1 Temmuz 2013 Pazartesi

HURÛFÎLIK

 — HURÛFÎLIK


Bektâsî deyince iki dürlü insan anlasılır: Birincisi, hakîkî, dogru Bektâsî olup,

hâcı Bektâs-ı Velî hazretlerinin gösterdigi hak yolunda giden temiz müslimânlardır.

Bektâsîlerin ikincisi, sahte, yalancı Bektâsîlerdir. Bunlar, bozuk yolda olan hurûfîlerdir.

Eskiden Bektâsî denilen kimselerin çogu bunlardı. Zemânla azaldılar,

yok oldular. Simdi Türkiyede sahte, bozuk bektâsî yokdur. Sahte bektâsîler, müslimânlar

arasında râhat yasamak ve inançlarını saklayarak, gençleri aldatabilmek

için, bu kıymetli ismi maske olarak kullanmıslardı. Böyle, çesidli kıymetli ismler

altında saklanan dinsizler az degildir. Meselâ, (Melâmî) ismi böyledir. Hiç ibâdet



yapmayan, her çesid günâhı, kötülügü isliyen, islâmiyyete uymayan sapıklar, kendilerine

melâmî dediler. Hâlbuki melâmî, bes vakt nemâz gibi farzları câmi’de kılıp,

harâmlardan kaçınan, nâfile ve sünnetleri evinde gizli kılıp, söhretden sakınan

temiz kimse demekdir. Tokadlı Ishak efendi (Kâsif-ül-esrâr) kitâbında diyor ki:



 

Müslimânları aldatmak için kendilerine kıymetli bir ism takan yalancılardan biri

de, Bektâsî tarîkati adı altında toplanan hurûfîlerdi. Hurûfîlik, bir mezheb degildir.

Bir tarîkatdir. Bu bozuk tarîkatde bulunanlar, önceleri iç yüzlerini saklıyorlardı.

[1288] hicrî yılında, maskelerini kaldırmaga basladılar. (Câvidân) adındaki



gizli kitâblarını ortaya çıkardılar. Bu kitâbları altı formadır. Bir formasını hurûfîligin

kurucusu olan Fadlullah bin Ebî Muhammed Tebrîzî, fârisî dili ile yazmıs,

bes formasını da, bunun talebesinden ba’zıları düzmüsdür. Bunlardan Feristeh oglunun

(Asknâme) adındaki formasında, küfrleri, öteki formalardaki kadar açık yazmadıgından,



bunu, 1288 [m. 1871] de Istanbulda tas üzerinden basdılar.

Fadlullah Hurûfî adındaki zındık, (Karâmıtî) tarîkati kalıntılarından birinin dervîsi



idi. Karâmıtîlere (Ibâhiyye) de denir. Bunlar, harâmlara halâl deyip, yetmis

seksen sene hâcıları soydular. Müslimânları öldürdüler. Hükûmet kurdular. Hükûmetleri

372 [m. 983] senesinde yıkılınca, dagıldıkları yerlerde gizlendiler. Bunlardan

Hasen Sabbâhın kurdugu (Ismâ’îliyye) devleti de, 654 [m. 1256] de yıkıldı.



Fadl, Îrânda Esterâbâd sehrinde, gizlice küfr yaydı. Dokuz yardımcı buldu. Nokta

ilmi diye birsey uydurdu. Bu is mubâhdır, nokta çift geldi. Falan sey harâmdır,

nokta tek geldi derdi. Ibni Hacer-i Askalânî hazretleri, (Enbâ-ı Fadl) adındaki târîhinde,



Fadlullah ve hurûfîlik tarîkati hakkında genis bilgi vermekdedir. Fadlullahın

küfrleri yayılınca, Tîmûr hânın oglu Mîrân Sâh “rahmetullahi teâlâ aleyh”,

babasının emri ile, 796 [m. 1393] senesinde, Fadlullahı öldürdü. Bacagına ip takılıp,

sokaklarda sürüklendi. Böylece, islâmiyyet büyük bir düsmandan kurtuldu. Yavuz

Sultân Selîm hân “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sâh Ismâ’îli maglûb ederek,

sî’îligin yayılmasını önledigi gibi, Tîmûr hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” da, islâmiyyet

için çok tehlükeli olan Hurûfîligin yayılmasını önliyerek, islâmiyyete büyük

hizmet etmisdir. Bunun için, sahte olan Bektâsî, ya’nî (Hurûfî) tarîkatinin müridleri,



Tîmûr hânı sevmez, onu hep kötülerler.

Fadlullah öldürülüp, Esterâbâd yıkılınca, dokuz yardımcısı kaçdı. Bunlardan

(Alî-yül-a’lâ) adındaki kimse, Anadoluda bir Bektâsî tekkesine geldi. (Câvidân)ı gizlice

yaymaga, câhilleri aldatmaga basladı. Hâcı Bektâs-ı Velînin yolu budur dedi. Harâmlara

mubâh, nefsin arzûlarına, serbestdir dedigi için, tarîkati kötü insanlar arasında

çabuk yayıldı. Sözlerine (Sır) deyip, çok gizli tutulmasını emr ederdi. Sırları

yabancılara açanları öldürmek bile vâkı’ olurdu. Sırlara (Câvidân) kitâbında a, c, v,

z gibi harflerle isâret edilmekdedir. Herbiri kâfirlik olan bu isâretler, (Miftâh-ul-hayât)



adındaki kitâbda açıklanmısdı. Bu kitâba da Sır dediler. Elinde Sır kitâbı bulunmıyan

kimse, (Câvidân)ı anlayamaz. [800] yılından beri, çok zevâllıları aldatdılar.

Dinden çıkardılar. Aralarına masonlar da karısdı. Yehûdî parası ile beslendiler.

1240 [m. 1824] senesinde, küfrlerini yaymaga basladılar. Sultân Ikinci Mahmûd

hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından (Ulu)ları katl edildi. Bektâsî tekkeleri dagıtıldı.

Yerlerinin Naksibendîlere verilmesi için fermân buyuruldu. Dagılarak gizli

çalısdılar. 1288 [m. 1871] de yine ortaya çıkdılar. Feristeh oglu Abdülmecîdin (Asknâme)



risâlesini 1288 [m. 1871] de basdılar. Yayılmaga basladılar. Bunlara aldananlara

(Ask tâifesi) denildigi, Bursalı Ismâ’îl Hakkı efendinin “rahmetullahi teâlâ

aleyh” (Huccet-ül-bâliga) kitâbı basında yazılıdır. [Mâliye mahkemesi a’zâsından,

Seyyid Ahmed Rif’ât begin 1293 [m. 1876] de yazdıgı, (Mir’ât-ül-mekâsıd) kitâbında



diyor ki, (Abdülmecîdin kardesi olan Feristeh oglu Abdüllatîf, Ehl-i sünnet idi.

Tesavvuf üzerinde hâzırladıgı kitâbdan, sâlih bir zât oldugu anlasılmakdadır. Kardesi

Abdülmecîdin Hurûfî tarîkatine kaymasına çok üzülmüsdü. Onlara uymadı).

Feristeh oglu Abdülmecîd, Asknâmeden baska kitâblar da yazdı. (Se’âdetnâme)

kitâbında, bunu (Câvidân) ve (Asknâme) ve (Muhabbetnâme)den terceme etdim

ve 826 [m. 1422] yılında temâm oldu, demekdedir. Fadlullahın bas halîfesi Mahmûd,

seyhinden ayrıldı. (Ilm-i nokta) diye (Câvidân-i sagîr) adında bir kitâb yazdı.

Burada, hurûfîlerin zındık, kâfir ve mel’ûn olduklarını bildirdi. (Câvidân)



 

okuyanların çogunun ilhâd üzere oldukları, (Kur’ânın zâhiri murâd degildir. Bâtını

murâd edilmekdedir) dedikleri, böylece tekrâr dirilmegi inkâr ederek kâfir oldukları,

Bursalı Ismâ’îl Hakkı efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Huccet-ül-bâliga)

kitâbında yazılıdır. Bu kitâb, (Resehât) kitâbının kenârında, 1291 [m. 1874]



de Istanbulda basdırılmısdır. Hurûfîler, küfr ve ilhâdda en ileri gidenlere seyyid

derler. Bunun için, birçokları, seyyid olduklarını söylemislerdir. Bektâsî tarîkati

adı altında saklanan hurûfîler, müslimânları aldatmak için, birkaç yoldan saldırıyorlardı:

1 — Fadl-ı Hurûfîye, ilâh, tanrı diyorlardı. (Câvidân)da diyor ki, (Tanrılık,

ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler seklinde, sonra Peygamberler seklinde,

nihâyet Fadlda açıga çıkdı. Önce, Âdem peygamber seklinde göründü. Melekler,

bunun için Âdeme secde etdi. Dört kitâbının ma’nâsını Câvidânda bildirdi).

2 — Hazret-i Alînin sözleri diyerek uydurdukları (Hutbet-ül beyân) ve baska

kitâblarında, hadîsler düzerek, Alîyi sevenlere günâh zarâr vermez diyorlardı. Böylece,

ibâdete lüzûm yokdur. Harâmlar halâldir diyerek, amelsiz, ibâdetsiz Cennete

gitmek isteyen câhilleri aldatdılar. Bir kimseyi böyle aldatıp, ibâdetden, îmândan

ayırdıkdan sonra, Sır kitâbını ögretmege baslarlardı. Çünki, (Câvidân)da,

Ehl-i beytin ismi bile yokdur. (Hutbet-ül-beyân)ın türkçe serhi de vardır.

3 — Bütün dinlerin bir oldugunu, hepsinin onaltı kemerbend içinde toplandıgını

söylerlerdi. Onaltı kemerden herbiri, bir Peygamberin dîni imis. O kemeri kullanan,

o Peygamberin dînini yapmıs olurmus. Meselâ Âdem aleyhisselâmın kemerini

takan, hep mesin giyermis. Çünki, Âdem “aleyhisselâm” deri elbise giymis. Mûsâ

aleyhisselâmın kemerini takan, kısraga binmezmis. Îsâ aleyhisselâmın kemerini

takan, evlenmez imis. Fekat zinâ ve livâta yapması mubâh imis. Çünki, Îsâ

“aleyhisselâm” bekâr imis. Hıristiyanların üç uknûmuna, ya’nî üç tanrı olduguna

inandıkları, Feristeh oglunun (Câvidân)ında yazılıdır. Yine orada, Alî denilen zât,

Fadl-ı Hurûfî idi diyor. Baska bir sahîfesinde, Fadl-ı Hurûfî, Muhammed aleyhisselâmdan

ve Alîden (hâsâ) dahâ üstündür. Onlar, dînin inceligini Fadl kadar bilmiyorlardı

diyor. Yazıları birbirini tutmuyor.

Sahte olan bu Bektâsîler, Sî’î de, Alevî de degildir. Müsrikdirler. Yehûdîler ve

masonlar tarafından desteklenerek, câhil müslimânları dinden çıkarmakdadırlar.

Yeni aldatılanlara, (Câvidân)ı göstermeyip, kendilerini Alevî olarak tanıtıyorlardı.

Hâlbuki, Sî’î âlimleri de, bu sahte Bektâsîlerin Alevî olmadıgını, kâfir oldugunu

söylemekdedir.

4 — Harâmlara, yalan söylemege câiz dedikleri için, (Hamzanâme) ve (Battâl

gâzî) gibi çesidli kitâblar yazdılar. Baba denilen ulularından uydurma kerâmetler

anlatdılar. Istanbulda Merdiven köyündeki tekkelerinin kurucusu olan (Ahmed baba),

gençleri toplayıp, ismi bilinmiyen babalardan biri söyle uçmus, bir ânda Sâma

gitmis, falan gün, beni falan meyhâneden kaldırın demis, o gün gitmisler, küpün

dibinde ölü bulmuslar. Baska bir baba, arslana binmis, okyânusu dolasıp gelmis

derdi. Bunun hocası olan Halîl baba da, Samatyada, bir evde gençleri toplıyarak

yalanlar söylerdi. [(Kâsif-ül-esrâr) kitâbının sâhibi, devâm ederek diyor ki,] orada

bulunarak, babayı rezîl etdim. Ev sâhibi de, beni evinden kovdu. Yalanlarından

biri de, herkese mal, rütbe, evlâd verilmesi, insanların ölmesi, hastaların iyi olması,

babaların elindedir derler. Nemâzı bir kerre kılmak farzdır. Oruc da, ömründe

bir gün tutmak farzdır. Gusl de, ömründe bir kerre farzdır. Gusl edip de, vücûdünüzü

hırpalamayınız derlerdi. Bunlara inanıp, dinden çıkanlara esrâr söylemege baslarlardı.

Muhammed dedikleri (hâsâ) Alî idi. Allah dedikleri de (hâsâ) Alîdir

derlerdi. Bir kimse, aklını kaçırıp, buna da inanırsa, bunların hepsi Fadldır derler.

Her kötülük, fuhs sana mubâh oldu derler. Bunu oturak âlemine sokarlardı.

Tarîkat, oniki dânedir derlerdi. Bu nasıl seydir denilse, sen hâcı Bektâs-ı Velî-

 

yi inkâr mı ediyorsun derlerdi. Hâlbuki, hâcı Bektâs-ı Velî hazretleri, islâmiyyete

uyar, sünnet-i seniyyeden ayrılmazdı. Talebesi de böyle idi. Fekat, sonra gelen câhiller,

aldatılıp, Bektâsîlik adını, bu dinsiz hurûfîler, kendilerine mal etdi. Çok sükür bugün,

bu sahte bektâsîler kalmadı. Simdi Türkiyede bulunan Bektâsîlerin hepsi hakîkî

müslimândır. Sünnî olan müslimânlarla kardes olarak yasamakdadırlar.

Hurûfîlerin yalanlarından biri de, Bektâsîler içinde ba’zı azgınları var ise de, bizim

babamız öyle degildir, derlerdi. Hâlbuki, sahte Bektâsî, içki içerdi. Hiç nemâz

kılmazlardı. Böyle kimselere Bektâsî denilir mi? Bunların en meshûrları olan

Osmâncıkda (Koyun baba), Elmalıda (Abdal Mûsâ), Eskisehrde (Sücâ’eddîn), Dimetokada

(Kızıl deli), Kalkandelende (Sersem Alî) adındaki babaları, hep (Câvidân)

okumakda, kâfirligi yaymakda idiler. [Koyun babanın, sahte Bektâsî tarîkatinin

dervislerinden oldugu, (Müncid) lügatinde de yazılıdır.]



Sahte Bektâsîler bıyıklarını uzatırlar. Bıyık uzatmak hazret-i Alînin sünnetidir

derlerdi. Bıyık kesmek, Mu’âviyenin sünnetidir derlerdi. Hâlbuki, bıyıkları kısaltmak,

hadîs-i serîflerle emr edildi. Bıyık kısaltmak, sünnet-i müekkededir. Bunlar,

seviyoruz dedikleri hazret-i Alînin, bu sünneti yapmadıgını, düsman oldukları hazret-

i Mu’âviyenin ise, sünnete uydugunu söylüyorlar. Bıyıkları kısaltmak için,

(Buhârî-yi serîf)de çesidli hadîs-i serîfler var. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ



anh” bu emrlere uymadıgını söylemek, onu sevmek degil, ona düsmanlık etmek

olur. Düsmana korkunç görünmek için, bıyıkları, tırnakları muhârebede uzatmaga

izn verildi. Baska zemânda uzatmak mekrûh oldu. Fadlullah-ı Hurûfî, kas,

kirpik, bıyık gibi kıllar, bir mukaddes harfin insanda görünüsüdür. Meleklerin Âdeme

secde etmesine sebeb, bu zuhûrâtdır. Bıyık mukaddesdir. Kesmesi, büyük

günâhdır dedi. Sâh Ismâ’îl, bıyıgını uzatmagı, hurûfîlerden aldı. Sünnîlere benzememek

için, acemlerin bıyıklarını uzatmasını emr etdi. Gençleri aldatmak için, hazret-

i Alînin sünnetidir dediler. O büyük imâma iftirâ etdiler.

Hurûfî tarîkatinin zikrleri, ibâdetleri, okumaları yokdur. Her sabâh pîrin evinde,

meydân odasına toplanırlardı. Birisi, bir elindeki tepsi içinde, adam sayısında

serâb kadehi ve birer dilim ekmek, peynir olarak odaya girer. Bunu saygı ile ve bir

agızdan gülbânk okuyarak karsılarlardı. Herkesin önüne gelerek birer dâne verir.

Ta’zîm ile alır, yüzlerine sürer, sonra yirler, içerlerdi. Bütün ibâdetleri bundan ibâretdi.

Evli olanı, kadınlarını, kızlarını da, toplantıya getirir. Içerler ve dans ederler.

Birisi, birinin kadınını veyâ kızını begenirse, erkege gelip, sizin bagçeden bir

gül koparacagım der, izn ister. O da, zevcesini çagırıp, bu canın talebini hak et der.

Sonra takbîl ederdi. Bu taleb karsılıklı olursa, iki adam da babanın önüne gelip,

izn isterler. Baba izn verince, ömrleri boyunca, birbirlerinin ayâlini istifrâs ederlerdi.

Simdi Türkiyedeki Bektâsîlerde ve alevîlerde böyle kötülükler yokdur.

Hurûfî tarîkatinin babaları, papaslar gibi günâh çıkartırlardı. Günâh sanılan bir

seyi yapınca, babanın önüne gelir. Baba, kulagını çekerek afv eder. Günâhı büyük

ise, al malını gör yolunu der veyâ yalvarır. Baba da kırklar kurbanı kes, yâhud üçyüzler

nezri ver der. Birkaç lirasını alıp, afv etdim derdi. Hurûfî tarîkatindeki kadınlardan

biri, Hurûfî olmıyan bir adam ile bulussa, babaya gelip, üzerimden bir

köpek atladı der. Baba, para alır, afv olur. Her babanın yolu baska idi. Bir toplantı

gecesinde, babanın önüne bir kadın gelip bas egdi. Baba buna, bukagı çöz dedi.

Baba diledigi birine, kalk su bacıyı tomruga vur dedi. Adam, kadınla bir odaya

çekildiler. Bir derdine dermân arayan bir kadın, bir hurûfî kadınına sorar. O da,

bizim baba iyi büyü yapar diyerek, tekkeye götürür. Soyun! Baba geliyor derler.

Kadın olmaz der ise de, sakın ha. Buradan sır çıkmaz, cenâzen çıkar diyerek korkuturlar.

Kadın teslîm olur. Sonra, getiren kadın, buna, babanın isi, kötülük degildi.

Hazret-i Alînin sünnetini yapdı der. Bunlarda, halâl, harâm diye birsey olmadıgından,

en asagı kâfirlerin bile yapamıyacagı, çirkin, alçak isleri yapmakdan çekinmezler!

[(Kâsif-ül-esrâr) kitâbının yazdıgı bu çirkin seyler, simdi Türkiyede bu-

 

lunan alevîlerde ve hakîkî bektâsîlerde yokdur. Simdi, memleketimizde, sahte bektâsî

tarîkati denilen hurûfîler mevcûd degildir.]

Garbî Trakyada, kal’a dısında (Gül Baba) denilen yerde, Zülfikâr adındaki bir

sahte Bektâsî babası, Nevruz günü kadın erkek hurûfîleri toplayıp, içerler. Serhos

olunca, (Su dagları ben yaratdım, su çınar agacına emr etsem, bana secde eder,

su ölülere emr etsem kalkarlar) gibi sözlerle, herbiri tanrılık da’vâsında bulunur.

Sonra Mürtezâ isminde bir sahte Bektâsî, ayaga kalkıp, Muhammedin

esegi kim ise gelsin der. Içlerinden biri gelip, tekbîr ile üzerine biner. Bir eline serâb

sisesini, bir eline de kadeh alıp, hurûfî tarîkatindeki kadınlar arasına girer. Tekbîr

ile serâb dagıtmaga baslar. Bütün kadınlar içdikden sonra, erkekler tarafına

gelir. Nemâz kılalım diye bagırır. Hepsi kalkar. Kıbleye arkalarını dönüp, babaları

imâm olup, söyle kılarlar: (Nemâz yalandır. Ben nemâza inanmam, ben nemâz

kılmam) diye bagırdıkdan sonra secdeye yatarlar. Babaları, secdede bir

ayagı ile bir elini yukarı kaldırıp bagırır. Bu Mürtezâ, iki zevcesini çıplak olarak

ellerinden tutup, uzakda bulunan müslimânlardan Sâmî begin yanına gelir. Gördün

mü? Bektâsîlik ne güzeldir degil mi? Sen de Bektâsî olsan, çok iyi olur.

Uzakda mahrûm oturacagına, bizimle birlikde zevk ederdin, der. Kadın erkek sahte

Bektâsîler, yürüyüp, ta’tîl günü hava almaga çıkan müslimân âileleri üzerine

saldırırlar. Buraları bizimdir. Bizden olmıyanların burada ne isi var derler. Çarsaflarını

yırtarlar. Zevallı kadınlar, can kurtaran yok mu diye bagırarak kaçar. Erkekleri

az olup, kadınları kurtaramazlar. Kal’ada bulunan topcu askerleri feryâdı

isitip, imdâda gelirler. Hurûfîleri dagıtırlar. Kâfirlerin bile yapamıyacagı böyle

alçakça bir islâm düsmanlıgı, bu bölgenin vilâyet mektûbcusu vekîli bulunan

Mustafâ beg de, Bektâsî oldugu için, örtbas edilir. Mason gazetelerinde de, baska

seklde yazılır. 1288 [m. 1871] yılında olan bu igrenç davranıslar, hamiyyetli müslimân

halk tarafından, büyük bir dilekce ile Istanbulda, sadâret-i uzmâya [Basvekillige]

bildirilir. Cezâları verilir.

Bektâsî mubârek ismi altında gizlenen bu yalancıların kâfir olduklarını gösteren

kitâblarından biri de, (Hakîkatnâme) kitâbıdır. (Câvidân)ın serhlerinden biridir.

Bir kitâbları da, Emîr Alînin yazdıgı (Mahsernâme)dir. Bir kitâbları da,

(Mukaddemet-ül-hakâyık) kitâbıdır. (Asknâme)deki küfrleri tekrârlamakdadır.

Bunlara inanmıyanlara la’net etmekde, öldürülmelerini emr eylemekdedir. Bir kitâbları

da (Viran abdal) risâlesidir. Bu kitâb, sırlarından olmayıp, müslimânları aldatıp

dinden çıkarmak için okurlar. Hazret-i Âiseye “radıyallahü anhâ” iftirâ etmekde,

Imâm-ı a’zama “rahmetullahi teâlâ aleyh” hâricî deyip, kötülemekdedir.

Fadl-ı Hurûfînin (Câvidân)daki yazılarını, hazret-i Alînin sözleri diye yazmakdadır.

Birçok uydurma abdest, nemâz ve ibâdetler anlatmakdadır. Bir kitâbları da,

(Âhıretnâme)dir. (Asknâme) gibi küfr doludur. Fadl-ı Hurûfînin tanrı oldugunu

isbâta ugrasmakdadır. Bir kitâbları, (Risâle-i Fadlullah)dır. Bir kitâbları da, (Tuhfet-

ül-Ussak)dır. (Risâle-i Bedreddîn) ve (Risâle-i nokta) kitâbları da, hep (Câvidân)

ın serhleridir. Bir kitâbları da, (Risâle-i Hurûf)dur. Birisi de, (Türâbnâme)

dir. Birisi de, (Vilâyetnâme)dir. Bunların çogu fârisîdir.

Bütün kitâbları altmıs kadardır. Hepsi, Allahü teâlâyı inkâr etmege ve ahkâm-ı

islâmiyyeyi kaldırmaga dayanmakda, Fadl-ı Hurûfîye tapınmaga sürüklemekdedir.

Bütün kâfirlerden, bütün fırkalardan dahâ kötü oldukları, yukarıdaki bilgilerden anlasılmakdadır.

(Kâsif-ûl-esrâr) kitâbının yazısı burada temâm oldu.

1327 [m. 1909] senesinde Istanbulda basılan A.Rıfkı efendinin (Bektâsî Sırrı)



kitâbında diyor ki, (Bektâsîlik, hâcı Bektâs-ı Velî ve Lokman Horasânî ve hâce Ahmed

Yesevî vâsıtaları ile Bâyezîd-i Bistâmîye ve Ondan Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerine

ulasır. Ahmed Yesevîden ayrılan iki koldan Bektâsîler ve Hâcegân hâsıl olmusdur.

Hurûfîlik, dalâlet yoludur. Bektâsîlik hidâyet yoludur. Hurûfîlik, islâmiyyet

ile ve tesavvuf ile ilgisi olmıyan Ismâ’îliyyenin bir koludur. Kur’ân-ı kerîmi key-


fe, tarîkatlerine göre te’vîl etmislerdir. (Zerre-nâme), (Iskender-nâme), (Fadîletnâme),

(Hakîkatnâme) ve (Risâle-i Istivâ) gibi kitâbları, sî’îler arasında yaygındır.

Bektâsîlerin, (Vilâyetnâme), (Kaygusuz Abdâl risâlesi), (Hutbetülbeyân), (Seyyid

Nesîmî dîvânı), (Küçük vilâyetnâme), (Terzi Alî dede risâlesi) ve (Türâbî Alî

dede risâlesi) gibi kitâblarının hurûfîlikle hiç ilgileri yokdur. (Vâridât-i ilâhiyye)

kitâbının sâhibi, Samavne kadısının oglu seyh Bedrüddîn ve halvetî tarîkatinden

Niyâzî Mısrî ve Bayrâmîden Hamza Bâlî ve Ismâ’îl Ma’sûkî, hurûfî degildirler).

Müncî baba seyh Muhammed Süreyyâ da, (Tarîkati aliyyeyi Bektâsiyye) kitâbında,

(Ehl-i sünnet olanlar, Alînin sî’asıdır. Alîye mensûb olan, bizzarur ehli sünnetdir.

Bektâsîlik için, ister sî’a desinler, ister sünnî desinler, bizce müsâvîdir. (Câvidân)

kitâbının hakîkî bektâsîlikle kat’iyyen bir ilgisi yokdur. O kitâb, islâm

ahlâkını temelinden yıkmakdadır. Hurûfîlik, islâmiyyeti hiçe saymakda, sefâheti,

içkiyi ibâdet yerine koymakdadır) diyor. Görülüyor ki, hakîkî bektâsîler, sî’îligi

ve sünnîligi, Ehli beyti sevmekde birlesdirmekdedir. Hâlbuki sî’îlik, Eshâb-ı kirâmı

sevmemek demekdir. Sünnî olmak ise, Ehli beyti de ve Eshâb-ı kirâmın hepsini

de çok sevmek demekdir. Hakîkî bektâsî oldugunu bildiren, ya’nî Hâcı Bektâs-

ı Velî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin yolunda olan Bektâsîler, sî’î olmagı,

bir bakımdan red etmiyorlar ise de, hurûfî tarîkatinin kötülüklerinin bunlarda

bulunmadıgı anlasılmakdadır. Bugün memleketimizde bulunan alevîlerde

ve bektâsîlerde, hurûfî tarîkatindeki kötülüklerin hiçbiri yokdur. Türkiyedeki alevîlerin

ve bektâsîlerin ve sünnîlerin hepsi, Ehl-i beyt-i nebevîyi çok sevmekde ve

birbirlerini kardes bilmekdedirler.

Yavûz Sultân Selîm hânın Sâh Ismâ’îl ile harb ederek sî’îlere büyük darbe indirmesinin

mühim bir sebebi de, büyük Ehl-i sünnet âlimi Molla Arabın ögütleridir.

(Mir’ât-i kâinât)da diyor ki, (Molla Arabın ismi, vâız Muhammed bin Ömer



bin Hamzadır. Babası ile dedesi Mâ-verâ-ün-nehrden Antakyaya gelmisdir. Molla

Arab burada tevellüd etmisdir. Küçük yasda, Kur’ân-ı kerîmi, Kenz ve Sâtibî ve

ba’zı metnleri ezberledi. Babasından ve amcaları seyh Hüseyn ve seyh Ahmedden

ders aldı. Halebde ve Kudüsde çok sey ögrendi. Hacdan sonra, Mısrda imâm-ı Süyûtîden

ve Sa’bîden hadîs icâzeti aldı. Mısrdaki çerkes sultânlarından melik Kaytbay

tarafından vâiz ve müftî yapıldı. Sultân için (Nihâyet-ül-fürû’) fıkh kitâbını yazdı.



901 [m. 1496] de Sultân vefât edince, Bursaya, sonra Istanbula geldi. Ikinci Bâyezîd

Hân için yazdıgı (Tehzîb-üs-semâil) ve (Hidâyet-ül’ibâd-ilâ-sebîl-ir-resâd)



kitâbları söhretini artdırdı. Yundu seferine katılıp, Meton sehrinin fethine sebeb

oldu. Sultân Selîm hânı sî’îlerle cihâda tesvîk ve tahrîk eyledi. Bu maksadla (Essedâd

fî fedâil-il-cihâd) kitâbını yazdı. Çaldıran seferine katılıp, askere va’z ederek



cesâret verirdi. Muhârebede düâ eder, Pâdisâh, Âmîn derdi. Sarayköy ve Üskübde

on sene va’z ve nasîhat ederek çok kâfirin hidâyetine sebeb oldu. Sultân Süleymân

hân ile de Engürüs seferine katılıp, zafer için yapdıgı düâları makbûl-i ilâhî

oldu. Sonra Bursaya gelip çesidli kitâb yazdı. Kimyâ bilgisi de çokdu. Iki mescid,

iki de câmi’ yapdı. 938 [m. 1532] de vefât etdi. Bursada, molla Arab mahallesinde,

molla Arab câmi’i yanındaki türbesindedir. Sîret-i Nebevîyi bildiren (Tehzîb-

üs-semâil) ve (El-mekâsid fî fedâil-il-mesâcid) kitâbları meshûrdur. Hâl tercemesi,

(Sakâyık) kitâbında uzun yazılıdır.)





Evliyâya kim bakarsa, ten gözîle serseri,

bî basardır, cânı yokdur, ölüdür, degil diri.

Evliyâ cândır, gerekdir can gözîle bakıla,

zîrâ ki, canlı kisiler, câna olur müsteri.




Hiç yorum yok: