında, yatsının farzının üçüncü veya dördüncü rekâtında, sessiz okuması gerekirken sesli okursa, secde-i sehv gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir.

29 Ocak 2014 Çarşamba

Resulullah'ı yalanlamak

Sual: (Allah'ın sözlerini inkâr etmek küfür olduğu gibi, Resulünün bildirdiklerini de inkâr etmek küfür olur) deniyor. O da insan değil mi? Yanlış söyleyemez mi?
CEVAP
İman, Resulü Ekrem efendimizin, Allahü teâlâ tarafından, Peygamber olduğu bildirildikten sonra, bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği emirlerin hepsine güvenip itikat etmektir. Hepsini beğenip kabul etmektir. Bu emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak veya şüphe etmek küfürdür. Çünkü Resule inanmamak veya güvenmemek, Resulü yalancı saymak olur. Yalancılık kusurdur. Kusuru olan, peygamber olamaz. (S. Ebediyye)
Bir âyet-i kerime meali:
(O [Resulüm], kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 3, 4]
Resulullah'ı yalanlamak, ona emin diyen ve peygamber olarak gönderen Allahü teâlâyı yalanlamak olur. Onun sözünde yalan olmaz. (Bu söz, acaba onun sözü mü?) diye şüphe etmek ayrıdır, (Onun sözü de olsa inanmam) demek veya bunda şüphe etmek ayrıdır. İnanmayan ve böyle şüphe eden kâfir olur. Diyelim Resulullah efendimizden bir hata meydana gelse, hemen vahy gelir düzeltilirdi. Yani dine ait yanlış bir şey kalmazdı. Onun için Resulullah'ın bildirdiklerine itiraz eden, Allah'a itiraz etmiş olur. Allah'a ve Resulüne itiraz eden de kâfir olur.
 
Büyükleri sevmek
Sual: (Kişi sevdiğiyle beraber olur. Allah'ı ve Resulünü seven Cennete girdiği gibi, büyük zatları seven de Cennete gider) deniyor. Sadece sevmiş olmak yeter mi?
CEVAP
Evet, yeter. Ama sevmek ne demek? Sevmek, itaat etmek, onun yolunda olmak demektir. Allah'ı sevenin, Allah'ın emir ve yasaklarına uyması gerekir. Uymuyorsa sevmiyor demektir. Resulullah'ı sevmek de böyledir. Büyük zatlar da, Allah ve Resulünün bildirdiklerini bildiriyorlar. Onları seven, onların evlatlarını, torunlarını, kendi evlatlarından üstün tutar. O zatların talebelerini de çok sever. Bunları yapamıyorsa, sevgisinde noksanlık var demektir. Sevgisinde noksanlık da olsa, büyükleri seven yine mahrum kalmaz. İslamiyet’i öğrenip, tatbik eden, dinini öğrendiği zatı seven kurtulur. İşin esası budur. Sevgi varsa, her şey vardır. Sevgi yoksa dünya dardır.

28 Ocak 2014 Salı

Sevablar günahları yok eder -2-

Mümin olarak, dağlar kadar günahımız olsa, tevbe etmişsek yine hepsi silinir. Hiç tevbe etmesek de, sevablarımız günahlarımızdan çoksa, günahlarımızdan dolayı Cehenneme girmeyiz. Onun için sevab getiren amel işlemeliyiz. Mesela namaz kılarsak günahlarımız affolur, zekât verirsek, oruç tutarsak, hacca gidersek, dine hizmet edersek, günahlarımızın hepsi ağaçtan yaprak dökülür gibi dökülür. Hiçbir günahın cezasını çekmeyiz. O hâlde her günahtan çok sakınmalı, nefsimize uyarak yaptıklarımız için de, günahlarımıza kefaret olacak ameller işlemeliyiz. Bu konuda birkaç hadis-i şerif:
(Beş vakit namaz kılanın bütün günahları temizlenir.) [Buhârî]
(Ramazan orucunu tutanın bütün günahları affolur.) [Nesaî]
(Hac yolunda ölenin günahları affolur, hesaba çekilmeden, azap görmeden Cennete girer.) [İsfehanî]
(Cihad edenin, bütün günahları affolur.) [Beyhekî]
(Bir mümin, günahını hatırladıkça üzülürse, Cenab-ı Allah, daha namaz veya oruç gibi günahına kefaret olacak bir amel işlemeden bile onu affeder.) [İbni Asakir]
Kıyamette, çok günahkâr bir Müslümanın sevabları azdır. Allahü teâlâ, ona, (İnsanlara git, sana sevab verecek birini ara! Sevab bulursan Cennete girersin) buyurur. O kimse gider, hiç kimseden sevab bulamaz. Kime sorarsa, (Ben senden daha çok muhtacım) der. Üzgün gezerken biri, (Ne istiyorsun?) der. O da, (Bir sevaba ihtiyacım var. Binlerce kişiden istedim. Hiçbiri vermedi) der. Bu kişi, (Benim bir tek sevabım var. O da beni kurtarmaya yetmez. Onu sana verdim) der. O kimse sevinip durumu anlatınca, Allahü teâlâ sevabını veren kulu da çağırıp, (İmanlılara benim keremim, senin kereminden, benim ihsanım senin ihsanından daha çoktur. Din kardeşinin elinden tutup doğru Cennete gidin!) buyurur. (Kıyamet ve Âhiret)
Demek ki, sevabı günahından ağır gelen her mümin, günahlarının cezasını çekmeden, Cehenneme girmeden Cennete gidecektir. Öyle olmasaydı, terazi kurulup sevablarla günahların tartılmasının bir anlamı kalmazdı. İmam-ı Rabbanî hazretleri de, (İyiliklerin ve günahların, mizanda tartılması haktır, doğrudur. Orada sevabı ağır gelen, Cehennemden kurtulacak, az gelen, ziyan edecektir) buyurdu. (2/67)

27 Ocak 2014 Pazartesi

Sevablar günahları yok eder

Sual: İslam Ahlakı kitabında okuduğuma göre, âhirette mizan kurulacağını, amellerin tartılacağını, sevabı çok olanın Cennete gideceğini söylediğim zaman, annem, (Hayır, zerre kadar günah olsa, Cehennemde cezasını çekmeden yani günahları temizlenmeden Cennete girilmez) dedi. Günahı olan cezasını çekecekse, günahla sevabı niye tartıyorlar?
CEVAP
Müslümanın iyilikleri kötülüklerini yani sevablar günahları siler. Bir âyette mealen, (Elbette hasenat, seyyiatı yok eder) buyuruldu. (Hud 114)
Hasenat her çeşit iyilik, seyyiat ise her çeşit kötülük demektir. Sevab günahı yok edince, artık o günah silinir. Eğer günahlar çoksa, onlar da sevabları alıp götürür. Onun için çok sevab işlemeli. Bir hadiste, (Bir günah işleyince, arkasından bir iyilik et, bir sevab işle ki onu mahvetsin!) buyuruldu. (Beyhekî)
(Günahsız insan olmaz) hadisi gösteriyor ki herkes günah işler. Eğer günahın cezası Cehennem olsaydı, istisnasız herkes Cehennemde azap çekerdi. Hâlbuki günah işlediği hâlde, Cehenneme girmek şöyle dursun, hesap görmeden Cennete gidecek çok kimse vardır. Bir hadiste, (Cehennemlik olan 70 bin günahkâr, Osman’ın şefaatiyle, sorgusuz sualsiz Cennete girer) buyuruldu. (İbni Asakir)
Şartlarına uygun tevbe eden de, günahının cezasını çekmez. Bir hadiste, (Günaha tevbe eden, günahsız olur) buyuruldu. (Beyhekî)
Herkes Kıyamette, dünyada yapmış olduğu iyi kötü amellerinin karşılıklarını görür. Ehl-i sünnet olan müminin, dünyadayken tevbe etmiş olduğu günahları affolunup, iyiliklerine sevab verilir. Kâfirlerin ve bid’at sahibi olanların, yani itikadı bozuk olan müminlerin iyilikleri reddedilir, şerleri için de ceza görürler. (Cevap Veremedi kitabı)
Âhirette, günahla sevabın ölçülmesi müminler içindir. Kâfirlerinki ölçülmez. Yani kâfirin iyiliğine sevab verilmez. Çünkü bir âyette, (Biz kâfirlerin iyiliklerini yok ederiz. İyilikleriyle kötülüklerini ölçmeyiz) buyuruluyor. (Kehf 105)
Tevbe eden gibi, iman edenin de günahları silinir. Bir âyette, (Allahü teâlâ, kâfirken tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çevirir) buyuruluyor. (Furkan 70) Bir hadiste de, (Allah’ı ananların günahları sevaba çevrilir) buyuruldu. (İ. Ahmed) [Devamı var]

İftar duaları

Sual: Orucumuzu açarken ve açtıktan sonra nasıl dua etmeliyiz?
CEVAP
Oruçlunun özellikle iftara yakın zamanda yapılan duası makbuldür. Üç hadis-i şerif:
(Oruçlunun iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duası vardır.) [İbni Mace]
(Oruçlunun duası reddedilmez.) [Tirmizî]
(Oruçlun iftar vakti yaptığı duayı Allahü teâlâ geri çevirmez.) [Beyhekî]
İftardan önce, Euzü ve Besmele çekilip, (Allahümme yâ vâsi'al-mağfireh iğfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Mânâsı şöyledir:
(Ey mağfireti çok geniş olan Allah'ım! Kıyamet günü hesaba çekilirken, beni, ana babamı, hocamı, erkek ve kadın bütün müminleri affet!)
Birkaç lokma yiyip içtikten sonra, (Zehebezzama' vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Mânâsı kısaca şöyle: (Açlık, susuzluk bitti. İnşallah sevabına da kavuştuk.) [İbni Mace]
Peygamber efendimiz, şöyle de dua ederdi:
(Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fe tekabbel minnâ. İnneke entes-semiül âlim.) [Mânâsı: “Yâ Rabbî, rızan için oruç tuttum. Sana iman ettim, sana güvenip dayandım. Rızkınla iftar ettim, ibadetimi kabul et! Elbette sen, her şeyi işiten ve bilensin.”] (Ebu Davud)
Peygamber efendimiz, bir toplulukta iftar edince de, şöyle dua ederdi:
(Sofranızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi takva sahipleri yesin ve melekler sizin için istiğfar etsin!) [İ. Ahmed]

Karşılık, niyete göredir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
(Ameller niyetlere göredir) hadis-i şerifi, bütün işlerin, ibadetlerin, hizmetlerin, hepsinin niyete bağlı olduğunu göstermektedir. O niyetin karşılığı alınır. Niyet makbul ise, ancak o zaman o işe sevab verilir. Niyet bozuksa, o işlerin hepsi silinir gider. Bozuk niyetin günahı kalır. Haramlarda ise iyi niyete bakılmaz. İyi niyetle yapılsa da sevab alınmaz, yine günahtır.
Demek ki, iyi amellere verilecek karşılık, niyete göredir. İki kişi aynı ameli işler, karşılığı niyete göre değişir. İmamın arkasında, bir safta iki kişi yan yana namaz kılar, birinin niyeti hâlis, ötekininki hâlis değilse, ikisinin ibadeti arasında dağlar kadar fark olur. Hâlbuki görünüşte ikisi de aynıdır. Onun için merhum Hocamız buyururdu ki:
(Bizim niyetimiz, bütün dünyaya, bütün Müslümanlara hizmettir. Maksadımız hizmettir, sen ben davası değildir, müdürlüğün, başkanlığın hiç kıymeti yoktur. İş niyettedir, âmirlikte değil! Resulullah efendimiz, savaş için bir ordu hazırlamıştı. Ordunun başına azat edilmiş bir kölenin oğlu olan Üsame’yi emir yaptı. Emrinde, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer gibi Eshab-ı kiramın bütün büyükleri vardı. Hiçbiri, “Ama o çok genç, hem köle oğlu” demedi. Peygamber efendimizin vefatından sonra Müslümanların başına Hazret-i Ebu Bekir'i geçirdiler. O da yine Hazret-i Üsame’yi seçti, herkes ona itaat etti. Onun için verilen vazifeyi yapmalı. Emir yaparlarsa emirlik, er yaparlarsa erlik vazifesini yapmalıdır.)
Bu büyükler, ileride gemiden atacakları kimseyi baştan gemiye almazlar. Aldıklarını da, artık gemiden atmazlar. Bir kadı, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine talebe olmak istiyordu. Fakat o büyük zat, ona iltifat etmediğinden gayet mahzun bir hâlde gelip gidiyordu. Bir gün Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin neşeli bir anında, yakın bir talebesi o kadıdan bahsedip, mahrum kalmaktan çok üzüldüğünü söyleyince, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; (Ben, kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan bir şey sezsem, hattâ o kibre on yıl sonra bile düşecek olsa, ona büyüklerin yolundan bahsedemem) dedi. Talebelerinden bazıları, bu günün tarihini yazdılar. Aradan on yıl geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de vefat etmişti. O kadı, memleketinde hâkimlik ve reislik makamına çıktı. Hâlinden çok memnundu ve bu yolla hiç alakası kalmamıştı. Hattâ müminler en büyük kötülüğü bundan gördüler.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Nâfileyi süse benzetmek

Sual: (Farzlar, bir binanın duvarlarına benzer. Sünnetler duvara yapılan sıva gibi, nâfileler ise, duvara yapılan süsler gibidir. Duvar olmadan sıva ve süs olmaz. Bin tane süsten bir duvar meydana gelmez) deniyor. Böyle bir benzetme uygun mudur?
CEVAP
Evet, uygundur. Çünkü İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Nâfilenin kıymeti, farzın kıymeti yanında hiç gibidir. Okyanus yanında, bir damla kadar bile değildir. Nâfilenin kıymeti, sünnetin yanında bile böyledir. Sünnet de, farzın yanında, okyanus yanındaki bir damla su gibidir. (1/260)
Farzlar, sünnetleriyle birlikte yapılmalıdır. Farzların yardımcısı ve tamamlayıcısı, sünnetlerdir. Farzlar yapılmadıkça, [kaza edilmedikçe] sünnetler ve nâfileler faydasızdır. (1/157)
Farzın kıymeti yanında nâfilenin hiç kıymeti olmadığı bildiriliyor. Bu bakımdan nâfile ve sünneti, duvara yapılan süse benzetmek bile yeterli değildir, eksiktir. Ancak örnek verme, benzetme bakımından mahzuru olmaz. Duvar olmadan süs yapılamadığı gibi, farz borcu varken sünnet ve nâfile kabul olmaz. Çünkü Hazret-i Ali’nin naklettiği bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Farz namaz borcu olanın nâfile kılması, doğumu yaklaşmışken, çocuğunu düşüren hâmileye benzer. Artık bu kadına, hâmile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabul etmez.) [Zahire-i Fıkh, Fütuh-ul-gayb m. 48]

Vücudun her organı kıymetlidir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimize yapılan hizmette, herkes bir vücudun organları gibidir. Beyin çok iyi olsa, el, gövde veya ayak yoksa neye yarar? Bir vücudun bütün organları nasıl kıymetliyse, bu hizmetlerde çalışan her arkadaşın görevi kıymetlidir. Hiçbir arkadaş bir diğerine karşı üstünlük taslamamalı ve üstünlük iddiasında bulunmamalı.
(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Nasıl ki çoban sürüsünden sorumlu ise, siz de emriniz altındakilerden sorumlusunuz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, âmirlerin görev verdiği idareciler de sorumludur. Bir mücahidin yetişmesine sebep olmak yüzlerce kâfiri Müslüman yapmaktan daha sevabdır. Çalışanlara hizmetçi olmalı, âmirlik taslamamalı. Bir babanın evlatlarına, bir ağabeyin kardeşlerine karşı ne yapması gerekiyorsa, aynısını yapmalı. Büyüklerin rızası, sevgisi, birlik ve beraberliktedir. Ayırım yapandan razı olmazlar.
Onlara ihlâsla sahip çıkmalı, kendinden vazgeçip onları aziz etmeli. Çünkü maiyetini kollamayan, onun derdini kendi derdi kabul etmeyen ve büyüklere benzemeyen, nasıl başarılı olur? Büyüklerin yolunda olanın, onlara benzemesi lazımdır. Çünkü bu iş, büyüklerin işidir, onun işi değildir. Sadece ona emanet olarak verilmiştir.
 
İbadet Allah için yapılır
O hâlde kendimizi aradan çekip büyükleri temsil etmeliyiz. Din büyüklerinin, Müslümanlara karşı olan sıcak muamelesiyle, güler yüzüyle, tatlı diliyle, cömertliğiyle, fedakârlığıyla muamele etmelidir. Ne görüyorsak aynısını hattâ mümkünse daha fazlasını yapmalı. Bu hizmetlerin temelinde, mesai mefhumu, para arzusu yoktur. Bilakis ibadet vardır. İbadet, Allah için yapılır. Allahü teâlânın rızasına kavuşmak da kalbden kalbe olur, vasıta olan hiçbir kalb atlanamaz. Büyükleri ve Peygamber efendimizi atlayarak, doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşulmaz. Öncelikle, her şeyimizi borçlu olduğumuz Resulullah efendimizin vârisleri olan o kıymetli zatların rızasını almak gerekir.
Binaenaleyh, büyüklerin rızasını kazanmak, duasını almak için, kendimizden vazgeçmeliyiz. Bugüne kadarki huy ve ahlâkımızı bir tarafa bırakmalıyız. Büyüklerimizin arzu ettikleri gibi olmaya çalışmalıyız.

24 Ocak 2014 Cuma

Uydurma hadisçiler

Sual: (Yalnız Kur’an) diyenler, niye Kur’anın açıklaması olan hadis-i şeriflere uydurma diyerek insanları karışıklığa sürüklemeye çalışıyorlar?
CEVAP
Dinimizin detayı hadis-i şeriflerle ve fıkıh ilmiye bildirildiği için, dini yıkmak isteyenler bu yolu takip ediyor. Sahih hadislere uydurma diyenler 5 çeşittir:
1- (Bütün hadis kitapları uydurma hadisle doludur. Bir hadis kitabında birkaç tane uydurma hadis varsa, ötekilere de güvenilmez. Birkaç hadiste ihmal gösteren âlimin, diğerlerinde de ihmal gösterme ihtimali mevcut olduğu için hiçbir hadise güvenilmez) diyenler,
2- (Buhârî hadis kitabı hariç, diğer bütün hadis kitaplarında uydurma hadis bulunur) diyenler,
3- (Buhârî ve Müslim hariç, diğer bütün hadis kitaplarında uydurma hadis bulunur) diyenler,
4- (Kütüb-i sitte hariç, diğer bütün hadis kitaplarında uydurma hadis bulunur) diyenler,
5- (Hadis kitapları hariç, İslam âlimlerinin yazdığı her kitapta uydurma hadis bulunur) diyenler.
Birinci gruptakiler, (Yalnız Kur'an) diyenlerdir. Bunlar mezhepsizlerden de ileridir. Birçok konuda küfre düşüyorlar. Az çok dini bilen kimseler için, bunlar o kadar tehlikeli sayılmaz. Çünkü bunların aşırılığını, yanlışlığını sokaktaki insan bile biliyor. Mesela bir Hristiyan, Müslümanlığı kötülese kaç kişi inanır? Bu bakımdan, birinci gruptaki hadis düşmanlarına aldanan çok kimse olmaz. Diğer gruptakiler, birinci gruptakilere göre daha çok zararlıdır. Özellikle beşinci gruptakiler çok zararlıdır. Hadis âlimlerine itibar ediyor görünüp, kitaplarına uydurma hadis koyabilirler diyerek, fıkıh ve tasavvuf kitaplarını yazan Ehl-i sünnet âlimlerine olan güveni yıkıyorlar.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Bid’at ehlinin zararı, kâfirin zararından daha fazla olur) buyuruyor. Çünkü kâfirin, Müslümanlık hakkında söylediğine kimse itibar etmez, ama bid’at ehli, namaz kılıp her ibadeti yaptığı için, ona inananlar çıkar ve çok zararı olur. Bu bakımdan uydurma hadisçilerin zararı küçümsenemez. Bunlara inanan kimse, hadis âlimlerinin çoğuna suizan eder, İslam âlimlerini cahillikle suçlar. İslam âlimlerini cahillikle suçlamak insanı küfre kadar götürür.

Sütre ve namaz

Sual: S. Ebediyye’de, (Bir insanın yüzüne karşı namaz kılmak mekruhtur. Arada, namaz kılana sırtı dönük biri varsa, mekruh olmaz) deniyor. O kimse yatarak bize baksa veya gözleri yumuk olsa, uyusa, fakat yüzü bize dönük olsa, yine mekruh olur mu? Eğer önümüzde sütre varsa mekruh olmaz mı?
CEVAP
Uyusa da, yüzü bize dönükse mekruh olur. Eğer sütre varsa, yüzü bize dönük olsa da mekruh olmaz. Sütre, bir arşın yani yaklaşık yarım metre boyunda bir şeydir. Sütre; direk, sandalye, sehpa, koltuk gibi herhangi bir eşya olabilir.
İmam, namazı kılıp cemaate dönünce, hâlâ namaz kılan biri varsa, fakat namaz kılanın önünde biri ona sırtı dönük oturuyorsa, o kişi sütre sayılacağı için, imamın yüzüne karşı namaz kılmak mekruh olmaz. Namaz kılan kıyama kalkınca, imamla yüz yüze, göz göze gelseler de mekruh olmadığı İbni Âbidin'de yazılıdır.

23 Ocak 2014 Perşembe

Hacının her günahı affolur mu?

Sual: Bir hoca, (Hacc-ı mebrur yapanın günahları affolur. Dünyaya yeni gelmiş gibi olur) hadisi için, (Namaz borcu, oruç borcu, zekât borcu gibi bütün günahların affedileceğini göstermektedir. Bunun için, hac yapılınca, kaza namazı kılmak, kaza orucu tutmak ve verilmemiş zekâtları vermek gerekmez) diyor. Hırsızlık ederek çalınanlar da mı affoluyor?
CEVAP
Hayır, hocanın dediği yanlıştır. Şartlarına uygun olarak ve ihlasla yapılan hacca, (Hacc-ı mebrur) denir. Hacc-ı mebrur, kazaya kalmış olan [namaz, oruç, zekât gibi] farzlardan ve kul haklarından başka günahların affına sebep olur. Bunların affolması için, kazaların ve kul haklarının ödenmesi lazımdır. Mebrur hac yapmakla, farzları vaktinde yapmamanın ve vaktinden sonraya bırakmanın günahı affolur, hiç yapmamanın günahı affolmaz. Eğer, hacdan sonra, farzları kaza etmeye hemen başlamazsa, geciktirme günahı tekrar başlar ve zamanla kat kat artar. Geciktirmek, büyük günahtır. (Hacc-ı mebrur yapanın günahları affolur. Dünyaya yeni gelmiş gibi olur) hadis-i şerifi, kazaya kalmış farzlar ve kul hakkından başka günahların affolacağını göstermektedir. (İslam Ahlakı)

İnsanlar eşit midir?

Sual: Dinimizde üstünlüğün soy sopla değil, takvâ sahibi olmakla ilgili olduğu bildirilirken, Ebu Guddeci denilen kimselerin, hadis âlimlerinden İbni Lal hazretlerinin, (İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlükleri, ibadet farkından ileri gelir) diye naklettiği hadis-i şerif için, uydurma damgası basmaları çok yanlış değil midir?
CEVAP
Evet, çok yanlıştır. Dinimizde ırkçılık yoktur. İnanıp güzel amel işleyen, ihlâsı ölçüsünde diğerinden üstündür. Yunus Emre, (Yaratılmışı hoş gördük, Yaradan’dan ötürü) diyor. 72 millete, insan olarak aynı gözle bakmak, dinimize aykırı değildir. Çünkü dinimizde ırk üstünlüğü yoktur.
Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, Mecusi olsan veya puta tapsan da gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da gel!) buyuruyor. Bunun mânâsı, (Gel sana Müslümanlığı öğreteyim de gerçeği gör!) demektir. Müslümanlığı öğrenip takvâ sahibi olan, elbette diğer insanlardan üstün olur.
Bir milletin diğer millete üstünlüğü yoktur. Üstünlüğün ancak takvâ ile olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali:
(Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.) [Hücurat 13]
Bu konuda birkaç hadis-i şerif:
(Rabbiniz bir olduğu gibi, babalarınız, dininiz ve peygamberiniz de birdir. Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.) [İbni Neccar] (Acem, Arap olmayan demektir.)
(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.) [Tirmizî]
(Irkçılık yapan, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizden değildir.) [Ebu Davud]
Allahü teâlâ ve Onun Resulü “sallallahü aleyhi ve sellem” (Üstünlük takvâ iledir) buyururken, bunun aksini söylemek bir Müslümana yakışmaz. Dinimizi içeriden yıkmak için hadislere uydurma damgası basılmaktadır.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Kâfiri sevmek

Sual: Kâfirleri sevmek küfür müdür?
CEVAP
Bu husus, sevginin durumuna göre değişir. Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Kâfirleri sevmek, onlarla dostluk kurmak haramdır. Müminin kâfiri sevmesi üç türlü olur:
1- Onun küfrünü beğenirse imanı gider.
2- Herkesle iyi geçinmek için, kâfire dost görünmesi yasak değildir. Dost olmakla dost görünmek farklıdır.
3- İkisinin ortasıdır. Kâfire meyleder, yardım eder. Akrabalık, iş arkadaşlığı sebebiyle dostluk kurar. Bu dostluk, küfre sebep olmazsa da, caiz değildir. Âyet-i kerimeler, bu sevgiyi yasaklamaktadır. (M. Masumiyye 3/55)
Enes bin Malik hazretleri buyuruyor ki: (İnsan, dünyada kimi seviyorsa, âhirette onun yanında olacaktır) hadis-i şerifi, Müslümanları sevindirdiği kadar, hiçbir şey sevindirmemiştir. Müslümanları seven, Müslümanlarla birlikte Cennete; kâfirleri seven ise, kâfirlerle birlikte Cehenneme gidecektir. (Berika)
(Kâfirlerle muaşeret ve mübaşeret edene Allahü teâlâ lanet eder) hadis-i şerifini düşünüp kâfirlerle dostluktan uzak durmalıdır. (K. Yazılar)
Bid’at ehli olan Müslümanları bile sevmek çok tehlikelidir. Bid’at ehlini sevenlerin ibadetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez, kalblerinden imanlarını çıkarır. (Gunye)
(Bid'at sahibine hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur) hadis-i şerifi de, bid’atin tehlikesini göstermektedir. (Taberanî)
Bid’at Ehl-i, Müslüman olduğu hâlde, onu sevmek bu kadar tehlikeli olursa, kâfiri sevmenin dehşeti daha kolay meydana çıkar. Kâfirleri, münafıkları ve mürtedleri sevmemek dinin emridir. Bunun için, hubb-i fillah ve buğd-i fillah imanın şartı oldu. (S. Ebediyye)
Hubb-i fillah, Allah'ı sevenleri sevmek, buğd-i fillah Allah’ın düşmanlarını sevmemektir. Bir hadis-i şerifte, (İmanın temeli, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır) buyurulmuştur. (Ebu Davud)
İmanın temeli, şartı yoksa o kişi nasıl mümin kalır? Bu hadis-i şerifi her Müslüman kendine düstur edinmeli. Kâfirleri Müslüman yapmak için onlarla dost olup, kendi imanını tehlikeye atmamalıdır.