14 Temmuz 2012 Cumartesi

cin hakkında bilgi

CIN HAKKINDA BILGI

Asagıdaki yazı, Osmânlı pâdisâhlarının otuzaltıncısı, sonuncusu, sultân Muhammed

Vahîdeddîn hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, medresetülmütehassısînde

tesavvuf müderrisi olan seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi

aleyh” (Keskül) ismindeki kitâbından alındı. Keskül basılmamısdır.

Cin var mı, diye soranlara, acele cevâb vermek îcâb eder. Çünki, Cinnin var olmasında

sübhe etmek, pek tehlükelidir. Cevâb olarak, islâm âlimlerinin saglam kitâblarından

çıkardıgım, asagıdaki bilgileri, dikkatle ve insâf ile okumak ve dogru

düsünerek, anlamak lâzımdır.

Cin, cinnet, cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen

kelimeler (örtülü) demekdir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular

ile örtülü oldugundan, bu ism verilmisdir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının

örtülü oldugu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünki, karanlık, gün ısıgını

örtmüsdür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü oldugu için, cin denilmisdir.

Cin kelimesi, Cinnî isminin cem’idir. Cin, cinnîler demekdir. Peri, fârisîde,

cin demekdir.

Mahlûklar, görülen, görülmiyen diye iki kısmdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmıyan

mahlûklar da vardır. Imâm-ı Mâverdî diyor ki, (Cin, dört ana maddeden yapılmısdır:

Su, toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ates. Bunlardan ates; alev, ısık

ve dumandır. Mâric denilen, alev kısmından yaratılan cinnîlerin mü’minleri, kâfirleri,

fâsıkları vardır). Bugünkü fen bilgimize göre, bu dört ana madde, yüzbes

elementden (basît cismden) meydâna gelmekdedir. Su hâlde bütün mahlûklar, elementlerden

yapılmıs olup, enerji (kudret) tasırlar. Normal fizik sartlarında, katı

ve sıvı (mâyı’) hâlinde bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildigimiz için

bunlardan yapılmıs cismler görünür. Meselâ insanda katı maddeler ve su çok

(yüzde yetmisden fazla) bulundugundan, insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar

da böyledir.

Cinnîler, havadan ve nârdan [ya’nî atesden] meydâna gelmisdir. [Atesin alev kısmı

görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakda ısıklandıgı için, parlak görünüyor.] Bunun

için, cin de görünmez.

Alev iki kısmdır: Biri zulmânî [görünmiyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez].

Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmısdır. Insanlar, toprak

maddelerinden yaratıldıgı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize

hâle, et ve kemige çevirdigi gibi, meleklerde ve cinde alev sekli degiserek, onlara

mahsûs latîf, her sekle dönebilen bir hâle gelmisdir.

Cinnin ta’rîfi söyledir: Cin ya’nî peri, atesin alev kısmından yapılmıs cismler olup,

her sekle girebilirler.

Melekler ise, nûrânî cismlerdir. Muhtelif sekllere girebilirler. Melek ile cin, yaratılıs

bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir,

kıymetsizdir. Melekde, nûr [ısık] kısmı, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette

nûr, zulmetden efdaldir. Meleklerin, cinnîlere yakınlıgı, insanın hayvana yakınlıgı gibidir.

Insanların üstün olanları, melekden kıymetli, cin de hayvandan kıymetlidir.

Islâm âlimlerinin çogu, meleklere cism dedi. Dogrusu da öyledir.

Meleklerin varlıgına inanmıyan kâfir olur. Cism olduklarına inanmıyan kâfir olmaz,

bid’at sâhibi olur.

Cinnin varlıgına da inanmıyan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye

[ya’nî mu’tezile] fırkasının çogu ve zındıklar, Cin ve seytânlara inanmadı. Cin,

zekî, dâhî insan demekdir. Seytânlar da, kötü kimseler demekdir dediler. Din kitâblarını

okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. Fekat,

Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirildigi hâlde ve islâm büyüklerinin kitâbları


dolu oldugu hâlde, Kaderiyye fırkasının inanmaması, sasılacak seydir. Çünki bunlar,

Kur’ân-ı kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar uymakdadırlar. Hâlbuki,

Cinnin var olması, akla uymıyan birsey degildir. Ya’nî aklın red edecegi birsey

degildir. Çünki, Allahü teâlânın kudretinin yapamıyacagı birsey degildir. Bugün

fen adamları, akl ve din sâhibleri, aklın imkânsız demedigi seyleri red etmiyor.

Kur’ân-ı kerîmde bildirilen seylere, kelimenin açık ve meshûr ma’nâlarını vermek

lâzımdır. Seyh-i ekber [Muhyiddîn-i Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var oldugunu,

su âyet-i kerîmeler ile gösteriyor:

1 — Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen,
(Insanları ve Cinnîleri ancak,

beni bilip itâ’at, ibâdet etmeleri için yaratdım)
buyruluyor.

2 — Errahmân sûresi, yetmisdördüncü âyetinde, Cinnin Cennete girecegi bildiriliyor.

3 — Errahmân sûresinin otuzbirinci âyetinde
(Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar

ve cinnîler!)
demekdir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn

[ya’nî, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi ismler de, cinnin varlıgını

göstermekdedir.

Kitâblı kâfirlerin hepsi, atese tapanlar, puta tapanlar, budistler, müsrikler ve Yunan

felesoflarının çogu ve tesavvuf büyükleri cinnin var olduguna inanıyor. Süleymân

aleyhisselâmın vak’ası da, cinnin varlıgını göstermekdedir.

Cinnîleri anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, baska ma’nâ verenler mürted

olur.
(Milel-nihal) kitâbında ve imâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi

aleyh” yazdıgı
(Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki fetvâ ve (Akâ’id-i Nesefî)

serhindeki açıklama, mürted olacaklarını bildirmekdedir. Fetvâ sudur:

(Kur’ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meshûr ma’nâları verilir. Bu

ma’nâları degisdirerek, bâtınîlere [Ismâ’îlîlere] uyanlar kâfir olur).

Kul-e’ûzü birabbinnâs sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlıgını açıkca haber vermekdedir.

[Bilgileri noksân ba’zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri

kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yokdur. Fekat,

bu hayâlleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demekdir. Birseye yok diyebilmek

için, o seyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukca

lâf olur. Bu gibilere, ilm adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber

verdigi ve hele, Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”

çesidli zemânlarda haber verdigi bir bilgiye, akla, tecribeye dayanmadan,

zan yolu ile, çala kalem yok demek, ilm adamına yakısır bir sey degildir. Cinne, meleklere,

Cennete, Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların biricik sözleri,

(Kim gitmis, kim görmüs. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen seye inanmak,

abdallık olur) demeleridir. Gözün akla degil, aklın göze baglı olması lâzım sanıyorlar.

Hâlbuki akl, duygu organları üstünde bir kuvvetdir ve his edilen seylerin

dogrusunu, yanlısını ayıran bir hâkimdir. Insanlar, göze tâbi’ olsaydı, insanlık

serefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve fârenin insandan dahâ serefli,

dahâ kıymetli olması lâzım gelirdi. Çünki, bu hayvanlar, karanlıkda da görüyor,

insan ise göremiyor. O hâlde, göremedigine inanmak istemiyen kimse, insanlıgı,

hayvandan asagı düsürmekdedir. Demek ki, his organlarımız, aklın usakları, âletleridir.

Kumandan, hâkim, akldır. Akl, görünmiyen, duyulmıyan seyleri red etmedigi

gibi, yoklugu isbât edilemiyen ve anlasılamıyan seylere de yok demez. Bunlara

yok demek, akla uygun bir söz olmaz].

Cinnin varlıgı, dînin açıkca bildirdigi birsey oldugundan, inanmıyan müslimânlıkdan

çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz.

Cinnin insanlara zarar verdikleri, yardım etdikleri, insanları isteklerine kavusdurdukları,

çesidli zemânlarda, birçok müslimân ve kâfirler tarafından görül-



müs ve haber verilmisdir. Buna karsılık, inanmıyanlar, pek azdır. Ya’nî yalnız felesof

taklîdcileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski tecribeli doktorlar ve

simdi, tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çogu, yok deyip geçemiyor, müslimânlara

uyuyorlar. Islâm âleminin en büyük doktoru olan Ibni Sînâ, Yunan felesoflarının

te’sîri altında kalıp, islâmiyyetden bir nasîb alamadıgı hâlde,
(Kanûn) ismindeki

kitâbında, Sar’a hastalıgını anlatırken, Cinden bahs etmekdedir. Meselâ diyor

ki, (Hastalıklara birçok maddeler sebeb oldugu gibi, cinnin hâsıl etdigi hastalıklar

da vardır ve meshûrdur).

[Cin hakkında bilgi, her Peygamberin kitâbında vardı. Süleymân aleyhisselâmın

emri ile is görürlerdi. Idrîs “aleyhisselâm” diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok

sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyr eyledi. Dahâ sonra gelenler,

bu resmleri tanrı sandı. Çesidli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik

meydâna çıkdı. Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bin sene

önce, Hicazdaki Huzâ’a hükûmetinin reîsi olan Amr bin Luhay, puta tapınmak dînini

Sâmdan Mekkeye getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses isitirdi. Cin, putun,

ya’nî heykelin içine girip söylerdi. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”

dünyâya tesrîf etdigi, islâmiyyetin basladıgı, birçok putlardan isitilmisdi.

Bu sözlerle, çok kimselerin müslimân oldugu,
(Mir’ât-i Mekke) târîh kitâbında uzun

yazılıdır. Seytânlar, diri insanın içine de girer. Insanın his ve hareket sinirlerine te’sîr

ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. Insanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi

olmaz. Böylece vaktîle Romada ve Pestede, son zemânlarda Adanada konusan

çocuk ve hastalar görülmüsdür. Bunları konusduran cin, uzak memleketlerdeki veyâ

eski zemânlardaki seyleri söylediklerinden, ba’zı kimseler, bu çocukların iki rûhlu

oldugunu veyâ baska insanın rûhunu tasıdıgını, ya’nî tenâsüh sanmısdır. Böyle

zan etmenin yanlıs oldugunu, dînimiz açıkca bildirmekdedir. Eskiden kâhinler,

cinnîlerden ba’zı seyler isiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin

varlıgına inanır ve cinden korkardı. Cinnin var oldugunu, müslimânlar, putperestlerden

isiterek ögrenmedi. Kur’ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan ögrendi.

Müslimânlar, puta tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhâfaza melekleri, insanları

cinden korudugu gibi, âyet-i kerîme ve düâ okuyup, Allahü teâlâya sıgınanlara

da birsey yapamazlar].

Insanlar, ilk olarak, toprakdan yaratıldıgı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de,

erkek ve disi olur. Evlenmeleri, evleri, yimeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri

hakkında ve Muhammed aleyhisselâmın onlara da Peygamber oldugu, Kur’ân-ı kerîmi

dinledikleri, Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede toplandıkları

ve Resûl-i ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” onlara Kur’ân-ı kerîm okudugu,

ibâdet etdikleri, sadaka verdikleri, iyi islerine sevâb verildigi, cin kâfirlerinin

Cehenneme girecegi, mü’minlerinin Cennete girecegi ve Cennetde Allahü teâlâyı

görecekleri, Cinnin arkasında nemâz kılanın nemâzının sahîh olup olmıyacagı,

Cum’a ve cemâ’atler onlar ile de olup olmıyacagı ve nemâz kılanın önünden geçmeleri

câiz oldugu, çesidli kitâblarda yazılıdır. Insanın cin ile evlenmesinin câiz oldugu,

cinnin insan kadınına te’arruz edince gusl abdesti lâzım oldugu, cin ile insan

arasında hâsıl olan çocugun nasıl olacagı [Belkıs gibi], Cinnin kesdigi hayvanın

yimesi câiz oldugunu, cinnîlerin insan âlimlerine süâl sorup fetvâ aldıklarını,

insanlara va’z etmelerini, insanlara si’r söyleyip insanların isitmesini, insanlara, hastalık

tedâvîsi, ilâc ögretdiklerini, insandan korkduklarını, insanlara itâ’at etdiklerini

bildiren, âlimlerimizin çesidli yazıları vardır. Bu kitâblar, cinnin varlıgını

göstermekdedir. Cinnîlerin insanlara olan zararlarına karsı tedbîr alınması, cinnin

zararına karsı korunulması, cinnîlerin küçükleri yükseklerine ita’at etdikleri, insanların

iyiliklerine karsı iyilik yapdıkları, kötülüge karsı kötülük ve zarar yapdıkları,

sar’a hastasının bedenine girip, hastanın hareketleri ve islerinin, cinnin hareketi

ve isi oldugu, böyle hastanın tedâvîsinde cin ile sorgu, süâl, cevâblasma oldu-


Se’âdet-i Ebediyye 2-F:47

gu, cinnin insanlarla alay etdikleri, cinnin insan gibi, nazarları degecegi, cinnin harb

etdikleri, bilhâssa Ramezân ayında azdıkları, cinnin insanlarla ibâdet etdikleri, cinnin,

hadîs-i serîflerin sahîh olup olmamasında insanlarla müzâkerede bulunmaları,

Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” Ümm-i Ma’bedin çadırında müsâfir

oldugunu Mekke ehâlisine haber vermeleri, Ümm-i Ma’bedin müslimân oldugunu

haber vermeleri, Bedr muhârebesini haber vermeleri, geçmis seyleri cinden

sormak câiz oldugu, ileride olacak seyleri sormak câiz olmadıgı, müezzinlerin

ezânlarına, kıyâmetde, cinnîlerin sâhid olacakları, Ebû Ubeyde ve arkadasları

vefât edince, cinnîlerin aglayıp mâtem etdikleri, Ömer “radıyallahü anh” vefât

etdigi zemân, mersiye okudukları, Osmân “radıyallahü anh” sehîd olunca, aglayıp

inledikleri, hazret-i Alînin “radıyallahü anh” sehîd oldugunu haber verdikleri,

Hüseyn “radıyallahü anh” sehîd olunca aglayıp, bagırdıkları ve baska Sahâbîler

sehîd olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdül’azîzin vefâtını haber verdikleri,

imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ve imâm-ı Sâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”

vefâtlarında agladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdigi ve dahâ pekçok

meshûr vak’a ve isler kıymetli kitâblarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin

varlıgını göstermekdedir. [Keçi, yılan, kedi sekline girdikleri çok görülmüsdür. Mikrop

sekline de girip, insanın damarlarında dolasırlar.]

Cinnîler yir, içer. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”;
(Sag el ile yiyiniz,

sag el ile içiniz! Çünki, seytân, sol eli ile yir ve sol eli ile içer!)
buyurdu. Seytânların

hepsi kâfirdir. Insanları aldatmaga ugrasırlar. Ibâdetleri unutdurup, günâhları

iyi gösterirler. Nefsin arzûlarını kızısdırırlar. Seytânlar da, ates ile havadan

yaratılmısdır. Fekat cinde hava, seytânda ates fazladır. Cin ve seytânlar, en ufak

yerden geçerler, insanın içine, damarlarına girerler.

(Aynî târîhi)
nde diyor ki, (Cinnîlerin sayısı, insanların on katından fazladır. Seytânların

sayısı, bu ikisinin on katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu üçünün

sayılarının, on katından dahâ çokdur). [
(Buhârî) sârihlerinden Mahmûd bin Ahmedin

(Aynî târîhi)
ondokuz cilddir.] Her insanın yanında, kâfir bir cinnî arkadası

vardır. Fekat, melekler, insanları bunların kötülük yapmalarından korur. Cinden,

Peygamber olmadıgı
(Esbâh)da yazılıdır. Muhammed aleyhisselâmdan önce,

cinnîlere Peygamber gelmedigini, imâm-ı Mukâtil bildirmekdedir.

(Esbâh)
kitâbının sâhibi, bunun ikinci kısmında ve imâm-ı Hamevî “rahmetullahi

teâlâ aleyhimâ”, bunun hâsiyesinde diyor ki: Ilk insan toprakdan yaratıldı. Bütün

insanların bedenleri toprak maddelerinden meydâna gelmekdedir. Fekat insanlar,

etdir, kemikdir. Toprak degildir. Cin de, atesden meydâna gelmis ise de,

ates ve hava degildirler.

(Kurtubî tezkiresi)
nde buyuruyor ki, (Cinnin ölümü, yerde gâib olmakdır. Ihtiyârları,

gençlesmeyince ölmez. Ölecekleri zemân, çocukluk hâline döner ve yerde

gâib olurlar. Cin üç sınıfdır: Bir sınıfı, rüzgâr ve hava gibidir. Bir kısmı yerdeki

böcek ve hayvancıklar gibidir. Birinci kısmda, altmıssekizinci maddeye bakınız!

Bir kısmı da emrlerle, ibâdetle vazîfelidir. Bunlara hesâb ve azâb vardır).

Seyyid Ömer “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, bana bir cin kızı geldi. Benimle

evlenmek istedi. Semseddîn Hanefîden sordum. Hanefî mezhebinde câiz degildir

dedi. Böyle söyledim. Beni aldı. Yer altına, evlerine götürdü. Büyüklerine söyledi.

Büyükleri dedi ki, seyyid Semseddînin cevâbı basımızın üstündedir. Fekat, cinnin

insan ile evlenmesi, Sâfi’î mezhebinde câizdir. Biz Hanefî degiliz, Sâfi’îyiz.

Insanların çogalması, menî iledir. Cinnin çogalması ise gaz (hava) iledir. Ya’nî

erkekden disiye bir gaz geçerek bundan, yavru hâsıl olur. Bundan anlasılıyor ki,

insan ile cin evlenmesi, hayâl iledir. Hakîkî evlenmek olmaz. Fekat, âlimlerden çogu,

hakîkî evlenmek olmakdadır dedi ve gusl abdesti lâzım olur ve Belkıs, insan

ile cin arasında hâsıl olmusdur dediler. [Cin, insan sekline girip evlenmekdedir.]

Insan, cinni ve seytânları, uyanık iken ve rü’yâda görebilir. Çünki, onlar her sek-


le girebilir. Çok güzel sûretlere girerler. Ihtilâma sebeb olurlar. Peygamberlerden

“aleyhimüsselâm” ve Evliyâdan çogu seytânı görmüs ve konusmusdur. Her ne seklde

olursa olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin seklini degisdiremez.

Gözden kaçamaz. Ona sorup cevâb alınabilir. Bir ân baska tarafa bakılırsa, hemen

kendi sekline girip gayb olur. Imâm-ı Sâfi’î “rahmetullahi aleyh”, (Cinni kendi seklinde

gördügünü iddi’â eden kimsenin sâhidligi kabûl olmaz!) buyurdu. Çünki, hayâli

kuvvetli olanlar, bulunmıyan seyleri görüyorum sanır. Hayâlleri [illüziyonları]

birsey sanır. Sihr yapılmıs kimseler de, böyle hayâller görüp, bunları cism zan

eder. Hayâli fazla olanlara, çirkin seyler güzel görünür. Çirkin tarafları görünmez.

Dünyâya düskün olanlara, dünyânın herseyi böyle görünür. Çirkinlikler, güzel görünür.

Fekat uyanık olanlar, keskin görüslüler, herseyin dogrusunu görüp aldanmaz.

Insanın cin ile tanısması, arkadas olması, kıymetli birsey degildir, zararlıdır. Onlarla

konusmak, fâsık insanla arkadaslık etmek gibidir. Onlarla tanısan kimse, fâide

görmemisdir. Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh”
(Fütûhât) kitâbının ellibirinci

bâbında buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya âid bir bilgi

edinmemisdir. Çünki, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünyâ bilgileri edinecegini

sanan kimse de, aldanmakdadır. Çünki, fâidesiz seyle vakt geçirmege sebeb

olurlar. Onlarla tanısanlar, kibrli olur. Hâlbuki, Allahü teâlâ, kibrli olanı

sevmez).
(Resehât)da molla Câmî hazretlerinin halîfesi, Abdülgafûr-i Lârî, Muhyiddîn-

i Arabînin bir risâlesinde söyle buyurdugunu bildiriyor: (Cinnin ilk babaları

Iblîs degildir. Iblîs, cin tâifesindendir. Cin, ates ve havadan yaratıldıgı için çok

latîfdirler. Çabuk hareket ederler. Insan bunlara hafîf çarpınca, hemen ölürler. Bunun

için, ömrleri kısadır. Din bilgileri azdır. Kibrli olduklarından, birbirleri ile, hep

mücâdele, muhârebe ederler. Atesden müte’essir olmazlar. Cehennemlik olanları,

Zemherîrde, ya’nî soguk Cehennemde azâb göreceklerdir. Iblîs ve çocukları, hak

ve sevâb olan iyi seyleri yapmagı da insana hâtırlatırlar. Fekat, bunları yaparken,

nefsde ucb, riyâ hâsıl olarak veyâ farzın kaçırılmasına sebeb olarak, insan çok günâha

girer). Cin ile tanısmaga özenmemeli, Evliyâ-i kirâmın rûhâniyyetlerinden

istifâde etmege çalısmalıdır. Evliyânın rûhları, görünmeden de, kendi beserî seklinde

görünerek de, sevdiklerine fâide verir ve belâlardan korur. Onları tanımaga,

sevmege ve sevilmege ugrasmalıdır.

(Hadîkat-ün-nediyye)
de, bütün bedenin âfetlerini bildirirken, yazılı olan hadîs-i

serîfde buyuruluyor ki,
(Tetayyur eden ve tetayyur olunan ve kâhinlik yapan ve

kâhine giden ve sihr, büyü yapan ve yapdıran ve bunlara inanan, bizden degildir.

Kur’ân-ı kerîme inanmamısdır).
Tetayyur, ugursuzluga inanmakdır. Kâhinlik,

cinden bir arkadas edinip, olmus ve olacak seyleri ona sorup, ondan ögrenmek ve

bunları baskalarına bildirmekdir. Cinle tanısan falcılar ve yıldıznâmeye bakıp, sorulan

herseye cevâb verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine,

yapdıklarına inanmak, ba’zan dogru çıksa bile, Allahdan baskasının herseyi

bildigine ve her diledigini yapacagına inanmak olup, küfr olur.

Ibni Hacer-i Hiytemî,
(Fetâvâ-yı hadîsiyye)nin yüzyirminci sahîfesinde diyor ki,

(Birinin kolunu kesip, sonra yapısdırmak, kendi agzına, bedenine bıçak, kama sokup

çıkarmak gibi gösteriler yapan tarîkatcılar, bu gösterilerini sihr, göz boyamak

seklinde yapıp, kerâmet gösterdigini söylerse, hâkim tarafından öldürülür. Baska

seklde yapıyorsa, öldürülmez. Fekat, agır cezâlandırılır. Mâlikî âlimlerinden Abdüllah

ibni Ebî Zeyd Kayrevânî “rahmetullahi aleyh”
(Isbât-ü kerâmât-il-Evliyâ)

kitâbında diyor ki, sihrinde küfre sebeb olacak sey yoksa, el çabuklugu yapıyorsa,

fekat kerâmet ve tarîkatcılık seklinde gösterirse, cezâlandırılır. Böyle tarîkatcıların

yanlarına gitmek, seyr etmek câiz degildir. Bir kadın, zevcine, kendisinden

veyâ baskasından soguması için büyü yapdıgını söyledi. Bunu öldürmediler. Cezâlandırdılar.

Ibni Ebî Zeyd “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, kitâ-



ba bakarak cin ile konusdugunu, bu cinne emr ederek, sar’a yapan habîs cinni kovdugunu,

büyü çözdügünü, habîs cinni öldürdügünü söylerse, buna inanmamalıdır).

Cin ile arkadaslık etdigini, cin pâdisâhına hizmet etdigini söyliyen kimsenin büyücü

oldugu anlasılır. Mısrdaki Fâtımî devletinin altıncı reîsi olan Hâkim bi-emrillah

Mansûr, Dırâr ve bunun talebesi Hamzaya uyarak, cin ile tanısdı ve Cin pâdisâhına

hizmet ederek, sapıtdı. Seytânların maskarası oldu. Tanrılık da’vâsına

kalkdı. Ibni Ebî Zeyd diyor ki, (Cinci tarîkatcıya inanmak, insanı cinden kurtardıgına

inanarak, ona ücret vermek câiz degildir. Büyü çözene de para vermek câiz

degildir). Kocasının muhabbet etmesi ve kendisine eziyyet etmemesi için, bir kadına,

Kur’ân-ı kerîmden ve Selef-i sâlihînin bildirdikleri düâlardan muska yazmak,

karsılık birsey istememek câizdir. Ne oldugu bilinmiyen seyleri yazmak, okumak

ve kendisine okutmak, bunları muska, tütsü yapmak harâmdır). Kâdî-zâde,
(Birgivî

vasıyyetnâmesi)
ni açıklarken, Birgivînin, (Bir kimse, ben çalınanları, gayb olanları

bilirim dese, böyle söyliyen ve buna inanan kâfir olur. Bana cin haber verir.

Bunun için bilirim dese, yine kâfir olur. Zîrâ, cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü

teâlâ bilir. Ondan baska kimse bilmez) yazısını, (Allahü teâlânın vahy ve ilhâm

etdikleri bilir. Cin, herseyi bilmez. Allahü teâlânın bildirdigini ve görüp anladıgını

bilir. Cin, bu iki yoldan ögrendigini haber verirse, bana cin haber verdi demekde

zarar yokdur. Peygamberler kabrlerinde, bilmedigimiz bir hayât ile diridirler.

Allahü teâlâ, onlara vahy, ilhâm ve kesf yolu ile, gayb ve gizli seyleri bildirmisdir.

Diri insanların islerini ve hâllerini onlara ve diledigi mü’minlerin rûhlarına bildirmekdedir)

seklinde açıklamakdadır. Cinnin sâlih olanlarına da bildirmesi câizdir.

Fekat, mü’min ve sâlih olmıyan, bid’at ehli ve fâsık tarîkatcıların, yobazların

yalanlarına inanmamak, tuzaklarına düserek, felâkete sürüklenmemek için, çok

uyanık olmalıdır. 909.cu sahîfeye ve
(El-münîre) kitâbına bakınız!

(Dürr-ül-muhtâr)
ın Tahtâvî ve Ibni Âbidîn hâsiyelerinde, son cildin sonunda diyor

ki, (Insanın, bilmesi lâzım olmıyan seyleri münâkasa etmek mekrûhdur. Ögrenmesi

emr edilmemis olan seyleri sormak câiz degildir. Meselâ, Lokman ve Zülkarneyn

Peygamber midir, degil midir? Cebrâîl aleyhisselâm, Peygamberlere nasıl

gelirdi? Melek ve Cin, insanlara ne seklde görünürler? Insan seklinde görünürken,

yine cin ve melek midirler? Cennet ve Cehennem nerededirler? Kıyâmet ne zemân

kopacak? Îsâ aleyhisselâm, gökden ne zemân inecek? Ismâ’îl ve Ishak aleyhimesselâmdan

hangisi efdaldir ve hangisi kurban edildi? Fâtıma ve Âiseden “radıyallahü

teâlâ anhümâ” hangisi dahâ efdaldir? Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”

ana babaları ve Ebû Tâlib hangi dinde idiler? Ibrâhîm aleyhisselâmın babası kim

idi? Bunlar gibi seyleri sormamalıdır. Bunları ögrenmekle emr olunmadık).

(Hazînet-ül-esrâr)
kitâbında diyor ki, Sar’a hastasından, rûhânînin def’ edilmesine

ve hastanın sifâsına âid hadîs-i serîfleri bildirelim: [
(Lugat-ı Nâci)de cin kelimesinde

diyor ki, (Rûhâniyyûn üç sınıfdır: Hep iyilik yapan, ahyâr. Melekler böyledir.

Hep kötülük yapan esrâr. Seytânlar böyledir. Iyilik de, kötülük de yapan evsât.

Cinler böyledir.)
(Herkese Lâzım Olan Îmân) 26.cı sahîfeye bakınız!]

Imâm-ı Beyhekî
(Delâil-ün-nübüvve) kitâbında ve imâm-ı Kurtubî (Tezkire)

kitâbında bildiriyor ki, Ebû Dücâne “radıyallahü anh” buyurdu ki, yatıyordum. Degirmen

sesi gibi ve agaç yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve simsek gibi, parıltı gördüm.

Basımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyâh birsey yükseldigini gördüm. Elimle

yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi seyler atmaga basladı. Hemen

Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” gidip, anlatdım. Buyurdu ki, (Yâ Ebâ

Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayr ve bereket versin!). Kalem ve kâgıd istedi. Alîye

“radıyallahü anh” bir mektûb yazdırdı. Mektûbu alıp, eve götürdüm. Basımın altına

koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki, (Yâ Ebâ Dücâne!

Bu mektûbla, bizi yakdın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksekdir. Bu mektûbu,

bizim karsımızdan kaldırmakdan baska, bizim için, kurtulus yokdur. Artık, se-



nin ve komsularının evine gelemiyecegiz. Bu mektûbun bulundugu yerlere gelemeyiz).

Ona dedim ki, sâhibimden izn almadıkca bu mektûbu kaldırmam. Cin aglamasından,

feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabâh nemâzını, mescidde kıldıkdan

sonra, cinnin sözlerini anlatdım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu

ki, (O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun acısını, kıyâmete kadar çekerler!).

Kefevînin
(Mecmû’a-tül-fevâid) kitâbında ve Demîrînin (Hayât-ül-hayvân)

kitâbı, kaf harfindeki (Kunfez) kelimesinde diyor ki, (Bir kimse, bu mektûbu, yanında

tasısa veyâ evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmıs

olup zarar veren cin de gider). Bu mektûb
(Hazînet-ül-esrâr) ve (Hayâtül-

hayvân)
da yazılıdır. Süleymâniyye kütübhânesi, (Ayasofya) kısmında, [2912]

sayıda
(Hayât-ül-hayvân)ın fârisîsi, [1913] de ise türkçesi vardır. Müslimânlara kolaylık

olmak için bu mektûb,
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonunda da [207.ci sahîfesinde

de] yazılıdır. Bu kitâb,
(Hakîkat Kitâbevi)nde satılmakdadır.

Âyet-el-kürsî, Ihlâs, Mu’avvizeteyn ve Fâtiha sûrelerini sıksık okumak da, insanı

cinden muhâfaza eder. Bu âyet-i kerîmeleri okumakla ve bu mektûbu tasımakla

ve sifâ âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle fâidelenmek istiyenlerin

Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun olarak dogru îmân sâhibi olması lâzımdır. Bunları

yazanın ve kullananın i’tikâdı dogru olmazsa ve küfr alâmetlerini kullanır, harâm

islerse, fâideleri görülmez.

Fârisî
(Sevâhid-ün-nübüvve) 163.cü sahîfesindeki hadîs-i serîfde, (Yatarken

Âyet-el kürsî okuyana, seytân yaklasamaz)
buyuruldu.

Kâdî Bedrüddîn-i Seblînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Akâm-il-Mercân) kitâbı

arabî olup büyükdür. Hep cinden bahs etmekdedir. Bir yerinde diyor ki, (Cinden,

geçmis, olmus seyleri sorup ögrenmek câizdir. Gelecekde olacak seyleri sormak

câiz degildir. Geçmis seyleri görüp, isitip bilirler. Sar’a hastasını ve baska cin

çarpanları cinden kurtarmak için, küfre sebeb olan seyleri yapmak câiz degildir.

Cinden kurtulmak için en iyi on çâreyi [kısaltarak] yazıyoruz:

1- E’ûzü Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır. 2- E’ûzü Besmele ile iki Kul-e’ûzüyü

okumalıdır. 3- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin ilk bes âyetini okumalıdır.

4- E’ûzü Besmele ile Âyet-el-kürsî okumalıdır. 5- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin

son iki âyetini okumalıdır. 6- E’ûzü Besmele ile Ha-Mîm Mü’mîn sûresinin

basından (masîr)e kadar ve Âyet-el-kürsî okumalıdır. 7-
(Lâ ilâhe illallahü vahdehü

lâ serîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli sey’in kadîr)
okumalıdır.

8- Çok
(Allah) demelidir. 9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç

terk etmemelidir. 10- Kadınlara bakmakdan, çok konusmakdan, çok yimekden ve

galabalıkdan sakınmalıdır).
(Berekât) kitâbında, Muhammed Sa’îdi “rahmetullahi

teâlâ aleyh” anlatırken sonunda, imâm-ı Rabbânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”

Cinden korunmak için,
(Lâ havle velâ kuvvete illâ billah-il-aliyyil’azîm) okudugunu

yazıyor. Imâm-ı Rabbânî hazretleri, yüzyetmisdördüncü mektûbunda, Cini

def’ için bunu okumagı tavsiye etmekdedir. Buna,
(Kelime-i temcîd) denir.

Seyh-ül-islâm Ibni Hacer Hiytemînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Tezekkürü

Âsâr-il-vâride)
kitâbında da, cinden koruyan düâlar yazılıdır. Bu kitâb, Süleymâniyye

kütübhânesi, (Reîs-ül-küttâb Mustafâ efendi) kısmında, [1150] sayı ile mevcûddur.

(Hakîkat Kitâbevi)
tarafından (Minha) sonunda basdırılmısdır.

Cin ve seytân serrinden kurtulmak için ve sar’a hastalıgına ve sihre karsı
(Teshîl-

ül-menâfi’)
kitâbının sonundaki (âyât-ı hırz)ı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde

tasımalıdır.

Celâleddîn-i Süyûtînin “rahmetullahi aleyh”
(Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme)

kitâbında sihr, nazar ve cinden korunmak için kıymetli bilgi vardır. Yüzellinci bâbında

buyuruyor ki, (Seytânın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, hergün bu

düâyı okumalıdır: Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-ha-



lîm-ül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin

bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!). Yüzyetmisdördüncü maddesi sonunda

diyor ki, (Hiltit veyâ seytân tersi adındaki zamkı yanında tasıyan kimseye

cin gelmez. Sar’a hastası, bunu koklarsa, iyi olur). Asa Foetide denilen bu zamk,

esmer, pis kokulu, reçine olup, antispasmodique olarak, ya’nî sinirleri teskîn edici

olarak Avrupada, toz, hap ve ihtikan seklinde adale ve sinir gerginligini gidermek

için, kullanılmakdadır.
(Ütrüc), ya’nî Agaç-kavunu bulunan eve cin girmiyecegi,

(Hayât-ül-hayvân)
da ve (Kâmûs)da yazılıdır.

Imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, talebeleri ile, uzak bir yere gidiyordu.

Gece, bir hânda kaldılar. (Bu gece, bu hânda bir belâ hâsıl olacak. Su düâyı okuyunuz!)

buyurdu:
(Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’ asmihî sey’ün fil-erdı velâ fissemâi

ve hüves-semî’ul’alîm).
Gece büyük yangın oldu. Bir odada esyâlar yandı. Bu

odaya haber verilmemisdi. Düâyı okuyanlara birsey olmadı. Bu düâ,
(Umdet-ülislâm)

ve
(Berekât) kitâblarında yazılıdır. (Tergîb-üs-salât) kitâbında ve (Kıyâmet

ve Âhıret)
kitâbı 155.ci sahîfesinde hadîs-i serîf oldugu da bildirilmekdedir. Derdlerden,

belâlardan, fitne ve hastalıklardan korunmak için, sabâh ve aksam, Imâmın

bu sözünü hâtırlayarak, üç kerre okumalıdır. Âyât-i hırz [koruyucu âyetler]

da, okumalıdır.

Hiç yorum yok: