Allahü teâlânın askı ile dolmus, Evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî
“kuddise sirruh”, ney ve baska hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks
etmedi. Ya’nî dans etmedi. Kırkyedibinden ziyâde beyti ile dünyâya nûr saçan
(Mesnevî)
sine, her memleketde, birçok dillerde serhler, açıklamalar yapılmısdır.
Bunlardan pek kıymetlisi ve lezzetlisi, mevlânâ Câmînin kitâbı olup, bunu da,
birçok kimse, ayrıca serh etmisdir. Bunların içinde de, Süleymân Nes’et efendinin
serhinden ellialtı sahîfesi, yalnız dört beytin serhi olup, sultân Abdülmecîd hân zemânında,
[1263] de matba’a-i Âmirede tab’ edilmisdir. Bu kitâbda, mevlânâ Câmî
“kuddise sirruh” buyuruyor ki: (Mesnevînin birinci beytinde, [Dinle neyden,
nasıl anlatıyor-ayrılıklardan sikâyet ediyor] ney, islâm dîninde yetisen kâmil,
yüksek insan demekdir. Bunlar, kendilerini ve herseyi unutmusdur. Zihnleri, her
ân, Allahü teâlânın rızâsını aramakdadır. Ney, fârisî dilinde, yok demekdir. Bunlar
da, kendi varlıklarından yok olmusdur. Ney denilen çalgı, içi bos bir çubuk olup,
bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmakdadır. O büyükler de, kendi
varlıklarından bosalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlâkı, sıfatları ve kemâlâtı
zâhir olmakdadır. Neyin üçüncü ma’nâsı, kamıs kalem demekdir ki, bundan
da, insan-ı kâmil kasd edilmekdedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadıgı
gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir).
Sultân Ikinci Abdülhamîd hân zemânında Ankara vâlîsi olan Âbidîn Pâsa “rahmetullahi
teâlâ aleyh”,
(Mesnevî serhi)nde, neyin insan-ı kâmil oldugunu, dokuz
dürlü isbât etmekdedir.
Mevlevî seyhleri de, âlim, sâlih zevât idi. Bunlardan Osmân efendi,
(Tezkiye-i
Ehl-i beyt)
kitâbında, râfizîlerin (Hüsniyye) kitâbına vesîkalarla cevâb vererek, islâmiyyete
büyük hizmet etmisdir.
(Tezkiye-i Ehl-i beyt) kitâbının türkçesi, (Hak Sözün
Vesîkaları)
kitâbının üçüncü kısmı olarak, Hakîkat Kitâbevi tarafından nesr edilmisdir.
Sonraları, ba’zı câhiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, seyler çalmaga,
dans etmege basladılar. Oyun âletleri, o tesavvuf üstâdının türbesine konuldu.
(Mesnevî
serhleri)
ni okuyarak, o hakîkat günesini yakından tanıyanlar, elbette aldanmaz.
Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, yüksek sesle zikr bile yapmazdı. Nitekim
(Mesnevî)
sinde:
Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb,
bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!
buyuruyor ki, (O hâlde, sevgiliye kavusmagı, cân-u gönülden iste. Dudagını ve da-
magını oynatmadan, Rabbin ismini [kalbinden] söyle!) demekdir. Sonradan gelen
din câhilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek,
nefslerini zevklendirmislerdir. Bu günâhlara ibâdet adını verebilmek ve kendilerini
din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı. Biz mevlevîyiz,
onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemislerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder