30 Eylül 2013 Pazartesi

Hadisi Kur’ana arz etmek

Sual: Bir yazar, (Ebu Hanife’nin, Mâlikî'nin elinden öperim, ama yanlışlarını da söylerim. Müslim diye biri veya Buhârî diye biri çıkıyor, bir hadis yazıyor. Kaynakları ne kadar sağlam olursa olsun, ben o hadisi Kur’ana arz etmedikçe kabul etmem. Her ikisindeki bazı hadisleri Kur’ana arz ettim, uydurma olduğunu gördüm) diyor. Buhârî ile Müslim, Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamınca en sağlam iki hadis kitabı değil midir?
CEVAP
Elbette Ehl-i sünnet âlimlerine göre en sağlam iki hadis kitabıdır. Mezhepsize, Vehhabi’ye ve İbni Sebeci’ye göre sağlam değildir. O yazarın bunlardan biri olduğu kesindir. Ehl-i sünnet olsaydı, böyle söylemesi imkânsızdı.
Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki zatın hadis kitabına, (Sahihayn) ismini vermişlerdir. Sahihayn, Kur’an-ı kerimden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdik edilmiş olan altı hadis kitabından Sahih-i Buhârî ile Sahih-i Müslim'in ikisine birden verilen isimdir. İslam âlimleri, sahih derken, bu bid’at ehlinin uydurma demesinin hiç önemi olmaz. Mezhepsizlerin Ehl-i sünnet âlimlerinin yoluna uymadıkları açıkça görülüyor.
(Müslim diye biri), (Buhârî diye biri) demek, yani alelade iki insanın ismini söyler gibi söylemek çok çirkindir, Ehl-i sünnet olana yakışmaz. (İmam-ı Müslim hazretleri), (İmam-ı Buhârî hazretleri) veya (rahmetüllahi aleyh) demek gerekir. Bunları sıradan biri gibi göstermek, mezhepsizlere, özellikle de İbni Sebecilere has bir taktiktir.
İmam-ı Muhammed Buhârî hazretleri, hadis âlimlerinin reisidir. 300 bin hadis ezberlemiştir. (Benim söylemediğimi hadis olarak bildiren, Cehennemde çok acı azap görecektir) hadis-i şerifinin dehşetinden çok korktuğu için, 600 bin hadis arasından sadece 7275’ini seçerek Sahih-i Buhârî isimli kitabına almıştır. Her hadisi yazacağı zaman, gusül abdesti alıp, iki rekât namaz kılar, istihare ederdi. Buhârî-yi şerif’i 16 senede kılı kırk yararak dikkatle yazmıştır. Böyle büyük bir hadis âliminin kitabında uydurma hadis olduğunu söyleyen, deli veya cahil değilse, mutlaka art niyetlidir.
İmam-ı Ebül-Hüseyin Müslim Nişapurî hazretleri de, İmam-ı Buhârî hazretleri gibi büyük bir hadis âlimidir. Cami-us-sahih ismindeki kitabındaki 7275 hadisi, 300 bin hadis-i şerif arasından seçmiştir. Buhârî’den sonra, Müslümanların en kıymetli temel kitabıdır.
Bu iki büyük zata suizan etmek kadar büyük sapıklık olmaz. İmam-ı Buhârî veya İmam-ı Müslim hazretleri gibi hadiste otorite olan bu büyük hadis âlimleri, hem de, asr-ı saadete yakın olan o zamanda, bir hadisi Kur’ana arz etmesini veya o hadisin Kur'ana aykırı olup olmadığını bilmezse, mezhepsizler, İbni Sebeciler nereden biliyor?
 
Gafletten sakın
Niye, imkânın varken, çürük tohum ekersin?
Gafletin cezasını, âhirette çekersin.

Kurban için zenginlik ölçüsü

Sual: Kurban Bayramı'nda kurban kesmenin vacib olması için şartlar nelerdir?
CEVAP
1- Mukim, âkıl baliğ ve Müslüman olmak.
2- Nisaba malik olmak.
3- Kadınların, altın ve gümüş dışındaki inci, mercan, pırlanta, zümrüt gibi ziynet eşyaları kurban nisabına katılır, fakat zekât nisabına katılmaz.
4- Birden çok evi olan erkeğin, nisaptan düşürecek kadar borcu yoksa, kurban kesmesi gerekir.
5- Kurban nisabı hesabına katılacak malın, ticaret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da gerekmez. Bütün borçlar, alacaklardan ve mevcut maldan çıkarılır. Kalan alacaklar, zekâtta olduğu gibi, kurban nisabına da dâhil edilir.
 
Kurban satın alırken
Sual: Kurban alırken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP
1- Kurban satın alırken, (Bayram günü kesmesi vacib olan kurbanı almaya) diye niyet etmeli. Bunu keserken, tekrar niyet etmesi şart değildir. Bu aldığı hayvanı kurban etmesi de şart değildir, fakat keseceğinin kıymeti bundan az olmamalı. Satın alırken, hiç niyet etmese de olur, fakat bunu keserken veya kesecek olanı vekil ederken niyet etmesi gerekir.
2- Kurbanlık hayvanı canlı olarak tartıp satmak caiz olmaz. Canlı olarak tartıp, (Bu hayvana şu kadar para vereceksin) denirse, hayvanın tamamı üzerinde pazarlık yapılırsa, o zaman alışveriş götürü usulü olduğundan sahih olur.
3- Üç ortak, 7000 liraya bir inek alsa, ortağın biri 3000 diğeri de 3000 verse, üçüncü ortak 1000 lira verse, üçüncüye düşen hisse, yedide birden az olmadığı için caiz olur.
4- Eşit para verip, 3 kişi, 3 koyun alsa, kesmeden önce, (Şu senin, şu onun, şu da benim) diye paylaşmak caizdir.
5- Kurbanı veresiye veya kredi kartıyla almak caizdir. Faizli kredi ile almak caiz olmaz.
6- İki kişinin kurbanı karışırsa, her birinin kendinin sanarak kestiği, kendi kurbanı olur.
7- İki kurbanlıktan biri diğerini öldürmüşse, sahibine ödetilemez.
8- Kurban alan, niyetini değiştirip, akika veya adak olarak kesebilir.

29 Eylül 2013 Pazar

Zafere kavuşmak için iki şart

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İki şeye dikkat edilirse, zafer mutlaka nasip olur: 1- Namazı doğru kılmak, 2- Âmire itaat. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah’a, Resûlüne ve sizden olan Müslüman âmirlere itaat edin) buyuruluyor. Emîre itaat etmemek haramdır.
Peygamber efendimiz, (Benim ümmetim bir vücut gibidir) buyuruyor. Bir vücutta iki kalb, sekiz göz, kırk kulak olmaz. Başarı için yekvücut olmalı. Emîre bir kere bile itiraz hakkı yoktur. İstişare etse bile, son kararı emîr verir.
Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", Rumlarla savaşmak üzere bir ordu hazırlanmasını emir buyurup, azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd bin Hârise’nin oğlu olan, 22 yaşındaki Hazret-i Üsame’yi kumandan yaptı. Orduda Eshab-ı kiramın bütün büyükleri vardı, ama hiçbiri (Biz, zenci cariyenin oğlu Üsame’nin emrinde mi savaşacağız?) demedi.
Karargâh kurulmuş, ordu hazırlanmıştı. Hareket edecekleri sırada, Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" vefat etti. Geri mi dönülecek, devam mı edilecek diye haber beklenirken, halife seçilen Hazret-i Ebu Bekir, hemen Eshab-ı kiramın ileri gelenlerini topladı. (Görüyorsunuz, Resulullah vefat edince, kabileler isyan ettiler, mürtedlerden, müşriklerin safına geçenler oldu. Müşrikler de, Medine’nin etrafında fırsat kolluyor. İslam ordusu sefere devam ederse Medine’ye saldırabilirler. Ordu geri mi dönsün, devam mı etsin?) diye sordu. Hepsi, (Başka ordumuz yok, ordu geri dönsün. Sefere daha sonra çıkılsın. Yine de karar sizin) dediler. Halife yani Emîr Hazret-i Ebu Bekir, (İstişare yapıldı, tek erkek kalmadan herkes orduya katılacak, ordu, geri dönmeyecektir) buyurdu. Bir tek o, bu düşüncedeydi ve böyle karar verdi. Hem savaş kazanıldı, hem de, saldırmaya hazırlanan bütün kâfirler, mürtedler, (Bu acılı günlerinde böyle büyük bir ordu dışarı çıktıysa, içeride kim bilir daha kaç tane ordu var?) diye gözleri korktuğu için saldıramadılar. Eğer ordu, geri dönseydi, cesaretlenecekler ve kan gövdeyi götürecekti. Halife, (İstişare et, karar verdikten sonra, Allah’a güven ve kararından dönme!) mealindeki âyet-i kerimeye uymanın bereketini gördü.

Dua ederim

Sual: Hiç dua etmeden, (Dua eder, dualarınızı beklerim) deniyor. Böyle demek uygun mu?
CEVAP
Dua etmiyorsa uygun olmaz. Dua ediyorsa uygun olur. Eğer, (Ben dua ettim, ediyorum, yine edeceğim) anlamında söyleniyorsa uygundur. Ama hiç dua etmeden, (Dua eder, duanızı beklerim) demek uygun olmaz. Yahut hiç dua etmeden, (Büyüklerin duası olsun) demek de böyledir.
 
Öğüt almayan kulak
Hangi kulak ki, öğüt almaz dinlediğinden,
Ona akıtmak gerek, kurşunu deliğinden.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Ecirnî - Ecirnâ

Sual: Cehennemden kurtulup Cennete gitmek için, (Allahümme ecirnî min-en-nâr ve edhılnil Cennete) duasını okurken, ecirnî yerine ecirnâ, edhılnil yerine edhılnel dense mânâ değişir mi? Caiz olur mu?
CEVAP
Ecirnî yerine ecirnâ denince, beni değil, (Bizi Cehennemden koru!) demek olur. Edhılnil yerine, edhılnel denirse, beni değil (Bizi Cennete koy!) demek olur. Ama dua, hadis-i şerifte nasıl bildirilmişse öyle okunmalıdır.
 
Hayat
Bu hayat bazen tatlı, bazen de çok acıdır,
Bazısı lanet eder, bazısı duacıdır.

Dine hizmet, ateşten gömlek giymek gibid

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dine hizmet, ateşten gömlek giymeye benzer. Yani vebali ağırdır, çok hassas, çok dikkatli olmak gerekir. Dine hizmetten dünya menfaati sağlamak ise, zemzeme idrar karıştırmak gibidir, felakettir. İdrar karışan zemzem, artık zemzem olmaktan çıkar. İçilmez hâle gelir. Böyleleri için Kur’an-ı kerimde mealen, (Dini verip dünyayı aldılar, bu alışverişten çok zarar ettiler) buyuruluyor. Merhum hocamız, (Bu hizmetlerden bir kuruş menfaatim olmadı. Kitabevinden kendi kitaplarımı alırken de parasını verdim) buyururdu.
Gazalardan zaferle dönülünce, dağıtılmadan hiç kimse ganimet almazdı. Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", ne verirse, her Sahabî onu alırdı. Hiçbir Sahabî, (Benimki az, ben daha çoğunu hak ettim) demezdi. Yani dine hizmet için çalışırken alınacak ücreti, herkes kendisi değil, Emîr tayin eder. Bu hizmeti yaparken, almak için değil, vermek için uğraşmalı. Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda yapılan hizmetlerde kâr değil, sevab paylaşımı vardır.
İslam dininin kendisi izzet ve şereftir. Ona uyup hizmet edenler, hizmet ettiği sürece şereflidir. Bunun dışında şeref arayanlar şeref bulamaz.
Dine hizmet edenlerin en çok korkacağı şey, kibirdir. Kibir on kısımdır, dokuzu hizmet edenlerdedir. Şeytan onları, (Ben şöyle hizmet ettim, şu kadar kitap sattım) diye konuşturur, yaptıklarıyla övünürler. Övündükçe ayakları kayar da, farkında olamazlar. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (İyilik yaparken bir kötülüğe sebep olmayın!) buyuruyor.
Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı fethedip, halifeliği teslim aldığı zaman, hutbe okuyan imam, Sultanı tanıtırken, (Hâkim-ül Haremeyn) yani (Mekke ve Medine’nin hâkimi, sultanı) diye takdim edince, Sultan çok sinirlenip, başındaki kavuğu imama fırlatır. İmam hemen hutbeyi keser. Yavuz Sultan Selim Han, (Öyle deme, Hâdim-ül Haremeyn de!) Yani (Ben Mekke ve Medine’nin hizmetçisiyim, buralara hizmet için geldim) diye kendini takdim eder. Sorgucuna da, (Biz, Haremeyn’in süpürgecisiyiz) mânâsında, süpürge amblemi taktırır. Demek ki, her işte tek maksat Allahü teâlânın rızası olmalı.

Cenab kelimesi

Sual: Selefî biri, (Mevla kelimesi gibi, Cenab kelimesini de Allah için kullanmak şirk olur. Cenab, çevre, ev bahçesi anlamına geldiği için Cenab-ı Hak demek şirktir. Hazret kelimesi de ön demektir. Hazret-i Allah demek de aynı şekilde şirktir) diyor. Eski âlimlerimizin kitaplarında bu kelimeler geçiyor. Bu kelimeleri Allah için kullanmanın mahzuru var mı?
CEVAP
Hiçbir mahzuru yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi, bu kelimeleri saygı ifadesi olarak kullanmışlardır. Cenb, canib, cenab aynı kökten gelen kelimelerdir.
Cenb kelimesi, (cihet, yön, taraf, yan, iz, bucak, böğür, kenar, köşe) gibi mânâlara gelir. Kur’an-ı kerimde de geçmektedir. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Musa, Tur tarafından bir ateş gördü.) [Kasas 29]
(Biz, ona Tur Dağı’nın sağ yanından seslendik.) [Meryem 52]
Nisa sûresinin 36., Yunus sûresinin 12. âyetlerindeki cenb kelimesine tefsirlerde (yan) mânâsı verilmiştir. Zümer sûresinin 56. âyetinde, (Cenbillah = Allah'ın cenbi) diye geçiyor. Bu âyetin meali de şöyledir:
([O günden sakının ki günahkâr olan] nefis şöyle diyecektir: Allah'ın yanında [Onun emirlerine itaat etmeyip] işlediğim kusurlardan dolayı yazıklar olsun bana!) [Zümer 56 - Beydâvî, Celâleyn, Medârik tefsirleri]
Canip kelimesi de, yan, taraf anlamında kullanılmaktadır. Bir beyit şöyledir:
Ey misafir, kıl namazı, kıble şu caniptedir,
İşte leğen, işte ibrik, havlu ise iptedir.
Âlicenab kelimesi de, iyilik sahibi, şerefli, yüksek ahlâklı, cömert, büyük zat anlamına gelir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Peygamber gibi ifadelerde ise, çevresi büyük, yan, taraf anlamına gelmez. Büyük, şerefli gibi anlamlara gelir.
Hazret kelimesi de, Hazret-i Allah, Hazret-i Âdem Peygamber, İmam-ı Gazâlî hazretleri gibi saygı için çok kullanılır. Hazret kelimeleri buralarda ön mânâsına gelmez.
Mevla kelimesi de, birçok mânâya gelir. Meşhur olan üç mânâsı (İlah, köle ve efendi) demektir.
(Mevla’mızın rahmeti boldur) cümlesinde Mevla, ilah mânâsındadır.
(Mevlana Halid-i Bağdadi, Mevlana Celaleddin-i Rumî kıymetli zatlardır) cümlesindeki mevla kelimesi, efendi demektir. Mevlana, (Efendimiz) demektir.
(Hazret-i Bilâl, Hazret-i Ebu Bekir’in mevlası idi) cümlesinde mevla, azat edilmiş köle mânâsına gelir.
Birkaç mânâsı olan kelimeler hakkında, mânâlardan birini esas alarak, öyle yanlış ve çirkin şeyler söylemek doğru olmaz.
 
Cahil masal der
Dinimiz çok yücedir, o kadar çok güzel ki,
Dinden habersiz cahil, (Bunlar masal) der belki.

Hayır kurumlarına kurban bağışı

Sual: Vacib, akika ve adak kurbanlarını hayır kurumlarına nasıl kestirebiliriz?
CEVAP
Vacib olan kurban, adak, akika veya ölüler için kesilecek kurban, işin dînî yönünü de iyi bilen ve ilim neşriyle meşgul bir vakfa, vekâlet yoluyla kestirilebilir. Böylece ilim neşrine katkımız olduğu için farz sevabı da alırız. İlim tahsili yapılan yerlere, dine uygun şekilde zekât, fitre, adak, akika veya sadaka şeklinde yapılan yardımlar, insanı kazalardan, belalardan korur. Dünyada, sıhhat ve âfiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin! Bela sadakayı geçemez.) [Taberanî]
Vakıf yetkilisine dine uygun vekalet verilmeli ve her hayvanın, kimin adına kesildiği belli olmalıdır. İhlas Vakfı, bu işi senelerdir dine uygun olarak yapmaktadır. İhlas Vakfı’nın öğrenci yurtlarında, binlerce üniversiteli fakir öğrenciyi ve Türk dünyasından gelen muhtaç öğrencileri barındırmaktadır. Onların birçok ihtiyacı, hayırseverlerin yardımlarıyla sağlanmaktadır. Birçok önemli eseri çeşitli dillere tercüme ettirerek, yurt içinde ve yurt dışında dağıtmakta, böylece dinimizin, ülkemizin ve milletimizin tanınmasına vesile olmaktadır. Ayrıca, Türk dünyasından ve yurt içinden gelen fakir öğrencilere her türlü yardımı yapmaktadır.
Bu öğrenci yurtlarının bir yıllık et ihtiyacı, hayırseverlerin verdikleri kurban vekâletleriyle karşılanmaktadır. Vakfa verilen kurban vekâletleriyle, hayırseverler adına kurbanlıklar satın alınmakta ve dinimize uygun olarak kesilen kurbanlar, soğuk hava depolarında muhafaza edilmektedir. Yıl boyu, bu etler yurtların yemek ve et ihtiyacında kullanılmaktadır.
İhlâs Vakfı, eğitime ve devletimize verdiği destekle, en iyi şekilde kamu hizmeti yapmaktadır. İhlâs Vakfı’na kurban veya zekât vekâleti veren, İhlâs Vakfı’nın hizmetlerine iştirak etmiş olur. Telefonla veya internet üzerinden de kurban vekâleti verebilir. Kurban bedelleri, banka hesap numaraları, (0212) 451 49 00 numaralı telefondan veya www.ihlasvakfi.org.tr adresinden öğrenilebilir. Bu siteden vekalet verilip, havale veya kredi kartıyla da ödeme yapılabilir.

26 Eylül 2013 Perşembe

Hacca gitmenin önemi

Sual: Hacca gitmenin önemi nedir?
CEVAP
Gücü yetenin, ömründe bir kere Kâbe’ye gidip, oraya mahsus ibadetleri yapması farzdır. Daha sonra yapılan haclar nâfile olur. Farz olan hacca gitmeye çalışmalı! Bir kere farz olan haccı yapmak, 20 kere Allah yolunda savaşmaktan daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Hac, suyun kirleri temizlediği gibi, günahları yok eder) buyuruldu. (Taberanî)
Kabul olan hac; namaz, oruç ve zekât borçlarının affına sebep olmaz. Bunları geciktirme günahlarının affına sebep olur. Kul borçları verilmezse veya helâlleşilmezse ödenmiş olmaz. Kul ve Hak borçlarından başka günahlar affedilir. Haccın sahih olması için, vaktinde yapılması gerekir. Kabul olması için de, haccın sahih olması, o kimsenin itikadının düzgün olması, bid’at ehli olmaması gibi şartları vardır. Hadis-i şerifte, (Bid’at işleyenin orucu, haccı, cihadı kabul olmaz) buyuruldu. (Deylemî)
 
Üç türlü hac vardır:
1- İfrad hac: Bu haccı yapana müfrid hacı denir. İhrama girerken, yalnız hac yapmaya niyet eden kimsedir. Mekke’de oturanlar, yalnız müfrid hacı olur.
2- Kıran hac: Bu haccı yapana karin hacı denir. Hacla umreye birlikte niyet eden kimsedir. Önce umre için tavaf ve sa’y edip, sonra ihramını çıkarmadan ve tıraş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrar tavaf ve sa’y yapar.
3- Temettü hac: Bu haccı yapana mütemetti hacı denir. Hac aylarında, yani Şevval, Zilkade, Zilhiccenin ilk on gününde umre yapmak için ihrama girip, umre için tavaf ve sa’y yapıp ve tıraş olup ihramdan çıkar. Memleketine gitmeyerek, o sene, terviye gününde veya daha önce, hac için ihrama girerek müfrid hacı gibi hac yapar. Yalnız, tavaf-ı ziyaretten sonra da sa’y yapar. Karin ve mütemetti hacıların şükür kurbanı kesmeleri vacibdir.
Temettü veya kıran haccı yapanlardan, kurbanlık hayvan bulunmaması veya alınamaması sebebiyle, kurban kesme imkânı olmayanlar, üç gün hac esnasında, yedi gün hacdan sonra olmak üzere on gün oruç tutarlar.
Not: Hacla ilgili bütün bilgiler, www.dinimizislam.com sitemizde vardır.

Arkadaşın kim?

Sual: Bir gün merhum hocamla görüştüğüm zaman, (Senin arkadaşın falanca kimsedir) demişlerdi. Benim birçok arkadaşım varken, neden özellikle onu söylemiş olabilir?
CEVAP
Arkadaşlarınız çok olabilir, ama içlerinde bozuk yollarda olanlar, başka yere bağlananlar olabilir. (Hocam) dediğiniz zatın bildirdiği arkadaş, hangi yoldaysa, sizin de, o yolda olmanız gerekiyor. Yani bu söz, (Onu kendine arkadaş et, onun yolunda ol!) demektir. (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir. Kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin!) mealindeki hadis-i şerif, (Senin arkadaşın kim ise, sen de onun dininde, onun yolunda olursun, ona benzersin) demektir. (Kişi sevdiğiyle beraberdir) hadis-i şerifi de, aynı şeyi bildirmektedir. Birbirini sevenlerin ortak yönleri çok olur.
Atalarımız da, (Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim) demişlerdir. Çünkü insan, ortak yönleri olan kimselerle arkadaşlık eder. Eğer o zatın emrini göz ardı ederseniz, ona uymamış olursunuz.
İyi insan olmak için, iyilerle beraber olmak gerekir! Büyüklerimiz de, (Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir) buyurmuşlardır. O hâlde, o zatın dediği arkadaşla beraber olmaya ve onun yolunda gitmeye çalışmalısınız. Büyükler, dünyalık fayda ve zarara değil, âhiretteki fayda ve zarara bakarak konuşurlar. Âhiret için önemli olmadıkça bir şeyi insana bizzat söylemezler. Bu yüzden çok dikkatli olmalı.
 
İman
Doğru olan bir iman, kulun en büyük bahtı,
İnanan sultan olur, ne yapsın tacı tahtı?

25 Eylül 2013 Çarşamba

Kurbanlık hayvanı kestikten sonra etini tartmak

Sual: Kurbanlık satılırken, alıcıya bir hayvan veriliyor. Alıcıya, (Bunu kestikten sonra tartarız, kaç lira gelirse parasını verirsiniz) deniyor. Yahut satıcı, alıcının istediği fiyata yakın bir hayvanı bayram günü kesiyor. Alıcıya, tartıp satıyor. Hacda ve bazı hayır kurumlarında, diyelim bin kişinin adına bin tane kurban eksiliyor. Ama hangi kurban kimin için kesildiği belli değil. Böyle kesilen kurbanlar sahih olur mu?
CEVAP
Her üç şekilde de kesilen kurbanlar sahih olmaz, et olur. Hacda kasabın, bir hayvanı kimin için kestiğini bilmesi lazım. Hayvanları kesip, (Gel hangisini istersen onu al!) denince de kurban sahih olmaz. Bir hayvanı emanet alıp, onu kestikten sonra parasını vermek de sahih olmaz. Çünkü emanet hayvan kurban edilmez. Şu şekilden biri olursa kurban sahih olur:
1- Hacda kurbanı kestireceklere vekâlet verilir. Kestirecek kimse de, her hayvanı hangi hacı için kestirdiğini bilmesi şarttır. Kurbanını bir hayır kurumuna hediye eden kimse de, bu işle görevli kişiye, (Allah rızası için, bayram kurbanımı kesmeye, dilediğine kestirmeye, etini ve derisini dilediğine vermeye seni umumi vekil ettim) demelidir. Görevli satın alacağı kurbana bir numara bağlar. Kesilirken, sahiplerinin ismini söyleyerek kasapları vekil eder. Böyle kesilirse hacdakiler ve hayır kurumundakiler sahih olur. Rastgele bir hayvanı kesip de, vekâlet verenlerden birinin olsun denirse sahih olmaz.
2- Kestikten sonra etini tartıp satacakların kurbanlarının sahih olması için, kurban kesecek kişi, hayvanları satana, yukarıda bildirildiği gibi vekâlet verir. Vekil de, o kişinin adına bir hayvan keserse sahih olur. Etini tartıp, (Kurban için şu kadar para vereceksin) diyebilir veya hiç para almasa bile kurban yine sahih olur. Önemli olan kesene vekâlet verilmesi, kesenin de bu kişi adına kesmesidir.
3- Satıcının, (Bunu götür kurban olarak kes, sonra etini tartıp parasını alırız) derse kurban sahih olmaz. Çünkü böyle verilen hayvan emanet olur. O hayvanı alıcıya belli bir fiyatla satar veya hediye ederse o zaman kurban edilir.

Adağı önceden yapmak

Sual: (Bir ay sonra bin lira sadaka vereceğim) diye adayan, bir ayı beklemeden hemen verse veya birkaç ay yahut birkaç yıl geciktirse caiz olur mu? Fakirse, bin lirası yoksa, yine yerine getirmesi lazım olur mu?
CEVAP
Şarta bağlı olmayan adağı, tayin ettiği zamandan önce yapmak caizdir. Fakat şarta bağlı, yani (Şu işim olursa…) diyerek adanan adağın ise, şart hâsıl olmadan yerine getirilmesi caiz olmaz. Yerine getirirse, şart hâsıl olunca, tekrar yapması gerekir.
Şarta bağlı olmayan adağı, yani (Falanca fakire veya filanca vakfa şunu vermeyi adadım) denirse, fakir olsa da, hemen yerine getirmesi lazım olur. Özürsüz geciktirmek caiz olursa da, sevabı azalır. Fakir kimse, gücünün yetmediği şeyi adamamalıdır.
 
Miraç Gecesi
Namaz Miraç Gecesi, Rabbimize arz oldu,
Beş vakit kılınması, müminlere farz oldu.

24 Eylül 2013 Salı

Dinimizi korumak için dünya menfaatinden vazgeçmek

Sual: Müdara nedir? Fitneye sebep olmamak için müdara nasıl olur?
CEVAP
Müdara, bir kimseyi idare etmek, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vazgeçmek, insanlarla iyi geçinmek, İslamiyet’in dışına çıkmadan, güler yüz göstermek, gönlünü almaktır. Bazı toplumlarda, dinimize zarar gelmemesi için müdara gerekir. Bu da, inancını ve bazı konulardaki görüşünü saklamakla olur. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman olur. İnsan, söylemediği sözüne hâkimdir, söylediğinin ise mahkûmudur. Onun için, (Zehebini, zihâbını ve mezhebini gizli tut!) derlerdi. Yani paranı, dînî ve siyasî görüşünü, hizbini gizli tut, demektir.
Kâfirler arasında kalıp, malından, canından korkanın, onlara kalben değil de, dilden sevgi göstermesi caizdir. Nitekim müşrikler, Hazret-i Ammar’a, babası Hazret-i Yasir ve annesi Sümeyye hatuna işkence edip, (Lat ve Uzza putu, Muhammed’in dininden iyidir de!) diye zorlarlar, demeyince de işkenceyi artırırlardı. Nihayet, ana babası şiddetli işkence ile şehit edildiler. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine onların istediği küfür [imanı gideren] sözleri diliyle söyledi. (Ammar, dinini bırakıp kâfir oldu) dediler. Resulullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki: (Ammar kâfir olmadı, o baştan ayağa imanla doludur. O, iki durumla karşılaştığında en doğru olanını tercih eder.) [İbni Mace, Ebu Nuaym]
Görüldüğü gibi fitne olmaması için Hazret-i Ammar, küfür söz söyledi. Demek ki fitnenin durumuna göre, sünnet veya farz terk edilebilir, hattâ küfür söz bile söylenir.
Hazret-i Ammar serbest bırakıldığında, Resulullah efendimiz, mübarek eliyle gözünün yaşını silip teselli buyurdu. Bu olay üzerine, Nahl sûresinin, (Allah’a küfredenlere şiddetli azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu hâlde [küfre] zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesnadır) mealindeki 106. âyeti nazil oldu. Resulullah efendimiz de Hazret-i Ammar’a, (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle!) buyurdu. (İbni Mace)

23 Eylül 2013 Pazartesi

Allah hayâ eder mi?

Sual: Hayâ etmek, utanmak demektir. Utanmak, gülünç olacak bir duruma düşmekten korkmak, sıkılmak, mahcup olmak, çekinmek gibi mânâlara geldiğine göre, (Allah utanır demek) caiz midir? Allah, kimden çekinecek, kimden korkup sıkılacak?
CEVAP
Allah'ın hayâ etmesiyle insanların hayâ etmesi farklıdır. İnsanın hayâ etmesi, sıkılmak, çekinmektir. Fakat Allah'ın hayâ etmesi, o işi, keremine, ihsanına yakıştırmamaktır. Mesela insanların görmesiyle, işitmesiyle ve bilmesiyle; Allah’ın görmesi, işitmesi ve bilmesi çok farklıdır. Allahü teâlânın görmesi, ezelî ve ebedîdir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, aletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir, çok sınırlıdır. Allah'ın görmesi gözle, işitmesi de kulakla değildir. Geçmişi, geleceği, olmuşu ve olacağı, gizli açık her şeyi bilir ve görür. Görmesine hiçbir şey engel olamaz. Bunun için Allah'ın hayâ etmesiyle insanların hayâ etmesi çok farklıdır, sadece isim benzerliği vardır. Hayâ etmekle ilgili bir âyet-i kerime meali:
(Allah gerçeği söylemekten hayâ etmez.) [Ahzab 53]
Birkaç hadis-i kudsî:
(Habibimin isminde olan Müslümana azap etmekten hayâ ederim.) [Taberanî]
(Bir kulumun bedenine, çocuklarına veya malına bir musibet verdiğimde, bunu güzel bir sabırla karşılarsa, Kıyamet günü onun için bir mizan kurmaktan veya bir hesap defteri açmaktan hayâ ederim.) [Hakîm-i Tirmizî]
(Müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten hayâ ederim.) [Beyhekî]
(İhtiyarlık benim nurumdan bir nurdur. Nuruma narımla [ateşle] azap etmekten hayâ ederim.) [Ebu-ş-Şeyh]
Birkaç hadis-i şerif:
(Allahü teâlâ, çok hayâ ve kerem sahibidir. Kendisine açılan elleri boş çevirmekten hayâ eder.) [Tirmizî, Hâkim]
(Cennete gidecek bir mümin ölünce, Allahü teâlâ onun cenazesini taşıyana, arkasından gidene ve onun namazını kılana azap etmekten hayâ eder.) [Deylemî]
(Allahü teâlâ, bir kavmi, bir topluluğu mağfiret ettiği hâlde, onların içinden birini mağfiret etmemekten hayâ eder.) [Ebu-ş-Şeyh]
(Dostunuz çok olsun, çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları arasında bulunan kuluna azap etmekten hayâ eder.) [Şir’a şerhi]

Hırsızlığı önlemek için

Sual: (Mâide sûresinin, (Erkek ve kadın hırsızın, yaptıkları işten dolayı Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, elini kesin!) mealindeki 38. âyetindeki el kesmekten maksat, o işten el kesmesi, el çekmesi, yani hırsızlığına engel olunmasıdır) diyenler var. Doğrusu nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, nasıl açıklamışsa, muhaddisler ve müfessirler, nasıl bildirmişse doğrusu odur. Bizim gibilerin âyetlere mânâ vermesi kesinlikle caiz olmaz. Birkaç hadis-i şerif:
(Sizden öncekileri helâk eden günah şu idi: Onlar, mevki sahibi biri hırsızlık edince, ceza vermezler, zayıf biri hırsızlık edince, ona ceza verirlerdi. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da, elini keserdim.) [Müslim]
(Hırsızın eli, çeyrek altın ve daha fazla çalarsa ancak o zaman kesilir.) [Buhârî]
İbni Ömer hazretleri anlatır:
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üç dirhem kıymetindeki bir kalkanı çalan hırsızın elini kesti. (Buhârî, Müslim, Muvatta, Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî)
O âyet-i kerimede, hırsızın elini kesmek gerektiği birçok hadis-i şerifle açıklanmıştır. Hırsızı cezalandırma işini ancak İslam devleti yapar.
 
Kötü kazanç
Kazancı pornodadır, dönüp duruyor çarkı,
Kadın ticaretinden, var mı bu işin farkı?

Namaza dikkat edin, hanımlarınızı üzmeyin!

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Merhamet imandandır. Bu din, merhametle bugüne kadar gelmiştir. Bir kimse, Peygamber efendimizin, torunları Hazret-i Hasan’la Hazret-i Hüseyin’i öptüğünü görünce, (Benim on tane çocuğum var. Hiçbirini öpmedim) der. Peygamber efendimiz, (Merhamet etmeyen, merhamete kavuşamaz) buyurur. Hazret-i Mevlana da, bir talebesine para verip, (Bana bir ekmek al) der. Alıp getirince, teşekkür edip, yola çıkar. Talebe de peşinden gider. Hazret-i Mevlana bir mağaraya girer. Orada yavrulamış ve açlıktan ölecek olan köpeğe, ekmeği suya batırarak yedirir. Çıkarken talebesiyle karşılaşır. Merakla bakan talebeye, (Yeryüzündeki her canlıya merhamet ediniz ki, merhamete kavuşasınız) mealindeki hadis-i şerifi söyler.
Peygamber efendimizin, vefat ederken son sözü, (Namaza dikkat edin, hanımlarınızı üzmeyin!) olmuştur. Hanımımız, evlatlarımız bize Allahü teâlânın emanetidir. Basit şeyler için onları üzmemeli. Onlara İlmihâl’den Ehl-i sünnet itikadını, dinimizin emir ve yasaklarını, namazı, Kur’an-ı kerimi öğretmeli. Tesettüre riayet ediyor ve namaz kılıyorsa, bunu büyük nimet bilmeli. Dinimizi sevdirmezsek ve ibadetleri yaptırmazsak, Cehenneme gitmelerine sebep oluruz. Bir insan, ailesine nasıl merhamet etmez, çoluk çocuğunu nasıl Cehenneme atar?
Namaz, nurdur. Namazsız geçen ömür, büyük kayıptır. Peygamber efendimiz, Mirac’da, bir grup insan görür, bunlar çamura dalıp, çamuru üstlerine başlarına sürüyorlarmış. Sonra çamurdan çıkıp yıkanarak tertemiz oluyorlarmış ve bu hâl böyle devam ediyormuş. Peygamber efendimiz (Ey kardeşim Cebrail, ne yapıyor bu insanlar? Kim bunlar?) buyurur. Cebrail aleyhisselam da, (Yâ Resulallah, bunlar senin ümmetin. Sabah namazından öğleye kadar günah işlerler, yani çamura batarlar. Sonra rahmet-i ilahi neticesinde bir abdest alırlar, namaz kılarlar, tevbe ederler. Sonra öğleden ikindiye kadar yine çeşit çeşit günah işlerler. Fakat bir abdest alırlar, namaza dururlar, tevbe istiğfar ederler, Cenab-ı Hak bunları tertemiz yapar. Her vakit namazla böyle temizlenirler. Ömür böyle geçer) cevabını verir. Bunun için, namazı asla ihmal etmemelidir.

Fâsıklara lânet okumak

Sual: Fâsıklara, bid’at ehline ve kâfirlere ismen lânet etmek uygun olur mu?
CEVAP
Uygun olmaz, çünkü Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Adını söyleyerek, belli bir kâfire lânet etmemeli. Genel olarak, (Kâfirlere lânet olsun!) demekte mahzur olmaz. (İslam’da İlk Fitne kitabı)
İsim söylenmeden, (Allah'ın lâneti, kâfirlerin, bid'at ehlinin ve fâsıkların üzerine olsun) demekte de mahzur yoktur. Çünkü Allahü teâlâ ve Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" böyle genel lânet etmiştir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah ve Resulünü incitenlere Allah, dünyada ve âhirette lânet etmiştir.) [Ahzab 57]
Bir hadis-i şerif:
(Zâlim âmirlere, fâsıklara ve sünnetimi yıkan bid'at ehline Allah lânet etsin!) [Deylemî]
 
Nefse muhalefet
Kavuşmak istiyorsan, yarın büyük sevince,
Muhalefet edesin, nefsine gündüz gece!

21 Eylül 2013 Cumartesi

“Şu iki özellik Müslümanın ciğerine işlemeli”

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Cömert bir zata, (Efendim, sizin için, “Ona on çuval altın götürsen, bir günde bitirir. Yolun başında durur, ne varsa hepsini dağıtır” diyorlar. Bu doğru mu?) diye sorarlar. O zat der ki: “Evet, doğru söylüyorlar, çünkü o kimseye vermeyip saklasa ölür. Nitekim Peygamber efendimiz, (Müminin iki alameti vardır: Verdiği zaman sevinir. Günah işlediği zaman üzülür) buyuruyor. Verirken zerre kadar (Eyvah param eksildi!) veya (Ben bunu nasıl veririm!) gibi bir düşüncesi olmaz. Hem verir, hem de (Allah, bana bunu vermeyi nasip etti) diye çok sevinir. Günah işlediği zaman, ben bunu niye yaptım diye üzülür. Bu iki vasıf müminde bulunur. İnsan, neye kıymet verirse, kıymeti verdiği şeyle ölçülür. Paraya çok kıymet veren parayla, âhirete kıymet veren de âhiretle ölçülür.”
Neden evliya zatların ismi saygıyla anılınca, Allah hatıra gelir? Çünkü insan, neye düşkünse, onunla hatırlanır. Onun için, dünya ile meşhur olmaya çalışmamalı.
Güzel ahlâkla, terbiyeli, saygılı olmakla ve namazla hatırlanmalı.
Büyük bir zat, nasihat isteyen gence buyurur ki: Şu iki özellik, Müslümanın ciğerine işlemelidir:
Birincisi, beş vakit namaza çok düşkün olmalı. Namaz, insanın aldığı hava, içtiği su, yediği gıda gibi olmalı.
İkincisi, saygıya ve edebe çok dikkat etmeli. Saygı sınırı aşıldı mı, büyükler oradan uzaklaşır.
Hangi ailede edep varsa, o ailede mutluluk vardır. Hangi ailede karşılıklı saygı yoksa, orada daima kavga gürültü olur. Hiçbir bî-edep vâsıl-ı ilallah olamamıştır. Yani hiçbir edepsiz, Allah’ın sevgili kulu olamamıştır.
Evliya zatların, âlimlerin hayatlarına bakıldığında, çok alçakgönüllü insanlar olduğu görülür. Bu zatlar, bin yıldan beri hâlâ yaşıyorlar, isimleri kitaplarda geçiyor.
Cenab-ı Hak, zenginliği isteyene, edebi ve güzel ahlâkı ise bunlara layık olana verir. Dolayısıyla iftihar edilecek şey, çok zengin olmak, çok mal mülk sahibi olmak, mevki sahibi olmak değil; iyilikte, güzel ahlâkta, vermekte, insanların duasını almakta yarışmaktır. Bunlar tarihe geçecek, öldükten sonra da anılacak meziyetlerdir. O hâlde, herkese karşı edepli ve güzel ahlaklı olmaya gayret etmelidir.

Sükût ikrardan gelir

Sual: S. Ebediyye’de, (Bekâr bir kadını velisi izinsiz nikâh etse, kız işitince susarsa veya gülerse yahut sessiz ağlarsa, kabul ettiği anlaşılır) deniyor. Sükûtun ikrardan geldiği anlaşılıyor. Bir kadın, kocası boşamadığı hâlde, her yerde, (Kocam beni boşadı) diye yalan söylüyor. Kocası duyunca, ses çıkarmıyor veya gülüyor. Bu durumda bu kimse, karısını boşamış sayılır mı?
CEVAP
Hayır, boşamış sayılmaz. Dinde benzetme, kıyas her yerde olmaz. Kıyası da ancak müctehid olan âlimler yapar.  
 
Allah var
Gizli açık her şeyi bilen yüce Allah var,
İyilikte çok sevab, kötülükte günah var.

20 Eylül 2013 Cuma

Dolduruşa gelen hoca

Sual: Cübbeli hoca, sizin için, (Onların hocaları Şâfiî mezhebinde olduğu için, “Sünnetleri kılarken kazaya niyet edilir” diyorlar. Hanefî mezhebinde böyle bir şey yoktur) diyor. Hâlbuki sizin verdiğiniz kaynakların hepsi Hanefî mezhebine göredir. Acaba Cübbeli hocaya yanlış bilgi mi veriliyor? Verdiğiniz kaynakları inceleyerek mi bunu söylüyor? Bize göre, Hoca efendi dolduruşa gelmiş. Yoksa bizzat kendisi inceleseydi, bütün delillerin Hanefî’ye göre olduğunu görürdü. Çünkü yine o cemaate mensup (ihvanlar.net) sitesindeki hocalarda da aynı üslup hâkimdir. İşte linkleri:
Diyorlar ki: (Hilmi Işıklar hoca efendinin savunucularından Osman Ünlü hoca da kaza namazı olanların nâfile ve sünnet kılamayacağını söylüyor.)
Peki, Osman hoca, delilsiz mi konuşuyor? Delilleri Hanefî mezhebinden vermiyor mu? İkincisi, Hilmi Işıklar demelerinden de, Tam İlmihâl’e bakmadıkları, orada bildirilen delilleri hiç incelemedikleri, birilerinin dolduruşuna geldikleri anlaşılıyor. Türkiye’de Hilmi Işıklar diye bir hoca yok. Tenkitlerinin ciddi ve ilmî olmadığı buradan da anlaşılıyor. Bu konudaki Hanefî kaynaklarını bildirirseniz, kafadan konuşanlara bir vesika olarak bunları gösterme imkânımız olur.
CEVAP
Cübbeli hoca efendinin, (Onların hocaları) dediği zat dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mütehassıs, icazetli ve salahiyetli bir din âlimi olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleridir. Medrese-tül-mütehassısin’de müderris idi. Yeni tâbirle ilahiyat fakültesi profesörü idi. O zamanki icazetler, şimdiki diplomalar gibi değildi. Yetkili âlimler tarafından veriliyordu. İşte bu icazetli veli zat buyuruyor ki: Senelerce kaza borcu olanlar, sünnetleri kılarken, o vaktin ilk kazaya kalmış kaza namazı için de niyet ederek kılmalıdır. Bunların, sünnetleri kaza namazı için de niyet ederek kılması, dört mezhepte de lazımdır. Böyle olduğunu ispat eden deliller, Hanefî âlimlerinin kitaplarında pek çoktur. (S. Ebediyye)
 
Şimdi bu delillerden birkaçını bildirelim:
1- 1815’de vefat eden, Kudüs kadısı Muhammed Sadık Efendi buyuruyor ki: Büyük âlim İbni Nüceym’e soruldu ki, (Kaza namazı olan kimse, sünnetleri kılarken kazaya niyet ederek kılsa, sünnetleri terk etmiş olur mu?) Cevabında, (Sünnetleri terk etmiş olmaz, çünkü o vakit içinde farzdan başka, [nâfile olsun, kaza olsun] herhangi bir namaz kılınınca, sünnet de yerine getirilmiş olur) buyurdu. (Nevâdir-i fıkhiyye fi mezheb-il-eimmet-il Hanefiyye s. 36)
İşte vesikası:
 
cid:image001.png@01CEB533.7BF4E690
 
Bu vesikanın aslı İstanbul Süleymaniyye umumi kütüphanesinde, Esad efendi kısmında [1037] numarada ve Yahya Tevfik efendi kısmında [1463] numarada kayıtlıdır. İnanmayan buraya gidip aslını görebilir.
 
2- Hazret-i Ali'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Farz namaz borcu olanın nâfile kılması, doğurmak üzere olan hamileye benzer. Doğumu yaklaşmışken, çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, nâfile namazları kabul olmaz.) [Fütuh-ul-gayb m. 48]
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyurdu ki:
(Farz namaz borcu olanın nâfilesi kabul olmaz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu varken nâfile ile meşgul olmak ahmaklıktır. Kaza borcu olanın nâfile kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Mümin, bir tüccara benzer, farzlar sermayesi, nâfileler ise kazancıdır. Sermaye kurtarılmadan kâr olmaz. (Fütuh-ul-gayb m. 48)
Hanefî âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, yukarıdaki hadis-i şerifi açıklarken buyuruyor ki:
Sünnetlerin, farzları tamamlayacağını biliyoruz. Bunun mânâsı, farzlar yapılırken, bunların kemallerine sebep olan bir şey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemal bulmasına sebep olur. Farz borcu olanın kabul edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz. (Fütuh-ul-gayb şerhi [Beyazıt Devlet Kütüphanesi No: 3866])
İşte vesikası:
 
cid:image002.jpg@01CEB533.7BF4E690
 
Hanefî mezhebine göre yazılan bu delil nasıl inkâr edilir?
 
3- Sünnet kılarken kazaya da niyet edince kaza da sünnet de kılınmış olur. (Necat-ül müminin s. 90)
İşte vesikası:
 
oflu
 
Oflu Muhammed Emin efendinin bu kitabı da, Hanefî mezhebine göre yazılmıştır.
 
4- (Birgivî Vasiyetnamesi)nin Niyazi haşiyesinde, çok kaza namazı borcu olanın, sünnetleri kılarken, kazaya da niyet etmesi gerektiği bildiriliyor. Kitapta ayrıca, iki niyetin sahih olduğunu vurgulamak için, (Bir şeyle iki şey eda olunur. Nitekim rükû ile secde-i tilavet eda olunduğu gibi) deniyor. (S. 263)
İşte vesikası:
 
cid:image004.jpg@01CEB533.7BF4E690
 
Bu haşiye de Hanefî mezhebine göre yazılmıştır.
 
5- Osmanlı ulemasından Hamza Efendi’nin Bey’ ve Şirâ risalesinin şerhinde, (Yolculuğa çıkmadan önce iki rekât namaz kılmalıdır! Kazaya kalmış namazı varsa bir, iki veya üç vakit namazını kaza etmelidir! Çünkü kaza borcu var iken, nâfile kılmak ahmaklıktır) buyuruluyor. (S. 6)
İşte vesikası:
 
cid:image005.jpg@01CEB533.7BF4E690
 
6- Âlimler sözbirliği ile bildirdiler ki: Regaib ve revatib ameller ile vacibler, sevabda, hükümde ve üstünlükte farza ulaşamaz. Sünnetler farzların eksiklerini tamamlar. Nâfileler ise sünnetlerin eksiklerini tamamlar. Hiçbir nâfile ile farz borcu ödenmiş olmaz. Bazı avamın [cahillerin] iddia ettiği gibi farzı bırakıp da nâfile ile uğraşmalarının, mesela, Evvabin namazının farz kazaların yerine geçeceğini iddia etmelerinin dinde yeri yoktur. (Ruh-ul-beyân 3/127)
İşte vesikası:
 
bursevi
 
7- Bu konuya gözü yumuk itiraz edenlerin dayandıkları delil şudur:
Fevt olan [yani bir özürle kaçırılan] namazları kaza etmek, nâfile kılmaktan iyi ise de, beş vakit namazın sünnetlerini ve hadis-i şerifte övülen Duha, Tesbih, Tehıyyet-ül-mescid gibi belli namazları kılmak böyle değildir. Vaktin sünnetleri ile bu nâfileleri kılmak, kaza kılmaktan evladır. (Redd-ül-muhtar, Hindiyye)
İşte vesikası:
 
fevt
 
Burada bildirilen, fevt olmuş yani geçerli bir mazeretle kaçırılmış namazlar içindir. Terk edilmiş namazlar için değildir. Terk edilen namazlar için bile olsa, (Vaktin sünnetlerini kılmak, kaza kılmaktan evladır) deniyor, (Farzdır, vacibdir, lazımdır) denmiyor. Evla demek, (Farz veya vacib) demek değildir, (Daha iyi) demektir. Evla olan işin aksini yapmak da caiz olduğuna göre, (Sünnet yerine kaza kılınmaz) demenin ilmî bir değeri yoktur.
8- Sözünü senet kabul edeceğiniz İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
(Farzın yanında nâfilelerin hiç kıymeti yoktur. Sünnetlerin farzlar yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir.) [m. 29, 260]
Damla için deniz feda edilir mi? Sünnet farza nasıl tercih edilir? (Kaza borcun olsa da sünnet kıl) denir mi? Ömür boyu kılınan bütün sünnetlerin sevabı, iki rekât farz sevabına ulaşabilir mi? Bu durum oruçta da aynıdır. Şu iki hadis-i şerif farzın önemini göstermektedir:
(Ramazanda mazeretsiz bir gün orucunu bozan kimse, ömür boyu oruç tutsa, o günü kaza edemez, yani o orucun sevabına kavuşamaz.) [Buhârî, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî]
(Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç tutsa, o bir günkü sevaba kavuşamaz.) [Tirmizî]
9- Farzları kılarken sünnetler yerine kaza kılmak caiz olduğuna, Trablus fetva emini Ramiz-ül-mülk hazretleri fetva vermiştir. (Eşşihab mecmuası, 14 Zilkade 1388 sayısı)
10- Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer'e yaptığı vasiyette buyurdu ki: (Allah’ın gece yapman gereken hakkını gündüz yapsan ve gündüz yapman gerekeni de gece yapsan Allahü teâlâ kabul etmez. Üzerine farz olan ibadetleri ödemeden nâfile ibadetini kabul etmez.) (Kitab-ül Harac)
11- (Sünnet kılarken kazaya da niyet edilmez, yani iki niyet olmaz) diyenler oluyor. Bunu yanlış anlıyorlar. Vaktin sünnetiyle vaktin farzına aynı anda niyet edilmez. Yoksa vaktin sünnetiyle yıllar önce kazaya kalmış farza niyet edilir. Bu konuda İbni Âbidin’de buyuruluyor ki: Mescide girince, farz veya başka namaz kılmak, Tehıyyet-ül-mescid namazı kılmak olur. Başka namaz kılarken Tehıyyet-ül-mescid için de ayrıca niyet etmek gerekmez. Bir kimse, öğlenin farzını kılarken, öğlenin farzına ve sünnetine birlikte niyet etse, iki imama göre yalnız farzı kılmış olur. İmam-ı Muhammed’e göre ise, farz namazı da sahih olmaz. Beş vakit namazın sünnetleri, farzdan başka bir namaz demek olduğu için, farz kılarken sünnet de kılınmış olmuyor. Fakat farz kılarken, Tehıyyet-ül-mescid namazı da kılınmış oluyor. Terk edilmiş olmuyor. Fakat Tehıyyet sevabına da kavuşabilmek için, buna da ayrıca niyet etmek lazımdır. Çünkü hadis-i şerifte, (İbadetler, niyetlerine göredir) buyuruldu. Amelin sevabına kavuşmak için, niyet edilmesi şarttır. (S. Ebediyye)
12- Müslim'deki bir hadis-i şerifte, (Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece [Teheccüd] namazıdır) buyuruldu. Bir kimse, ömründe hiç Teheccüd kılmasa, âhirette hiçbir ceza verilmez. Çünkü nâfiledir. Bu kıymetli namazı kılabilmek için kaza namazı borcu olmamalıdır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Farz namaz borcu olanın, nâfilesi kabul olmaz.) [Dürret-ül fahire, Zahire-i Fıkh]
Sünnetlerin de nâfile namaz olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Cevhere)
13- Kaza namazı borcu olanın, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî’de sünnet ve nâfile kılması haramdır. (El-fıkh-ü alel-mezahib-il-erbea)
Hanefî'de ise, faitesi varken nâfile ve sünnet kılması evladır, terk edilmiş kaza namazları varken, nâfile ve sünnet kılması kabul olmaz. Vesikaları yukarıda geçti.
Görüldüğü gibi, bildirdiğimiz delillerin hepsi, Hanefî mezhebine göredir. Şâfiî mezhebine göre bildirilen tek delil yoktur. Tam İlmihâl’deki bu konudaki bilgilerin Şâfiî mezhebine göre olduğu hususunda dolduruşa gelinmemişse, ortada bir ciddiyetsizlik var demektir.
 
Zulüm payidar olmaz
Zulüm payidar olmaz, o da söner nihayet,
Ev yıkanın hanesi yıkılır bir gün elbet…