[Dünyâya milyarlarca insan gelmis. Bir müddet yasamıslar. Sonra, ölüp gitmisler.
Bunların ba’zıları zengin imis, ba’zıları fakîr. Kimi güzel imis, kimi çirkin. Kimi
zâlim imis, kimi mazlûm. O hâllerinin de hepsi geçdi, unutuldu. Onların bir kısmı
inanmıs, müslimân idi. Geri kalanları, inanmamıs kâfirlerdi. Hepsi, yâ sonsuz
yok olacak. Yâhud kıyâmet kopup, tekrâr dirilip inanmıyanlar sonsuz azâb çekecek.
Her iki hâlde de, inanmıs olanlara hiç azâb, hiç sıkıntı yok. Ammâ ikinci hâlde
inanmıyanlar sonsuz ve pek acı azâb çekecekler. Inanmıs olarak ölmüs olanlar,
simdi tâm râhat ve huzûr içindeler. Îmânsız olanlar ise, sonsuz olarak atesde yanmak
ihtimâli, korkusu içindeler. Ey insan! Iyi düsün! Birkaç sene sonra, sen de, bunlardan
biri olacaksın. Simdi, geçmis senelerin nasıl bir hayâl oldu ise, o zemân, bütün
ömrün, bütün hayâtın, çalısmaların, didinmelerin hep hayâl, bir rü’yâ gibi olacak.
O zemân, sen o iki kısmın hangisinden olmak istersin? Hiçbirinden olmak istemem
diyemezsin. Buna imkân yok! Çâresiz, onların arasına gideceksin! Sonsuz
– 99 –
atesde yanmagı, ihtimâl bile olsa, ister misin? Allahın var oldugunu, Cennete,
Cehenneme inanmagı, akl da, ilm de, fen de red edemiyor. Böyle sey olamaz diyemiyorlar.
Inanmıyanlar, inkâr etmelerine akl ile, fen ile bir vesîka gösteremiyorlar.
Hâlbuki inanmak lâzım oldugunu gösteren vesîkalar sayılamıyacak kadar çokdur.
Dünyâ kütübhâneleri bu vesîkaları bildiren kitâblarla doludur. Onlar nefslerine,
zevklerine aldanarak inkâr ediyorlar. Zevklerinden baska birsey düsünmiyorlar. Hâlbuki,
islâmiyyet zevkı yasak etmemisdir. Zevklenmenin zararlı olmasını yasaklamısdır.
O hâlde, aklı olan kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdigi yoldan te’mîn eder.
Islâmın güzel ahlâkı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara
iyilikle karsılık verir. Iyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabr eder. Bölücü olmaz.
Yapıcı olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de râhata, huzûra kavusur.
Hem de, âhıretin sonsuz azâblarından kurtulur. Görülüyor ki, bütün râhatlıkların,
se’âdetlerin bası, îmân etmekde, müslimân olmakdadır. [Ya’nî, ahkâm-ı islâmiyyeye
uymak lâzımdır. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdıgı için, fâideli seyleri yapmalarını
emr etmisdir. Bu emrlere
(Farz) denir. Zararlı seyleri yasak etmisdir. Bunlara
(Harâm)
denir. Farzların ve harâmların hepsine (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Dinler,
Allahü teâlânın kullarına rahmetidir, ihsânıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâları
muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve harâm yiyenin,
içenin, ahkâm-ı islâmiyyeye uymadıgı anlasılır. Bunun düâları kabûl olmaz. Islâmiyyete
inanan ve uyan, Allahü teâlânın ihsânına kavusur, mes’ûd olur. Inanmıyan,
bu se’âdetden mahrûm kalır.] Îmân etmek de, çok kolaydır. Îmân etmek için, bir
yere para vermek, mal vermek, zor bir is yapmak, birisinden izn almak gibi, hiçbir
sey yapmak lâzım degildir. Hattâ, îmânlı oldugunu kimseye bildirmek, belli etmek
bile lâzım degildir. Îmân, altı seyi ögrenip, bunlara kalbinden, gizlice inanmak demekdir.
Îmân eden, Allahü teâlânın emrlerine teslîm olur. Ya’nî seve seve yapar. Böylece,
müslimân olur. Kısacası, her mü’min müslimândır. Her müslimân, mü’mindir.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder