31 Ağustos 2012 Cuma

üvey evlada zekat

Sual: Karımın ölen kocasından olan erkek ve kız çocuğuna, yani üvey çocuklarıma, zekât vermem caiz midir?
CEVAP
Çocuklar fakirse caiz olur. Mecmua-i Zühdiye’de şöyle deniyor:
Karısının ilk kocasından olan fakir evlâdına, üvey babası zekât verebilir. (İbni Nüceym)
Üvey çocuğa zekât verilebileceği S. Ebediyye’de de yazılıdır.
Sağlıklı hayat
Sağlığını düşünen, mideyi az doyursun,
Az yersen geç uyursun, çok yersen güç uyursun

tasavvuf ilmi 2

İmam-ı Gazâlî buyuruyor ki: Âhiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hâsıl olur. Buna ilm-i mükaşefe [ilm-i bâtın] denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi ilm-i muameledir.
İlm-i bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bid’at ehline bâtın ilmi nasip olmaz. Bâtın bilgisi, temiz kalblerde hâsıl olan bir nurdur. (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) hadis-i şerifi, bâtın ilimlerini göstermektedir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan ilmihâl bilgileri öğrenilip amel edilince, ilm-i bâtın hâsıl olabilir. İlm-i bâtından habersiz olan, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini sapıklık sanıyor. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmıyor. İbni Arabî, Abdülkâdir Geylânî, Mevlânâ Celaleddin, Seyyid Ahmed Bedevî, İmam-ı Şârânî ve İmam-ı Busayrî gibi tasavvuf büyüklerine dil uzatıyor. Bâtın bilgilerine inanmayan Muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bid’at ehli ve sapık denir. (Hadika)
Kur’an-ı kerimde de bu ilimden bahsediliyor. Hazret-i Süleyman’ın veziri Asaf, bâtın ilmini yani ledün ilmini bildiği için, iki aylık mesafedeki Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar getirdi. Diğeri de, Hazret-i Musa ile Hazret-i Hızır arasında geçen kıssadır. Kur’andaki bu iki kıssa, bâtın ilmine sahip keramet ehli zatların bulunduğunu açıkça bildirmektedir. İlm-i bâtın, ilm-i zahirden ayrılmaz. Her ikisine kavuşana, ulema-i rasihin denir. (Kıyamet ve ahiret)
Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde müteşabihat denilen zâhir âlimlerinin bilmediği ilim bildirilir. Bu ilimleri ulema-i rasihin denilen büyük âlimler anlar. (Mevduat-ül-ulum, Mektubat-ı Rabbani)
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Hazret-i Ebu Hüreyre, (Resulullah’tan iki ilim aldım. Birisini size bildirdim. İkincisini bildirmedim, çünkü anlayamazsınız) dedi. Birincisi, ilm-i zâhir, ikincisi ilm-i bâtındır. Bunu ancak, evliya zatlar ve sıddıklar bilir. Tasavvuf ilmi böyle yüce bir ilimdir. Bunu anlayamayan inkâr ediyor. (İnkâr eden mahrum kalır) sözü meşhurdur. (2/59, 3/17)

30 Ağustos 2012 Perşembe

tasavvuf ilmi

Sual: (Tasavvuf ilmi denilen bâtın veya ledün ilmi, sonradan çıktığı için bid’attır, bu bid’ate inanan da sapıktır) diyenler oluyor. Bu ilim hakkında yeterli bilgi verebilir misiniz?
CEVAP
Bâtın ilmi, hazret-i Âdem’den beri vardır. Buna ledün ilmi de denir. Tasavvuf ve keramet ilmidir. Allahü teâlânın ihsanıyla kalbe ilham edilen, ilahî sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte akla zıt gelebilir. İlm-i ledün sahibi olan, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Din bilgisi iki kısımdır: Kalbdeki faydalı ilimler, dille anlatılan zahirî ilimler.) [Hatib, Süyuti]
(Elbette Kur’anın zahirî ve bâtınî manası vardır.) [İbni Hibban]
(Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.) [Deylemi, İ. Süyûti, İ. Münavî]
(Zâhir ve bâtın ilminin âlimleri, peygamberlerin vârisleridir.) [M. Nasihat]
(Rabbim bana farklı üç ilim bildirdi. Birincisini kimseye bildirme dedi, çünkü bu ilmi benden başkası anlayamaz. İkinci ilmi, dilediğine bildirebilirsin dedi. Üçüncü ilmi, ümmetinin hepsine bildir dedi.) [Mevahib-i ledünniyye] (İkincisi ledün ilmi, üçüncüsü ise iman, fıkıh ve ahlak bilgileridir.)
Taha sûresinin (Rabbim ilmimi arttır de!) mealindeki 114. âyeti, (Bâtın ilmimi artır!) demek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Mâlik , (Zâhir ilmine malik olan, bâtın ilmine kavuşabilir. Zâhir ilmi olan, ilmiyle amel ederse, Allahü teâlâ, ona bâtın ilmini de ihsan eder) buyurdu. Ali bin Muhammed Vefa’nın ârifane sözlerine şaşırıp kalan İmam-ı Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara sûresindeki, (Allah’tan korkun! Allah, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu. Ebu Talib-i Mekkî, (İlm-i zâhirle ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmaz. Bedenle kalbin birlikte bulunması gibidir. Bâtın ilimleri, ârifin kalbinden kalblere akar) buyurdu. (Devamı var)

mezhep taklidinin önemi

Sual: Mezhep taklidi hakkında herkes bir şey söylüyor. Bu konuya bir açıklık getirilebilir mi?
CEVAP
Günümüzde Müslümanların büyük bir kısmı mezhep taklidinin mahiyetini bilmemektedir. Bilenler de üçe ayrılır: 1- İfrat ehli, 2- Tefrit ehli, 3- Vasat [Orta yolda olanlar.]
1- Her mezhebin kolay gelen hükümlerini alıp ortaya (Mezhepsizlik mezhebi) çıkarmaya çalışanlar ifrat ehlidir. Mesela birinin abdesti bozulunca, hangi mezhepten olursa olsun, (Falanca mezhepte bozmaz, falanca âlim bozmaz dedi) diyerek rastgele kolay hükümlerle amel etmesi mezhepsizliktir.
2- Zaruret de olsa, başka hak mezhebi taklit etmeyi caiz görmeyenler, ihtiyaç hâlinde dört hak mezhepten birini taklit etmeyi mezhepten çıkmak gibi, hattâ dinsizlik gibi gören taassup ehli olanlar da çoktur. Bu gruptan bazıları, (Bizim mezhep taklit etmediğimiz söyleniyormuş. Arapça kitaplarda mezhep taklidi varsa niye kabul etmeyelim?) diyorlarmış. Onlara, (Bütün Ehl-i sünnet kitaplarında, başka bir mezhebi taklit bildiriliyor, kabul etmeyen hiçbir âlim yoktur) denmiş. Ama lider durumunda olanları, çok taassup ehli olduğu için, onların hiçbiri kabul etmiyor. Bunların kitaplarının hiçbirinde, taklidin caiz olduğunu gösteren tek cümleye rastlamak mümkün değildir. İbni Âbidin, Hadika, Berika ve Hulasat-üt-tahkik gibi daha birçok kitaptan delil gösterildiği hâlde, taklide yanaşmayan mutaassıp kimselerin hâlâ bulunması üzücüdür. Bütün gerçekler, vesikalar kendisine gösterildiği hâlde, kabul etmeyen, kendi indî ve hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden katı kimseye mutaassıp denir, şimdi bağnaz diyorlar. Taassup ehli, kibrinden dolayı, kendisinin yeni duyduğu hak ve doğru bir şeyi kabul etmekte zorlanır. Hakkı başkasının ağzından, başkasının kitabından duymayı kibrine yediremez. Hakkı kabul etmemek kibirdendir. Kibirlenip de, İslam âlimlerinin bildirdiklerine karşı çıkmak büyük ahmaklıktır.
3- Bir zaruret veya ihtiyaç olunca, başka mezhebi taklit edenler, Ehl-i sünnet ulemasının yolunda olanlardır. İslamiyet, ifrat ve tefrit, yani aşırı hareketlerden uzak her Müslümanın rahatça uygulayabileceği hükümler topluluğudur. Mezhep taklidinden kaçanlar tefrit ehlidir. Telfîk yapanlar, yani her mezhebin kolay tarafını toplayanlar ifrat ehlidir. Bunların her ikisi de çok yanlıştır.
Zamanın şeyhülislamı matbaanın Türkiye’ye girmesi için fetva verdiği hâlde, kabul etmemekte direnenler çıkmıştır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin bildirdiğine göre, Medine’deki bir âlim, bid’atlere alıştığı için, Hazret-i Mehdi’nin sünnet olarak bildirdiklerini kabul etmeyecek, (Bu adam dinimizi yıkacak) diye, Hazret-i Mehdi’ye karşı gelecektir.
Şimdi bazı mutaassıp hocalar, caiz olan mezhep taklidine, Medineli bid’at ehli âlim gibi saldırıyorlar. Yanlış görüşlerini ispat için, mason şeyhülislamlardan Musa Kazım gibilerin ipine sarılıyorlar. Onların ipiyle kuyuya girenler boğulur.
Bu taassup ehlinin aksine, mason Abduh’un çömezleri de, hiç mezhep tanımayarak, hangi hüküm akıllarına yatıyorsa ona tâbi oluyorlar. (Şevkani’nin bu kavlini, Mâlikî’nin bu görüşünü tercih ederiz) diyerek ortaya mezhepsizlik üzerine kurulu yeni bir din çıkarmaya çalışıyorlar.
Ehl-i sünnet ulemasının yolu, bir harac [sıkıntı] olunca başka mezhebi taklittir. Ama yeni duydukları doğru bilgileri, kabul etmekte zorlanan bazı kimseler, bu işte taassup gösteriyorlar, taklidi başka mezhebe geçmek sanıyorlar.
Ödünç almakta zorluk çeken birine, (Mâlikî’yi taklit et, gün tayin ederek ödünç al!) denmiş. (Olur mu öyle şey?) diyerek itiraz etmiş. Sonra, delilleri gösterince, (Evet doğru, ama alışmadığımız için kabullenmek bize zor geliyor) diye itiraf etmek faziletini göstermiş. Kibirli kimseler, bu kadar fazileti de gösteremiyorlar. Hak olan mezheplerin rahmet olan ayrılıklarından, yine o âlimlere uyarak, faydalanmaktan kaçınmak, ahmaklık mı, cahillik mi, yoksa kibir mi? Belki her üçü de vardır.
(Ehl-i sünnetim) dediği hâlde, taassup ehli gibi düşünenler de oluyor. Mesela daha önce Şâfiî mezhebini taklit etmişse, Mâlikî daha kolay diye Mâlikî'yi taklit etmeyi veya harac olunca, o konuda başka mezhebe uymayı caiz görmüyorlar. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, insanlara güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insanın zayıf, dayanıksız yaratıldığını bildiriyor. Kur’an-ı kerimde, (Allah, size kolaylık ister, zorluk, güçlük istemez) buyuruldu. (Bekara 185)
Allahü teâlâ böyle isterken, kolay kavle uymayı öcü gibi görmek taassubu neyin nesidir? İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari]
(Allahü teâlâ, ruhsatla da amel edilmesini sever.) [Beyheki]
Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, her şey açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhepler hâsıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve şartta, her Müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu. Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hâsıl olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Birkaç örnek verelim:
1- Şâfiî’de, çıplak olarak karşı cinse dokunmak abdesti bozar, Hanefî ve Mâlikî’de bozulmaz. Hacda veya karşı cinse dokunma durumu olan yerlerde, bu iki mezhepten biri taklit edilirse, abdest bozulmadan tavaf yapılır. Bu bir rahmettir.
2- Seferde, üç mezhepte iki namazı cem etmek caizdir. Namazlarını kaçırma tehlikesi varsa, Hanefîler, bu üç mezhepten birini taklit ederek iki namazı cem edebilir. Mukimken de, iki namazı cem etmeyi gerektirecek durumlar olabilir. O zaman da Hanbelî mezhebi taklit edilir. Bu da bir rahmettir.
3- Şâfiî bir genç, bir kız kaçırsa, kızın babası razı olmazsa, Şâfiî’de, velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefî’yi taklit ederek velisiz de evlenebilir.
4- Şâfiî’de zekât 8 sınıfa verilir, üç sınıfa verilse de caizdir. Ancak üç sınıfı bulmak da zordur. Hanefî taklit edilerek bir sınıfa verilir.
5- Bir Hanefî’nin, evlendiği kızla sütkardeş olduğu ortaya çıkarsa, eğer bir iki kere emmişse, Şâfiî taklit edilip evliliğe devam edilir. Çünkü Şâfiî’de sütkardeş olmak için ayrı zamanlarda 5 kere doya doya emmek gerekir.
Abdest ve gusülde başka mezhebi taklit etmek caizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lazımdır. Bütün şartlarına uymazsa, taklit caiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. Mesela imam-ı Ebu Yusuf’a, cumayı kıldıktan sonra, guslettiği kuyuda fare ölüsü görüldüğü söylenince, (Şâfiîlere göre guslümüz sahihtir) buyurdu. (Hadika) [Böylece işi yaptıktan sonra da, geriye dönük taklidin caiz olduğu görülmektedir.]
Zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklit edilir. (İbni Âbidin)
Bir Hanefî’nin kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, Şâfiî’yi taklit ederek yapmasında bir beis yoktur. (Bahr-ür-raık,Nehr-ül-faık)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Müslümanları sıkıştırmak, onları incitmek haramdır ve Allahü teâlânın beğenmediği şeydir. Şâfiî âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güçleşen şeylerin Hanefî’ye göre yapılmasına fetva vermişler, Müslümanların işini kolaylaştırmışlardır. Mesela, Şâfiî mezhebine göre, zekât vermek için, zekâtın, Tevbe suresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, gönüllerinin alınması lazım gelen kâfir sınıfı [ve zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı] bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuştur. Bunun için, Şâfiî âlimleri Hanefî mezhebine göre zekât verilmesine fetva verdi. Çünkü Hanefî’de, bu sınıflardan herhangi birine vermek yetişir. (3/22)
Zaruret olmasa da bir ibadeti yapmakta güçlük olunca, bunu yapmak için başka mezhebi taklit caizdir. (Mizan, Fetava-i Hayriye, Fetava-i Hadisiye, Mafüvat)
Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi, o işin başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin o konudaki şartlarına uyarak, o mezhebe göre yapması caizdir. (Redd-ül-muhtar, Mizan, Hadika, Berika)
Tâbi olduğu mezhebe uyarak bir işi yaparken harac hâsıl olursa, bu işi, diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklid ederek yapar. (İbni Emir Hac)
İkinci mezhebe göre de özrü olanın, üçüncü mezhebi taklid etmesi caizdir. (İ. Hümam)
Bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için koyduğu şartlardan, yapılabilmesi mümkün olanların hepsini yapması gerekir. Bunlardan biri yapılmazsa, bu iş sahih olmaz. (Hulasat-üt-tahkik)
Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklid etmek gerekiyorsa, iki mezhepte de bâtıl olacak bir şey yapmamak şarttır. Mesela abdestte, Şâfiî’yi taklid ederek uzuvlarını ovmayan kimse, kadına eli dokununca, (Mâlikî’ye göre abdest bozulmaz) diyerek namaz kılsa, bu namazı bâtıl olur, çünkü kadına dokunduğu için Şâfiî’ye göre, uzuvlarını ovmadığı için de Mâlikî’ye göre abdesti sahih değildir. (Tahrir)
Bir iş için, başka mezhep taklid edildiği zaman, o mezhebin bu iş için koyduğu şartlardan, uyabildiklerinin hepsine uyması gerekir. Bu şartlardan biri eksikse, ibadet sahih olmaz, çünkü meşakkat olunca, mezheplerin kolaylıklarını yapmak, zaruret olmadıkça, ancak bütün şartları yerine getirmekle caiz olur. (Mizan-ül-kübra)
İsmail Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İhtiyaç olunca, başka mezhebi taklid ederek işini yapabilir, fakat bu iş için, o mezhepte olan şartların hepsini yerine getirmesi gerekir. (İkd-ül-ferid)
Dünyalığa, şehvetine kavuşmak için, başka mezhebi taklid caiz değildir. (Ukud-üd-dürriyye)
Muhammed Bağdadi hazretleri buyurdu ki:
Başka mezhebi taklid etmek için üç şart vardır:
1- Kendi mezhebine göre başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak tamamlayamaz. Mesela, Şâfiî’nin şartlarına uymadan, sadece Hanefî’ye göre aldığı abdestle, Şâfiî’ye göre namaz kılamaz. 2- Taklid ettiği iki mezhep de bu işe, bâtıl dememeli. Bir Şâfiî, (Şâfiî’de abdest uzuvlarını ovmak farz değil, Mâlikî’de de kadına dokunmak abdesti bozmaz) diyerek, yabancı kadına dokunarak ve uzuvlarını ovmadan aldığı abdestle namaz kılarsa, bu iki mezhebe göre de namazı sahih olmaz, çünkü yabancı kadına dokunmak, Şâfiî’de abdesti bozar. Ovmak ise Mâlikî’de farzdır. 3- Mezheplerin kolaylıklarını toplamak caiz değildir. Mesela, Hanefî’de velisiz veya Mâlikî’de, tanıdıklara duyurmak şartıyla, şahitsiz yapılan nikâh sahihtir, ama hem velisiz, hem de şahitsiz olan bir nikâh sahih olmaz. (Taklid risalesi)
Üç talakla boşanan kadın, başka bir erkekle evlenip, o erkek de, bunu boşamadıkça, eski kocasıyla evlenemez. Böyle bir durumda, ilk nikâhları Şâfiî’ye uygun yapılmamışsa, Şâfiî taklid edilerek, Şâfiî’ye uygun nikâh yapmaları caiz olur. (Redd-ül-muhtar)
Şâfiî’de, fitre için, buğdayın veya diğer maddelerin kıymeti kadar altın, gümüş vermek caiz değildir. Hanefî taklid edilerek, buğday yerine, değeri kadar altın veya gümüş vermek caizdir. (Şemseddin-i Remli)
Hanefî’de lavman, orucu bozar. Ancak şiddetli kabızlık çeken, bu sıkıntıdan kurtulmak için Mâlikî’yi taklid ederek, oruçluyken lavman yaptırırsa, oruca devam edebilir, çünkü Mâlikî’de lavman orucu bozmaz. (Mizan-ül-kübra)
Hanefî’de, ödünç verirken ödeme tarihi belirlemek caiz değildir. İhtiyaç olunca, ödeme tarihi koyabilmek için, Mâlikî’yi taklid etmek caiz olur. (Eşbah)
Şâfiî’de, ölü için iskat yapılmaz. Hanefî taklid edilerek iskat yapılabilir. (Neful-enam)
Şâfiî’de, oruca imsak vaktinden önce niyet etmek şarttır. Uyumak, unutmak gibi herhangi bir sebeple bunu yapamayan bir Şâfiî, orucunu kurtarmak için, (Bu orucumu Hanefî’ye uyarak tutuyorum) derse oruç sahih olur. Bozulmaktan kurtulmuş olur.
Bir işi yapmakta harac olursa, zayıf kavle uyulur. Buna uymakta da harac olursa, başka mezhep taklid edilerek yapılır. (İbni Abidin, Hadika)
Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
Mezheplerin ruhsatlarını yani kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun olarak yapmaya telfik denir ki, caiz değildir. Dine uymak istemeyenin yapacağı şeydir. İhtiyaçtan dolayı veya zaruretle, bir işini veya her işini diğer üç hak mezhepten birine uyarak yapmak caizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek veya taklit etmek ise, nefse uymak olur, caiz olmaz. (Hadika)
Zaruret olunca veya zaruretsiz yapılan bir şeyden dolayı, kendi mezhebine göre yapılmasında harac bulunan bir ibadeti, başka mezhebi taklit ederek yapmak lazım olduğu, (Fetavel-hadisiyye), (Hulasat-üt-tahkik), Tahtavinin (Merak-ıl-felah) haşiyesi, Türkçe (Nimet-i islam) ve molla Halil Esirdinin (Mafüvat) kitabında da yazılıdır.
İbni Hazm, (Zahiriyye) mezhebinde olup taklide karşı idi. (Eşeddül-cihad)
Taklidi kabul etmeyenlerin, bid’at mezheplerden olan Zahiriyye mezhebini savundukları görülmektedir.
Öfkenin zararı
Hep öfkelenen kişi, ahmak nefsine uyar,
İstediğini söyler, istenmeyeni duyar.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

ebrar ve mukarrebler

Sual: Ebrar ve mukarreb ne demektir?
CEVAP
Ebrar, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için çalışan Müslümanlar, yani salihlerdir. Mukarreb, Allahü teâlânın sevgisine kavuşan büyük veli demektir. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Her işin karşılığı, o işin kıymetine göre ölçülür. Tarla sürenler, sabahtan akşama kadar ter içinde çalışır. Buna karşılık, az bir şey alır. Mukarrebler, yani sultana yakın olanlarsa, her saatte yüzlerce lira alırlar. Böyle olmakla beraber, bunların bu paralarda hiç gözleri yoktur. Gözleri, gönülleri hep sultandadır. Aralarındaki farkı düşünün! Hadis-i kudside, (Ebrar bana kavuşmayı çok istediği gibi, ben de onlara kavuşmayı çok isterim) buyuruldu. Allahü teâlâ, ebrarın şevk, arzu sahibi olduklarını bildirdi, çünkü mukarrebler vasıl oldular. Bunlarda kavuşmak arzusu artık kalmadı. Şevk, ayrı olanlarda bulunur. (1/26, 1/127)
Âhireti, Cennet nimetlerini istemek, her ne kadar sevapsa da, mukarreblerce günah sayılır. Ahiretteki şeyleri istemek böyle olunca, dünyaya düşkün olmanın neye varacağını anlamalı, çünkü dünya [haram ve mekruhlar], Hak teâlânın sevmediği şeylerdir. (1/110)
Ebrar, Allahü teâlâya, Onun nimetlerine kavuşmak için ve azabından korktukları için ibadet ederler. Bu iki dilek, nefisin arzularıdır. Mukarreblerden, Allahü teâlâya, korkuyla ve nimetlerine kavuşmak için ibadet eden de vardır. Ama bunların korkuları ve arzuları kendi nefisleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve Onun gücenmesinden korktukları için ibadet ederler. Cenneti de isterler, çünkü Cennet, Allahü teâlânın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefislerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden korkar, ondan koruması için dua ederler, çünkü Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulunduğu yerdir. Yoksa Cehennemden korkuları, nefislerini azaptan kurtarmak için değildir, çünkü bu büyükler, nefislerine köle olmaktan kurtulmuşlardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir.

uyumak abdesti bozar

Sual: Umreye gitmiştim. Yatıp uyuduktan sonra, namaz kılanları gördüm. Hangi mezhepten olduklarını sordum. (Bizim belli bir mezhebimiz yok. Biz, Peygamber mezhebindeniz. Ona uyarız. O uyuyup abdest almadan namaz kılardı. Biz de onun yolundayız) dediler. Uyumak abdesti bozmaz mı?
CEVAP
Uyumak dört mezhepte de abdesti bozar. Uyumanın Resulullah efendimizin abdestini bozmaması, ona mahsus bir hâldir. Peygamber efendimize haram olan bir şey, ümmetine helâl olabilir. Peygamber efendimize farz olan bir şey, ümmetine farz olmayabilir. Ümmetine haram olan bir şey, Peygamber efendimize caiz olabilir. Birkaç örnek verelim:
1- Ümmetine dörtten fazla kadın almak haram iken, Peygamber efendimize caizdi.
2- Hanımı boşamak ümmetine caiz iken, Peygamber efendimize yasaktı.
3- Ölen kimsenin hanımı başkasıyla evlenebilir. Fakat Resulullah efendimizin hanımları bundan müstesnadır, evlenemezler. Onlar müminlerin anneleridir. Anneyle evlenilmez.
4- Kurban kesmek Resulullah'a farzdı. Ümmetine ise, Hanefi’de vacip, diğer üç mezhepte sünnettir.
5- Gece namazı Peygamber efendimize farzdı. Fakat ümmetine nâfiledir.
6- Altın ve ipek kullanmak ümmetine haramdır. Bir hadis-i şerifte, (Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine haramdır) buyurulmuştur. Ümmetine haram, ona caizdi. Peygamberler asla günah işlemezler.
7- Uyuması abdestini bozmazdı. Çünkü mübarek gözleri uyur, kalb-i şerifi uyumazdı. Âişe validemizin sualine cevaben Resulullah efendimiz, (Ey Âişe, gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz) buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî, Tirmizî)
Demek ki, (Ben Peygamber mezhebindenim), (Ben İslam mezhebindenim), (Benim mezhebim Kur'an) diyen mezhepsizlerin birer sapık oldukları buradan da anlaşılmaktadır.
Kışa yazdan hazırlık
Âhirete giderken, ihlâslı amel taşı!
İbret al, karıncalar, yazdan karşılar kışı.

28 Ağustos 2012 Salı

Kur'an müslümanlığı

Sual: (Kur'an Müslümanlığı) isimli bir kitapta, (Türk toplumunda, erkek gibi, kadın da giyiminde serbesttir. Arzu ettiği şekilde açık giyebilir. Hiçbir yerini kapatmak zorunda değildir. “Kadın kapanmalı” sözü, kadının kişilik ve onur sahibi olmasını önler, İslamiyet’in kadına verdiği şahsiyet ve değeri elinden alır) deniyor. Dinimiz erkeğe ve kadına giyinmede bir ölçü bildirmemiş midir?
CEVAP
Öncelikle şunu belirtelim ki, (Kur'an Müslümanlığı) tâbiri çok yanlıştır. Sanki Peygamber efendimizin bildirdiği Müslümanlık Kur'andan ayrı gibi gösterilmektedir. (Kur'an Müslümanlığı) isimli kitabın yazarı ve onun yolunda gidenlerin maksadı, Resulullah'ı aradan çıkartmak, adına Müslümanlık dedikleri, ama Müslümanlıkla alâkası olmayan bir sapık yol meydana getirmektir. Peygambersiz din, dinsizliktir. Allah Resulünün bildirdiği Müslümanlığa, Kur’ana aykırı denebilir mi? Hainliklerini herkes anlar diye böyle açıkça söyleyemedikleri için, İslam âlimlerinin ve mezhep imamlarımızın Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uygun olarak bildirdikleri hükümlerin Müslümanlıktan farklı bir şey olduğu iftirası yapılıyor. Kitabın yazarı, Kur'an-ı kerimden kendi anladığı yanlış görüşlere, (Kur'an Müslümanlığı)diyor. Bu yazara ve diğer mezhepsizlere göre, Peygamber efendimizin açıkladığı, Eshab-ı kiramın ve Ehl-i sünnet âlimlerinin Kur’andan anladığı (Kur'an Müslümanlığı) olmuyor. Bunlar, kendi anladıkları yanlış hükme, (Kur'an böyle söylüyor) diyorlar. (Yalnız Kur'an) veya (Kur'an Müslümanlığı) gibi dinimize aykırı sözlere itibar edilmemelidir.
Kur'an-ı kerimi en iyi anlayan Peygamber efendimiz, kadınların ve erkeklerin avret yerinin neresi olduğunu açıklamıştır. Kapalı, bilinmeyen bir şey kalmamıştır. Erkeklerin avret yeri, dizlerle göbek arasıdır. Bu kısımları açmak haramdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Erkeğin göbekle dizleri arası avrettir.) [Ebu Davud]
(Uyluk avret yeridir.) [Buhari, Tirmizi]
Kadının avuç içinden ve yüzünden başka bütün vücudu avrettir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir.) [Mecmaul-enhür, El-mugni]
(Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez.) [Ebu Davud]
Erkeğin ve kadının avret yeri açıkça bildirilmiştir. Buraları açmak ve buralara bakmak haramdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Avret yerini açmak büyük günahtır.) [Hâkim]
(Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!) [Beyheki]
Allahü teâlânın Resulü böyle buyururken, kadınların açık gezmesini isteyen zındıkların, (Kur'an Müslümanlığı) demesi din düşmanlığıdır. İslam âlimleri tesettürle ilgili âyet-i kerimeyi şöyle bildiriyorlar:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]
(Yalnız Kur'an) veya (Kur'an Müslümanlığı) diyenler kesinlikle Kur'an-ı kerime inanmayan zındıklardır. Kur'an-ı kerimin âyetlerine inanmayan, Allah Resulünü aradan çıkartmaya çalışan, nasıl Müslüman olur ki? Kur'an-ı kerimin 17 yerinde Resulullah’a (De ki, bana tâbi olun!) buyuruluyor. Resulullah'a tâbi olmayan ve Onun bildirdiği şekilde tesettüre inanmayan, nasıl Müslüman olur?
Bilenin korkusu
Cam sarayda oturan, rastgele taş atamaz,
Dünyayı fâni bilen, gailesiz yatamaz.

dört mezhepte haram olanlar

Sual: S. Ebediyye’de, dört mezhepte de haram olan bir şeye helâl diyenin kâfir olacağı bildiriliyor. Helâl veya farz olan şeye haram demek de aynı şekilde küfür müdür? Bunlara birkaç örnek verilebilir mi?
CEVAP
Evet, küfürdür.
Haram olanlara örnek:
1- Hayzlı ve nifaslı iken namaz kılmak, oruç tutmak, camiye girmek, dört mezhepte de haramdır. (S. Ebediyye)
2- Erkeklerin yabancı kadının yüzünden ve avuçlarının içinden ve dışından başka yerine bakmaları, dört mezhepte de haramdır. (Redd-ül-muhtar)
3- Cünüp olan erkeğin ve kadının, gusletmeden, abdestsiz yapılması caiz olmayan, ibadetlerden birini yapması, dört mezhepte de haramdır. (El-fıkh-ü alel-mezahib-il-erbea)
4- Müta nikâhı ve geçici nikâh dört mezhepte de haramdır, bâtıldır. (Mizan)
5- Dürr-ül-muhtar’ın, (Kur’an-ı kerim okurken, harf eklemeyecek, kelimeyi bozmayacak şekilde teganni etmek caiz ve güzeldir. Aksi takdirde haramdır. Böyle teganni edene, “Ne güzel okudun” demekte küfür korkusu vardır) ifadesini İbni Abidin hazretleri şerh ederken buyuruyor ki: Teganni eden hafıza, “Ne güzel okudun” diyen kimse kâfir olur demişlerdir, çünkü dört mezhepte de haram olan bir şeye güzel diyen kâfir olur.(Redd-ül-muhtar)
6- Sarhoş eden içkiler, dört mezhepte de şarap gibi galiz necasettir. (El-fıkhü alel mezahibil-erbea)
7- Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhepte de caiz değildir. (Mevahib-i ledünniyye)
Farz olanlara örnek:
1- Dört mezhebin icma’ına inanmak farzdır, inanmayan kâfir olur. (Redd-ül-muhtar)
2- Namaza başlarken, tekbir getirmek, dört mezhepte de farzdır. (İslam Ahlakı)
3- Yayılan bid’atin kötülüğünü Müslümanlara duyurmak dört mezhepte de farzdır. Bu konuda icma-i ümmet vardır. (Mektubat-i Masumiyye)
Dört mezhepte de haram olan bir şeyi severek, beğenerek, helal sayarak yapan, söyleyen kâfir olur. Âdete ve nefsine uyarak veya istemeyerek, üzülerek yapan, günah işlemiş olursa da, kâfir olmaz.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

kötü alimler

Sual: Dini anlatıp da kendileri uygulamayan âlimler, ilimleri sayesinde kurtuluşa ererler mi?
CEVAP
Aksine daha büyük azaplara maruz kalırlar. Kur'an-ı kerimde, kötü din adamları, kitap yüklü merkebe benzetilmiştir. (Cuma 5)
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(İlmiyle amel etmeyen âlim, Kıyamette en şiddetli azaba düçar olur.) [Beyheki]
(Miraca çıkınca, ateşten makaslarla dudaklarını kesenleri gördüm. Her kesilişte dudakları yeniden tamamlanıyordu. Cebrail aleyhisselam, “Bunlar, din görevlisidir, yapmadıklarını söylerler ve Allah'ın kitabıyla amel etmezler” dedi.) [Beyheki]
(Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. “Sen ne günah işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?” diye sorulunca, “Ben din görevlisi idim. Bildiklerimi yapmazdım” der.) [İ. Ahmed]
(Kıyamette bir din adamı Cehenneme atılır. Tanıdıkları ona, “Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?” derler. O da, “İnsanlara, günahtır, yapmayın” der, kendim yapardım. “Yapın” dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum” der.) [Buhari]
(İnsanlara hayrı öğretip de kendisini, kendi kusurunu görmeyen âlim, tıpkı başkalarını aydınlattığı hâlde kendisini yakıp bitiren kandile benzer.) [Taberanî]
(Kıyamette, ilmiyle amel etmeyen âlimin Cehennemde çıkardığı kötü kokudan, Cehennem halkı rahatsız olarak, “Ey kötü kişi, çektiğimiz azap yetmez gibi, bir de senin çıkardığın kötü kokuya mı katlanalım? Sen ne yaptın da, bu duruma düştün?” derler. Âlim ise, “İlim sahibi idim, fakat ilmimle amel etmezdim” diye cevap verir.) [İ. Ahmed]
(Amelsiz âlim mum gibidir, insanları aydınlatırken kendini yakar.) [Bezzar]
(Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler.) [Hâkim]
(Ümmetim, kötü âlimler, cahil âbidler yüzünden helak olur.) [Darimi]
(Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen din görevlisinedir.) [Beyheki]
(Âlimlerin en kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]

çocuk yaptık demek

Sual: (Çocuk yaptık) veya (Çocuk yapacağız) demek küfür olur mu?
CEVAP
Böyle söylemek uygun değilse de, maksat yaratmak olmayıp, sebep olmak anlamında söylendiği için küfür olmaz. (Çocuğun doğmasına biz sebep olduk) demektir. Öldüren, dirilten Allahü teâlâ olduğu hâlde, (Falancayı trafik kazasında öldürdüm) demek küfür olmaz. (Biz sebep olduk) demektir. (Meyve ve sebze yetiştirdim) demek de böyledir. Meyveyi, sebzeyi de yaratan, büyüten ve içine vitamin vesaire koyan Allah’tır. Biz sadece sulayıp yetişmesine sebep oluyoruz.
Gülü bülbül bilir
Gülün güzelliğini, ancak bülbül bilirmiş,
Evliyanın sevgisi, âb-ı hayat gelirmiş

26 Ağustos 2012 Pazar

veledi zina

Sual: Halk arasında, (Veled-i zina olarak doğacak çocuğu aldırmak gerekir) deniyor. Veled-i zina için kürtaj caiz midir?
CEVAP
Veled-i zina da olsa, zaruretsiz çocuk aldırmak günahtır. İkincisi, nikâhsız birleşmeden doğan çocuğa günah olmaz. Ana babanın günahını çocuğu çekmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Veled-i zina, babasının günahını çekmez. Hiç kimse, başkasının günahını yüklenmez.) [Hâkim]
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Bir kimse, diğer kimsenin günahını çekmez.) [Necm 38]
Veled-i zinaya bakamayan anne, çocuğunu doğurduktan sonra devlete teslim edebilir. Veled-i zina olan çocuğu, herhangi bir şekilde öldürmek asla caiz olmaz.
Ele kuyu kazmak
Eden kendine eder, belâyı bulur azan,
Önce kendisi düşer, el için kuyu kazan.

hizmet için üç şart

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İslamiyet’e hizmet edecek kişinin üç şarta haiz olması lazımdır:
Birincisi, sevimli yani güler yüzlü, tatlı dilli olmalı. Çünkü güler yüz ve tatlı dil asrın cihadı, başarının anahtarıdır. Herkes öncelikle sevdiğini dinler. Sevmediğini dinler mi? Yani sen sevimsizsen, inci mercan dağıtsan kaçarlar. Allahü teâlâ, Resulüne, (Ey habibim, sen Eshabına sertlik gösterseydin senin yanında kimse kalmazdı. Herkes dağılırdı) buyuruyor. Kim, huysuzluğu yüzünden yalnız kalmaya mahkûmdur. Onu gören, (Şu kenarda durayım da, aman beni görmesin) derse, o huysuz kişi için ne kadar kötü bir durum! Hâlbuki Müslüman, belasından korunmak için kendisinden kaçınılan kişi olmamalı, aksine hava gibi, su gibi daima aranan insan olmalıdır.
İkincisi, mutlaka cömert olmalı. Müslüman, varsa verir, yoksa susar. Ama mutlaka bir çaresine bakar ve asla atlatmaya da kalkmaz.
Üçüncüsü, söylediklerinden bir menfaat, hediye, taltif beklentisi olmaz. Böyle bir şeyi asla düşünmez. İşte o, faydalı olur. Nerde kaldı ki milletin alkışlaması veya getireceği şeyler aklında olsun. Allah korusun, en kötü, en felaket şey o!
İşte bu özellikte olan âlimlerin, evliya zatların kitapları da, kendileri de hep anılmışlardır. En iyi, en büyük örnek elbette Peygamber efendimizdir. Yumuşaklık onda, cömertlik onda. Menfaat? Hâşâ sümme hâşâ, hayatını koydu ortaya. İnsanlardan hiçbir şey beklemedi. Bilakis her türlü eziyeti, cefayı, sıkıntıyı çekti. Verdiği en ağır cevap da, (Bilmiyorlar, bilseler böyle yapmazlar) olmuştur.
Bizim ayağımıza bassalar, yumruklar havada, öfke burnumuzun ucunda. Olmaz öyle şey! Hani sabır? Hani milletten gelecek eziyete tahammül? Bırakın milletten, arkadaşımızdan gelecek olan en ufak bir itiraza, anında en büyük tepkiyi göstermeye kalkıyoruz. Sabretmeliyiz, belki de o haklıdır. Biz haklı olduğumuzu zannetsek bile, (Sen haklısın) demeliyiz. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Haklı olduğu hâlde, din kardeşinin kalbi kırılmasın, münakaşa olmasın diye bir Müslüman, “Kusur bende, sen haklısın” derse, ona Cennette köşk verilecektir, kefili benim.)

25 Ağustos 2012 Cumartesi

aydın imam

Sual: Gördüğüm ve işittiğim kadarıyla, bir imamın karısı kızı açıksa, bunlarla beraber plaja giderse, ara sıra içki içerse, haramlardan sakınmazsa, ona aydın imam diyorlar. Aydın olmanın ölçüsü günah işlemek midir?
CEVAP
Fâsıklar ve dinsizler kendileri gibi olanlara aydın diyorlar. Aydın, iyilik yaparak, iyi örnek olarak etrafı aydınlatan, kültürlü, görgülü ve münevver insan demektir. Münevver, aydınlatan, ışık saçan demektir. Günah işleyenler etrafı karartır, zulmete boğar. Müslüman, bir şeyin iyi veya kötü olmasını dinin emrine göre ölçer. Dine uygunsa iyi, dine aykırı ise kötüdür. Müslüman olmayanın ölçüsü ise nefsidir, nefsine hoş geliyorsa iyi, gelmiyorsa kötüdür.
Geç kalma
Zararın neresinden dönülse kârdır elbet,
Henüz nefes alırken, gecikmeden tevbe et!

24 Ağustos 2012 Cuma

gerçek iflas nedir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, vasiyetnamesinin sonunda, (Hiç kimsenin kalbini incitmeyin!) buyuruyor. Başarının sırrı bu dört kelimededir. Bir hizmet, bir iş yaparken, gıybetle, dedikoduyla, iftirayla, münakaşayla, sertlikle kimsenin kalbini incitmemeli. İnsanların kalbini kırıp, kul hakkına girdikten sonra, yaptığımız iyiliklerin hiç faydası olmaz. Sevaplarımız hak sahiplerine verilir, bu da az gelirse, onların günahlarını yükleniriz. İşte buna iflas denir.
Evliya az konuşur, çok şey anlaşılır. Çok şey söyleyip de, en sonunda her şey unutulursa onun kıymeti yoktur. Büyüklerden işittiklerimizi unutmuyoruz. Çünkü evliya zatların sözleri, kalblerinden çıktığı için, o sözlerde rabbani tesir vardır. Merhum hocamız, bunu çok güzel bir örnekle anlatıyor:
Dünyada herkes mektup yazmıştır. Âlimler ve evliya zatlar yazmıştır, İmam-ı Rabbani hazretleri de mektup yazmıştır. Ama onun mektupları kitap olmuştur. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri (Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden sonra Mektubat ayarında bir kitap yazılmamıştır) buyuruyor. Neden? Çünkü İmam-ı Rabbani hazretleri, ihlâsın zirvesindeydi, ihlâsla yazdığı için onun mektupları kalıcı oldu. Niçin Eshab-ı kiram bir avuç arpa sadaka vermekle, Eshab-ı kiram olamayanların dağlar kadar verdiği altından daha fazla sevab kazanıyor? Bir avuç arpa nerede, bir dağ dolusu altın nerede? Çünkü Eshab-ı kiramın ihlâsı zirvedeydi.
Başarının sırrı
Demek ki, insan ne kadar ihlâslı olursa hizmetleri o kadar kalıcı ve faydalı olur. Sevabları dağ kadar çok olur. İblis’in ilmi de, ameli de zirvedeydi. Ama ihlâsı yoktu, şeytan oldu. Eğer insanları ilim ve amel kurtarsaydı İblis’i de kurtarırdı. İlim, amel ve ihlâs, ancak üçü beraber olursa insanı kurtarabiliyor. Bu yüzden, yaptığımız iş, ne olursa olsun, ihlâs varsa başarı var, ihlâs yoksa başarı yoktur. Kim olursa olsun, kim ihlâsla yaptıysa o başarılı olmuştur. Kim de yaptığının içerisine menfaatini sokmuşsa, başarısız olmuştur.

vera sahibi olabilmek için

Sual: Vera sahibi olmak için, nasıl hareket etmek gerekir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Şu on şeye riayet etmeyen, tam vera sahibi olamaz:
1- Gıybet etmemeli.
2- Müminlere suizan etmemeli, kötü bilmemeli.
3- Kimseyle alay etmemeli.
4- Namahreme bakmamalı.
5- Doğruluktan ayrılmamalı.
6- Kibirlenmemeli.
7- Malını haramlara harcamamalı.
8- Nefsi için makam ve mevki istememeli.
9- Beş vakit namazı vaktinde kılmayı, birinci görev bilmeli.
10- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği iman ve amellere uymalı. (2/66)
Mürted iman edebilir
Sual: (Bir âyette, bir Müslüman mürted olsa, sonra tevbe edip Müslüman olsa, sonra tekrar mürted olsa, bundan sonra tevbe etse bile, artık o affedilmez) deniyormuş. Bu doğru mu?
CEVAP
Doğru değildir. O âyet-i kerimenin meali şöyledir: (İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları, Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.) [Nisa 137]
Burada, (İnkârdan sonra tevbe edenler affedilmez) denmiyor, (İnkârlarını arttıranlar yani kâfir olarak devam edenler affedilmez) deniyor. Bir kimse kaç kere mürted olursa olsun, sonunda tevbe ederse Müslüman olur. Yani bin kere tevbesini bozsa da, sonunda tevbe etmişse, son durumu geçerli olur. Hüküm, neticeye göre verilir. İmam-ı Kurtubi hazretleri de buyurdu ki: Bu âyet-i kerimeye göre, Musa aleyhisselama iman edip, sonra Üzeyir aleyhisselamı inkâr edip kâfir olanları, sonra Üzeyir aleyhisselama iman edip de, daha sonra İsa aleyhisselamı inkâr edip kâfir olanları, sonra da Muhammed aleyhisselamı inkâr ederek küfürlerini artırmış olanları Allah mağfiret etmez. (Sonra da küfürlerini artırmış olanlar) sözünün anlamı, (Küfür üzere ısrar edenler) demektir. (Kurtubi Tefsiri)
Çocuk sahibi olmak
Sual: Âhir zamanda çoluk çocuk sahibi olmamanın daha iyi olduğunu bildiren hadis-i şerif var. Bu zamanda, birden fazla çocuk sahibi olmak caiz değil mi?
CEVAP
Âhir zamanda çocukları İslam terbiyesiyle yetiştirmek çok zordur. Çocuk çoğaldıkça bu zorluk artar. Terbiye edebilecek olan, istediği kadar çocuk sahibi olur. Belli bir sayısı yoktur.

hacca gitmek için evlenmek

Sual: Hacca gidip gelecek kadar parası olup da, mahremi olmayan kadının, kendisini hacca götürsün diye, bir erkekle evlenmesi gerekir mi?
CEVAP
Bu hususta İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Evlenmekle kadının maksadı hâsıl olmaz. Evlenince erkek karısını hacca götürmeyebilir. Genelde kocası kadına uymaz, böylece kadın zarar görebilir. Bu bakımdan hacca gidebilmek için bir erkekle evlenmek gerekmez. (Redd-ül-muhtar)
Hayır dile
Soğuk su katmayasın, hiç kimsenin aşına!
Hayır dile komşuna, hayır gele başına!