14 Temmuz 2012 Cumartesi

Mevlana Celaleddini Rumi sema denilen şeyi yapmamıştır

Allahü teâlânın askı ile dolmus, Evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî

“kuddise sirruh”, ney ve baska hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks

etmedi. Ya’nî dans etmedi. Kırkyedibinden ziyâde beyti ile dünyâya nûr saçan

(Mesnevî)
sine, her memleketde, birçok dillerde serhler, açıklamalar yapılmısdır.

Bunlardan pek kıymetlisi ve lezzetlisi, mevlânâ Câmînin kitâbı olup, bunu da,

birçok kimse, ayrıca serh etmisdir. Bunların içinde de, Süleymân Nes’et efendinin

serhinden ellialtı sahîfesi, yalnız dört beytin serhi olup, sultân Abdülmecîd hân zemânında,

[1263] de matba’a-i Âmirede tab’ edilmisdir. Bu kitâbda, mevlânâ Câmî

“kuddise sirruh” buyuruyor ki: (Mesnevînin birinci beytinde, [Dinle neyden,

nasıl anlatıyor-ayrılıklardan sikâyet ediyor] ney, islâm dîninde yetisen kâmil,

yüksek insan demekdir. Bunlar, kendilerini ve herseyi unutmusdur. Zihnleri, her

ân, Allahü teâlânın rızâsını aramakdadır. Ney, fârisî dilinde, yok demekdir. Bunlar

da, kendi varlıklarından yok olmusdur. Ney denilen çalgı, içi bos bir çubuk olup,

bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmakdadır. O büyükler de, kendi

varlıklarından bosalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlâkı, sıfatları ve kemâlâtı

zâhir olmakdadır. Neyin üçüncü ma’nâsı, kamıs kalem demekdir ki, bundan

da, insan-ı kâmil kasd edilmekdedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadıgı

gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir).

Sultân Ikinci Abdülhamîd hân zemânında Ankara vâlîsi olan Âbidîn Pâsa “rahmetullahi

teâlâ aleyh”,
(Mesnevî serhi)nde, neyin insan-ı kâmil oldugunu, dokuz

dürlü isbât etmekdedir.

Mevlevî seyhleri de, âlim, sâlih zevât idi. Bunlardan Osmân efendi,
(Tezkiye-i

Ehl-i beyt)
kitâbında, râfizîlerin (Hüsniyye) kitâbına vesîkalarla cevâb vererek, islâmiyyete

büyük hizmet etmisdir.
(Tezkiye-i Ehl-i beyt) kitâbının türkçesi, (Hak Sözün

Vesîkaları)
kitâbının üçüncü kısmı olarak, Hakîkat Kitâbevi tarafından nesr edilmisdir.

Sonraları, ba’zı câhiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, seyler çalmaga,

dans etmege basladılar. Oyun âletleri, o tesavvuf üstâdının türbesine konuldu.
(Mesnevî

serhleri)
ni okuyarak, o hakîkat günesini yakından tanıyanlar, elbette aldanmaz.

Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, yüksek sesle zikr bile yapmazdı. Nitekim

(Mesnevî)
sinde:

Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb,

bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!

buyuruyor ki, (O hâlde, sevgiliye kavusmagı, cân-u gönülden iste. Dudagını ve da-



magını oynatmadan, Rabbin ismini [kalbinden] söyle!) demekdir. Sonradan gelen

din câhilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek,

nefslerini zevklendirmislerdir. Bu günâhlara ibâdet adını verebilmek ve kendilerini

din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı. Biz mevlevîyiz,

onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemislerdir.

Hiç yorum yok: