25 Mart 2012 Pazar

musibetlerin en büyüğü

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, Namaz Risalesi’nde buyuruyor ki:
Fârisî Enis-ül-va’ızin kitabındaki bir hadis-i şerif şöyledir:
(Musibetler çoktur. Musibetlerin en büyüğü, vakti faydasız şeyle geçirmektir.)
Bu hadisin ravisi, müminlerin annesi ve hanımların seyyidi Aişe-i Sıddika’dır “radıyallahü anha”. Cenab-ı Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” onun hakkında, (Aişe’nin kadınlar arasında derecesi, Muhammed aleyhisselâmın enbiya arasındaki derecesi gibidir) buyurmuştur.
Ey mümin! Musibet iki kısımdır: Dünyevî ve uhrevî.
Dünyevîsi üçe ayrılır: Malî, ehlî ve nefsîdir. Eğer malı, evladı ve ailesi giderse, vücuduna hastalık gelirse, hep musibettir ki, bunlarda sevab vardır.
Dinî olan musibet, namaz ve orucun gitmesidir ve zamanları zayi etmektir ki, bunlar büyük felakettir. Çünkü geçen vakit bir daha ele girmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yarın Kıyamette herkesin önüne yirmi dört sandık konur. Ferman gelip, sandıklar açılır ki, bazısı nurla bazısı da narla [ateşle] dolu olup, bir kısmı boştur.)
(Dünyada iyi amel işlenen saat sandığını nurla, kötü amel edilen saat sandığını narla doldurdum. Boş geçirilen saat sandığını boş bıraktım) fermanı gelir. Dünyada her akşam bir melek nida eder. (Ey dünya ehli! Gece geliyor. Onu nimet biliniz. Ondan âhiret nasibini alınız) der. Her sabah, yine böyle nida edip, (Saatlerini boş geçirenler, Kıyamet günü o kadar pişman olacak ki, bütün malı elinden çıkmakla hâsıl olan üzüntü ve pişmanlık hiç kalır) der. Süleyman aleyhisselam bir namazı geçince dokuz yüz kurban kesip, af diledi. Kırk gün matem tuttu. Eyyub aleyhisselâm ibadette zayıflık hâsıl olunca, feryat ederek, (Ben gerçekten hastalanmışım) dedi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mübarek dişleri şehid olup, mübarek yanaklarından kanlar aktığı hâlde, el kaldırıp, (Ya Rabbi! Kavmime hidayet ver. Onlar bilmiyorlar) buyurmuşken, Hendek günü, ikindi namazının fevtine, yani kılınamamasına sebep olduklarında, (Bizi ikindi namazından mahrum bıraktılar. Ya Rabbi! Onların kalblerini ve kabirlerini ateşle doldur!) buyurdu.
Bir gün Hazret-i Ali’nin “radıyallahü anh” ikindi namazı geçti. Üzüntüsünden kendini bir tepeden aşağı atıp çok ağladı. Peygamberimiz Muhammed Mustafa “sallallahü aleyhi ve sellem” haber alarak, bütün eshabıyla Hazret-i Ali’nin “radıyallahü anh” yanına geldiler. Hâlini görünce, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” de ağlamaya başladı. Dua etti. Güneş tekrar yükseldi. Resul aleyhisselam buyurdu:
(Yâ Ali “radıyallahü anh”. Başını kaldır bak, güneş görünüyor.)
Emir-ül-müminin Ali “radıyallahü anh” sevinip namazını kıldı.
Hazret-i Ebu Bekr’in “radıyallahü anh” bir gece vitir namazı geçti. Gece çok ibadet ettiğinden, gece sonunda uyku bastırdı. Sabah namazında Seyyid-i âlemini “sallallahü aleyhi ve sellem” takip ederek, mescid kapısında huzuruna gelip feryat etti. (Yâ Resulallah! İmdadıma yetiş. Vitir namazımı kılamadım) diye niyaz etti. Resul aleyhisselam ağlamaya başladı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Ya Resulallah, Sıddık’a söyle ki, Allahü teâlâ onu affetti) dedi.
Bayezid-i Bistami hazretlerine bir gece uyku bastırıp sabah namazını kılamadı. O kadar inleyip, telaş ve korku oldu ki, bir ses işitti. (Ey Bayezid, bu günahını affettim. Ağlaman bereketiyle sana ayrıca yetmiş bin namaz sevabı verdim) buyuruldu. Bir kaç ay sonra tekrar uyku bastırdı. Şeytan gelip, mübarek ayağından tutarak uyandırdı. (Kalk, namaz geçmek üzeredir) dedi. Şeyh Bayezid buyurdu ki:
- Ey mel’un şeytan, sen böyle işi nasıl yaparsın? Hâlbuki sen herkesin namazının geçmesini istersin.
İblis dedi ki:
- Sabah namazını kılamadığın gün ağlayarak yetmiş bin namaz sevabı kazanmıştın. Bugün onu düşünerek seni uyandırdım ki, yalnız bir vakit namaz sevabı bulasın. Yetmiş bin namaz sevabı alamayasın.
İlk tekbirin mânâsı
İmam-ı Rabbani hazretleri, Mevlana Abdülhay'a yazdığı birinci cilt, 304. mektupta buyuruyor ki:
Namazda ilk tekbir, Hak teâlânın, namaz kılanların namazından ve kulların ibadetinden müstağni olduğuna işarettir. Yani Allahü teâlânın kulun namazına ihtiyacı yoktur. Rükünlerden sonraki tekbirler, Hak teâlânın ibadeti için, her bir rüknü edaya liyakati olmadığına işarettir. Yalnız rükû’ tesbihinde tekbirin mânası da olduğu için, rükûdan sonra, tekbir almak emredilmedi. İki secdede tesbihat mevcut olmakla beraber, öncesinde ve sonrasında, tekbir almak emir buyuruldu. Tâ ki, alçalmak ve tezellülün nihayet yeri olan secdelerde, hakkıyla ibadet ediyorum düşüncesine kapılmasın! Bu düşünceye mani olmak için secde tesbihinde, a’lâ lafzı vardır. Tekbiri de, sünnettir. Çünkü namaz müminin miracı olduğu için, namazın sonunda, tehıyyatta Resulullah'ın mirac gecesinde, müşerref oldukları sözlerin okunması emredildi.
Öyle ise namaz kılan, namazı kendine mirac kılıp, yükselmenin nihayetini namazda arasın!

Hiç yorum yok: