31 Aralık 2013 Salı

Laiklerin tanrısı

Sual: Laik olduğunu söyleyen bir yazar, hiçbir dine inanmadığını, ancak laiklik tanrısına inandığını, bunun da dünyaya elçi göndermediğini, kimseye özel muamele yapmadığını, savaşlarda ve maçlarda tarafsız olduğunu ve tapılmaya ihtiyacı olmadığını söylüyor. (Müslümanların tanrısının ise, tapılmaya ihtiyacı vardır) diyor. Allah'ın ibadete, tapılmaya ihtiyacı var mıdır?
CEVAP
Putperestler, yer tanrısı, gök tanrısı, aşk tanrısı, tanrıça denilen dişi tanrı gibi çok tanrıya inanırlar. Demek bir de laiklik tanrısı çıkarmışlar. Belki de kendilerini laiklik tanrısı olarak görüyorlar. (Şu tanrısı, bu tanrısı) diyorlar, çok tanrı olunca çok iş yapılır sanıyorlar. Laiklik tanrısı put gibi durup bir şeye karışmıyormuş. O zaman öyle tanrının ne faydası olur ki? (Bize tanrısız demesinler) diye öyle bir şey uyduruyorlar. Tek Allah vardır, başka ilah yoktur.
Esas suale gelelim: Allah'ın ibadete, tapılmaya ihtiyacı var mı?
Allahü teâlâ, her ihtiyaçtan uzaktır. Hiç kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur. Ancak bizim ibadet etmeye ihtiyacımız vardır. İki âyet-i kerime meali:
(Salih amelin faydası, bunu yapanadır.) [Fussilet 46]
(Kim [ibadet edip günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]
(Hiç kimsenin ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. İbadet etsek de etmesek de Allah'a bir faydası ve zararı yoktur) diye, yanlış düşünen kimse, doktorun tavsiyelerine uymayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, ilaç tavsiye ediyor. Bu ise, (İlaç kullanmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, ilaç kullanmıyor. İlaç kullanmamasının doktora zararı olmaz, ama kendine zararı olur. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, ilaç tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, iyileşir. Uymazsa ölür gider. Doktora bunun zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadet etmeyip günah işleyenler de, Cehenneme gider.

30 Aralık 2013 Pazartesi

Farzı az önde kılmak

Sual: Sünneti, farz kılınan yerden geride mi kılmak gerekir? Önde kılmak mekruh mudur?
CEVAP
Mekruh değildir. Farzı önde kılmak evladır. Mesela öğlenin ilk sünnetini kılınca, farzı biraz solda ve ileride kılmak, son sünneti de farz kılınan yerin solunda ve az gerisinde kılmak iyi olur. Farzı biraz solda ve ileride kılmak iyidir. Böyle farklı yerlerde kılmak müstehabdır. Namaz kılınan yer şahitlik edecektir. Bunun için değişik yerlerde namaz kılmak daha sevabdır. (Şir’a şerhi)
İmamın son sünneti, farz kıldığı yerde kılması mekruhtur. Cemaatin kılması mekruh değilse de, başka yerde kılmaları müstehabdır. Son sünneti başka yerde, hattâ yolda kimseyle konuşulmazsa, evde kılmak daha iyidir. (İmdad)
Cami kalabalık olunca, farzdan sonra aynı yerde son sünneti kılmak zorunda kalan, müstehab işlemek için, yanındakini emrivaki ile kendi yerine çekip, kendisi onun yerine geçmeye çalışmamalıdır.
 
Cünüp, göle düşse
Sual: Cünüp, denize veya göle düşse yahut kendi girip çıksa, gusletmiş olur mu?
CEVAP
Havuza, göle, ırmağa, denize girip çıkan veya yağmurda ıslanan cünüp, ağzını ve burnunu da yıkarsa gusletmiş olur. Denize başını daldırdığı hâlde ağzına su girmemişse, çıkınca, su içerse gusletmiş olur. Yani, su içmekle ağzı yıkanmış olur. Ama cünüpken, ağzı yıkamadan su içmek mekruhtur. (S. Ebediyye)
Göle düşen cünüp, uzuvlarını hareket ettirip su içinde biraz beklerse, guslün sünnetleri de yerine gelmiş olur.
Hanefî'de niyet farz olmadığı için göle, denize düşenin ağzına ve burnuna da su girmişse gusletmiş oluyor. Şâfiî'de ise, eğer suya düşerken ve su içinde gusle niyet ederse guslü sahih olur. Mâlikî'de ise, hem niyet etmesi, hem de vücudu yaşken delk etmesi yani ovması gerekir.
 
Şartlı hediye
Sual: Bir kimse, birine para hediye edip, (Bu parayı, elma alman şartıyla sana hediye ettim. Bu parayla gazoz alırsan, haram olsun!) dese, o da bu parayla gazoz alsa, gazoz ona haram olur mu?
CEVAP
Hayır, haram olmaz. Hediye sahihtir, hediye verilirken söylenen şartlar ise bâtıl olur. Yani, elma alması gerekmez. O parayla muz da, gazoz da alabilir.

Hacıya hacı denir

Sual: (Hacıya hacı, namaz kılana namazcı, oruç tutana oruççu denmez. Eshab-ı kiramın hangisine hacı dendi ki? Hacı Ömer, Hacı Ali diyen oldu mu?) diyorlar. Ecdadımız, hacılara hacı dediklerine göre yanlış mı yapmışlar?
CEVAP
Öğünmek için, kibir için denmiyorsa, hacıya hacı denmesinin hiç mahzuru yoktur. Hattâ hacı olmayana bile ona ikram için (Hacı dayı), (Hacı baba) veya (Hacı nine) demek de caizdir.
Ecdadımızda kusur aramak yanlıştır. Hacıya, hacı demek yanlış olsaydı o zamanki âlimler önlemeye çalışırdı. Bir sıfat, diğerlerinden ayırmak için kullanılır. Çoğunluk içinde azınlık varsa onu anlatır. Birkaç örnek verelim:
Türkiyeliler bir arada iken, yabancı biri gelse, bu turist denir.
Türklerin bulunduğu bir yere, doğudan biri gelse, bu Kürt denir. Kürtlerin bulunduğu yere yabancı biri gelse, bu Türk, bu Laz, bu Çerkez denir. Türkler kendi aralarında birbirine Türk demedikleri gibi, Kürtler de, kendi aralarında birbirine Kürt demezler.
Kur'an-ı kerimi ezberleyen kimsenin bulunmadığı bir yerde ezberleyene hâfız denir. Herkesin hafız olduğu yerde birbirine hafız demezler. Polisler, kendi aralarındaki polise, polis diye hitap etmez. Buna gerek yoktur.
Savaşta yaralı veya sağlam gelene gazi denir. Gazi olmayanların yanında ona gazi derler.
Eshab-ı kiramın tamamı hacı olduğu için her birine ayrı ayrı hacı denmez. Hattâ birbirine Sahabî diye bile hitap etmezler. Sahabî olmayanların yanına gittikleri zaman, oradakiler buna bu gelen Sahabî derler.
Müslümanların arasındaki bir Hristiyan’a, (Bu Hristiyan), Hristiyanların içindeki bir Müslümana da (Bu Müslüman) denir. Ama Müslümanlar, kendi aralarında birbirine Müslüman diye hitap etmediği gibi, Hristiyanlar da birbirine Hristiyan diye hitap etmez.
Hanefîlerin arasındaki Şâfiî’ye, (Bu Şâfiî) derler. Mezhepli Müslümanların arasında mezhebi olmayan birine de, (Mezhepsiz) denir.   
Sakalsızların yanında bir sakallı olsa, ona sakallı denir. Sünnete uygun sakallıların yanlarındaki bid’at sakallı birine bid’at sakallı denir.
Namazını kılan, iyi ahlaklı bir Müslümana abdestli, namazlı veya Musalli denir. Ama herkesin namaz kıldığı bir yerde, içlerinden birine (Bu namaz kılar) denmez.
Oruç tutmayanlar arasında biri çok oruç tutuyorsa ve gece namaz kılıyorsa, ona gündüz saim, gece kaim denir. Demek ki yerine göre namaz kılana musalli, oruç tutana saim deniyor.
Eskiden bir köyden ancak bir iki kişi hacca gidip gelebiliyordu. Bunun için de, ona ikram olarak hacı deniyordu. Şimdi hacılar çoğaldığı için artık her hacıya hacı denmesi cazip değildir. Ama namaz kılana musalli, oruç tutana saim dendiği gibi, hacıya da hacı demenin dinen hiç mahzuru yoktur. Bunu bilmeyen âlim taslakları çoktur.

29 Aralık 2013 Pazar

İki dinli olmak

Sual: Gazetenin birinde, (Bir papaz, kelime-i şehadet getirdi, Hristiyanlığın yanında Müslüman da oldu) diye bir haber çıktı. (Hristiyanlar da Cennete girecek) diyen bazı Müslümanlar, Hristiyan da olmuşlar. Böyle iki dinli olmak daha mı garanti oluyor?
CEVAP
Garanti olmaz, aksine Müslüman olan kimse, başka dini de kabul ederse, kâfir olur. Çünkü iki zıt şey bir arada bulunmaz. Hakla bâtıl birleşmez. Sütle idrar karışırsa, idrara bir zararı olmasa da süt, temizliğini kaybeder. Hristiyan, birkaç dine girse de onun gâvurluğuna bir zarar gelmez. Ama bir Müslüman, Hristiyanlığı veya Yahudiliği kabul ederse kâfir olur. İki dinli Müslüman olmaz.
Bir Hristiyanın Müslüman olabilmesi için, kelime-i şehadet getirmekle birlikte, bâtıl dininden uzak olması da şarttır. Uzak kalmadıkça İslâmiyet'e girmiş olmaz. (İbni Âbidin)
İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
İki dinli olan kimse müşriktir, Müslüman değildir, çünkü İslam ve küfür birbirinin zıddıdır. Birini kabul etmek, diğerini inkâr etmek demektir. Küfürden uzak durmak, kaçınmak şarttır. (3/40)

Eden kendine eder

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müminin yüzüne sevgiyle bakmak ibadettir. Allahü teâlâ, güler yüzlü, tatlı dilli olan, birbirleriyle iyi geçinen Müslümanları çok sever. Kızmak genellikle kibirden olur. Bir kimse çok öfkeliyse, o kimsenin çok kibirli olduğu anlaşılır. Herkes ne çekerse, kendi yaptıklarından çeker, başkasından değil.
Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı,
Herkesin çektiği kendi cezası.
Beden ve ruh, Cenab-ı Hakk'ın yarattığı birer varlıktır. Ölünce, beden çürüyüp toprağa karışır. Geriye kalacak olan, icraatımız, yani sevab ve günahlardır.
Âhirette mümine, (Yakışıklı mı, çirkin mi, uzun boylu mu, kısa boylu mu, kimin oğlu kimin kızı?) diye sorulmaz. Cenab-ı Hakk'ın verdiği akıl ve nasip ettiği imanla ne yaptığının hesabı sorulur.
Kulun üç türlü icraatı vardır:
Birincisi, Allahü teâlâya karşı sorumlu olduğu vazifelerdir. Bunlar, Allahü teâlâ ile kul arasındadır. Allahü teâlâ dilerse affeder, dilerse cezasını verir.
İkincisi, kulun diğer kullar ile olan münasebetleridir. Burada doğan haklar, ancak ödemekle veya helâlleşmekle affolur.
Üçüncüsü ise, kulun sebep olduklarıdır. Eğer bir kimse, kötü bir şeye sebep olursa, mesela bir bid’at ortaya çıkarırsa veya kötü bir çığır açarsa, insanlar bu kötü işi yaptıkça, o kimse tevbe etmedikçe, yiyip içerken, uyurken, ibadet ederken, hattâ öldükten sonra da hep ona günah yazılır. Kul hakkı dediğimiz esas tehlike buradadır.
Bunun tersi ise saadettir. Şayet bir kimse hayırlı bir iş yaptıysa, insanlar ondan istifade ettikçe o kimseye sevab yazılır. Mesela dinimize hizmet edilmesine veya bir hayra vesile olduysa, yerken, içerken, uyurken, gezerken, hattâ öldükten sonra bile, hep o kimseye sevab yazılır.
Dinimize hizmet etmeye çalışanlar, bu hayra sebep oluyorlar. Dolayısıyla onlar da, bu hayırlı işe ortaktır. İster fikren, ister dua ederek, ister bizzat iştirak etmiş olsun, bu hizmet devam ettikçe, uyurken, gezerken, ibadet ederken, ölürken, öldükten sonra, hepsine sevab yazılır. Ne güzel iş, ne büyük kazanç!

28 Aralık 2013 Cumartesi

Dinimizde niyetin önemi büyüktür

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allah rızası için çalışmak ibadettir. Büyük zatlar, (Allah bes, baki heves) buyuruyorlar. Yani Allah için olanlar makbul, Allah için olmayanlar hevestir. Heves, hayvanda da olur, insana mahsus değildir.
Niyet, her şeyden önemlidir. Peygamber efendimiz, (Muteber olan sondur) ve (Bütün ameller niyete bağlıdır) buyuruyor. Eğer bir insanın niyeti, hedefi ve gayesi, Allahü teâlânın rızasını kazanmak ve Onun kullarına iyilik olursa, yaptığı her şey, günah olmadıkça, mubah da olsa ibadettir. Eğer Allahü teâlânın rızasını kazanmak hatırına gelmezse, seksen sene hac yapsa, cihad etse hiç faydası olmaz.
O hâlde, gerek ibadet yaparken, gerekse dinimize hizmet ederken, niyetimizi düzeltmeliyiz. Hedefimiz, gayemiz, yalnız Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalıdır. Servet ve şöhret için yapılanların hepsi boştur.
Bir savaş esnasında, Eshab-ı kiram, pehlivan ve önüne geleni yıkan birini Peygamber efendimize gösterip, (Yâ Resulallah, nasıl cihad ediyor, nasıl kahramanlık gösteriyor. Ne mübarek zat!) derler. Peygamber efendimiz, (Bu Müslüman değil, cihad da etmiyor, bunun gayesi Allahü teâlânın rızası değil) buyurur. (Aman yâ Resulallah, o bizimle beraber müşriklere karşı savaşıyor) dediklerinde, (Gidin bakın!) buyurur.
O kimse bir kılıç darbesi alıp, yere yıkılır. Yanına biri yardım etmek için gidip, (Ne mübarek zatsın, Allah ve Resulü için ne güzel cihad ettin, kaç tane müşriki öldürdün) der. (Ben cihad falan bilmem, ben Allah’a da, Peygambere de inanmıyorum) diye cevap verir. (Ama sen bizimle beraber burada cihad ediyorsun) denince de, (Bu Mekkeliler Medine’ye girerse benim hurmalıklarımı elimden alırlar. Ben sadece hurmalıklarımı kurtarmayı düşünüyorum) der. Resulullah efendimizi ve Eshab-ı kiramı görmüş olduğu, onlarla beraber mücadele ettiği hâlde, iman etmemiştir ve niyetinde hurmalık vardır. O bakımdan büyüklerimiz hep, (Yâ Rabbî, niyetlerimizi ıslah eyle, amellerimizi salih eyle!) diye dua ederlerdi.

Saptıran, Allah mı?

Sual: Kur’an meali okuyorum, Al-i İmran sûresinin 8. âyetinde, (Rabbimiz kalblerimizi saptırma) ve İbrahim sûresinin 4. âyetinde ise, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Allah insanın kalbini saptırır mı da, böyle dua ediliyor? Allah insanı sapıklıkta bırakır mı? Meallerde mi yanlışlık var, yoksa benim bilmediğim bir husus mu var?
CEVAP
Meallerden din öğrenilmez. İşte böyle yanlış anlamalara sebep olur. 72 sapık fırka, Kur'an-ı kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Onun için mezhebimizin âlimlerinin bildirdiği bilgileri esas almalıdır. Allahü teâlâ kimseyi saptırmaz ve sapıklıkta bırakmaz. Hâşâ öyle olsa, âhirette, o kişi, (Yâ Rabbî, beni saptıran sensin, beni niye sapık diye suçluyorsun) demez mi? Bu, kaza kader meselesidir. İnsanlara irade-i cüz’iyye vermiştir. Herkes kendi arzusuyla sevab veya günah işler. İşlediğimiz günahları Allah'a yüklemek yanlış olur. Dinimizi, nakli esas alan ilmihal kitaplarından öğrenmeliyiz.
 
“Doğal âfet şehidi”
Sual: (Doğal âfet şehidi) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Kim, nerede, nasıl ölürse ölsün, Müslüman değilse şehit olmaz. Gayrimüslim ise, zulmen de öldürülse şehit olmaz. İmanı varsa, yani itikadı düzgün bir Müslümansa, günahları çok olsa da, savaşta ölsün, anarşide ölsün, görevde ölsün, kanser gibi hastalıklardan ölsün, şehit olur. Doğal âfetler sebebiyle, mesela depremde, yangında, sel felaketinde, çığ altında kalmakla, yıldırım düşmekle, tsunamide, denizde ölmüş olsa yine şehit olur. Bunlara (doğal âfet şehidi) denmez. Dense de, şehitliklerine zarar gelmez. Fakat içkiden çatlayıp ölene, meyhane şehidi veya sosyalizm uğrunda ölene, devrim şehidi demek yanlış olur, çünkü şehitlik İslâmî bir tabirdir.
 
Çorapla yatmak
Sual: (Çorapla yatmak caiz değil) deniyor. Caizse, delili nedir?
CEVAP
Çorapla yatmanın dinen hiçbir mahzuru yoktur. Caiz olan, mubah olan şeylerin delili olmaz. Haram olan, mekruh olan, yasak olan şeylerin delili olur. Muz yemek caiz mi diye sorulsa, caiz diye cevap verilse, delil aranmaz. Haram denirse, delilini göstermek gerekir.

Çoraptaki yazı

Sual: Çorapta resim veya yazı olunca namaz mekruh oluyor. Çorabı ters çevirip giysek yine mekruh olur mu?
CEVAP
Ters çevirince resim veya yazı görülmüyorsa mekruh olmaz. Cepteki para gibi olur. Ama mübarek bir isim veya resim varsa yine üstüne basmamalıdır

26 Aralık 2013 Perşembe

Nefsin düşmanlığı

Sual: Nefsin her istediği kendi zararınadır deniyor. Nefsin gayesi nedir?
CEVAP
Nefsin gayesi, insanı kâfir yapmaktır. İnsanı en çok, mal ve şöhrete düşkün olmaya zorlar. Mala ve şöhrete düşkünlük, nefisten kaynaklanır. Daha çok bu yollarla insanı felakete sürüklemeye çalışır.
Çok mal ve şöhret sahibi olmak her zaman kötü değildir. Dine ve Müslümanlara hizmet için çok mal sahibi olmak elbette iyidir. Bu niyetle makam sahibi olmak da iyidir. Nefis, bunları kötü yollarda kullanmaya çalışır. Bunları haram yollardan elde etmeye uğraştırır. Mesela bir çeşme yaptırınca, ismini yazdırır, böylece gösterişe, riyaya sürüklemek ister. Din kitabı yazar, ismini her yere duyurmak ister.
Helâl yollardan çok mal kazanmak biraz zordur. Onun için atalarımız, (Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz) demişlerdir. Bu, çok olan mala muhakkak haram karışmış demek değildir. Zenginlik de, fakirlik de, insanı azdırıp küfre sürükleyebilir. Bunun için Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, azdıran zenginlik ve azdıran fakirlikten sana sığınırım) diye dua edilmesini bildirmiştir. Kimi fakirliğine isyan edip, kimi de zengin olunca şımarıp Allah'ı unutur, bu da felaketine sebep olur. Bu bakımdan şükrünü eda edebileceğimiz hayırlı mal istemeli. Şöhret sahibi olmak da, tehlikeli olabilir. Onun için, (Şöhret âfettir) buyurulmuştur. Allahü teâlânın korudukları hariç, çok kimse şöhretinin kurbanı olur.
İşte nefis, şöhret ve malla insanı küfre sokmaya çalışır. Nefsin oyununa gelmemeye çalışmalıdır.
 
Eve girerken dua
Sual: Eve girerken okunacağı bildirilen Âyet-el kürsi ve İhlâs suresi ne zaman okunur? Bir arkadaş, eve girince okunur derken, öteki, girmeden okunur diyor. Bir diğeri de, (Ta apartmanın kapısından girerken, asansörle çıkarken okunur) diyor. Hangisi doğrudur?
CEVAP
Her üçü de uygundur.
 
Takkesiz namaz
Sual: Takkesiz namaz kılmak mekruhtur. Böyle mekruh kılınan namazı iade etmek vacib midir, yoksa sünnet midir?
CEVAP
Vacib değil, sünnettir.

Yardımı yalnız Allah'tan isteriz

Sual: Selefî denilen bazı gençler, İsra sûresinin, (Allah’la birlikte başka bir ilâh edinme! Yoksa kınanmış ve yalnız kalırsın) mealindeki 22. âyetine istinaden, (Allah'ın isminin yanına bir şey koymak, Allah’la birlikte başkasından imdat istemek şirktir. Mesela, “Yâ Rabbî, Resulullah'ın hürmetine bana yardım et!” demek şirk olduğu gibi “Şefaat Yâ Resulallah, imdat Yâ Ömer!” demek de şirktir) diyorlar. Birinden yardım istemek, ona tapmak anlamına gelmediği hâlde niye şirk oluyor ki?
CEVAP
Hiçbiri şirk değildir. Âyet-i kerimede bildirilen husus, Allah’la birlikte başka ilah edinmektir. Hangi Müslüman putları ilah edinir? Hâşâ, ne Resulullah, ne de Hazret-i Ömer puttur. Put, tapınılan şey demektir. Bunlar, putlarla ilgili âyetleri gösterip, Peygamber efendimizden veya evliya zatlardan yardım istenemeyeceğini söylüyorlar. Birçok âyet ve hadiste, peygamberler veya evliya zatlardan yardım istendiği bildirilmektedir. Hangi Müslüman Resulullah'ı veya evliya bir zatı ilah kabul eder ki?
Yardım istemeye şirk diyenler, Allah'ın kudretinden şüphe ediyorlar. Hâşâ (Allah, peygambere de, evliya zatlara da yardım ettiremez) demek istiyorlar. Peygamberlerin mucizeleri ve evliya zatların kerametleri Allah’ın kudretiyle oluyor. (Yâ Resulallah!) denince, (Resulullah nasıl duyacak ki?) diyorlar. Hâşâ Allahü teâlâ duyurmaktan âciz mi? İki âyet-i kerime meali:
(Allah, gaybı dilediği resulüne bildirir.) [Âl-i İmran 179]
(Allah, dilediği resul hariç, kimseye gaybı bildirmez.) [Cin 26, 27]
Allahü teâlâ, (Şefaat yâ Resulallah) diyeni Resulüne duyuramaz mı?
Süleyman aleyhisselam, (Belkıs’ın tahtını kim getirir?) diye yanındakilerden yardım istedi. Vezirlerinden Asaf, iki aylık mesafedeki Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda getirdi.
Belkıs’ın tahtını bir anda getiren kimdir? Allah'ın kudreti olmadan nasıl getirebilir? Süleyman aleyhisselam bunun Allah'ın yardımı olduğunu bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Onun için Hazret-i Süleyman, (Bu, Rabbimin bir lütfudur) dedi. (Neml 40)
Bu gençler, (Süleyman aleyhisselam, Allah'tan başkasından yardım istedi) diyerek, o büyük peygambere de dil uzatıyorlar. Hazret-i Süleyman, Asaf’ı tahtın getirilmesinde vasıta yani aracı kıldı. Bunlar, aracı kullanmaya da şirk diyorlar. Şirk olmadığı Kur’an-ı kerimde böyle misallerle bildiriliyor.
Allahü teâlâ, yukarıda bildirilen âyetlerde açıklandığı gibi, Peygamber efendimize birçok gaybı bildirdiği gibi, bazı evliya zatlara da bildirmiştir. Mesela Hazret-i Ömer, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, komutanı Sariye’ye, (Dağa yanaş!) diye emretmiştir. (Şevahid-ün-Nübüvve)
Yine bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Geçmiş ümmetler içinde gaybdan haber veren keramet ehli zatlar vardı. Ümmetimden Ömer de, onlardandır.) [Buhârî, Müslim]
İran’daki ordunun komutanının hareketlerini gösteren ve Hazret-i Ömer’in sesini onlara duyuran Allahü teâlâ, (İmdat yâ Ömer!) dersek bunu duyurmaktan âciz midir? (Şefaat yâ Resulallah!) veya (İmdat yâ Ömer!) demenin şirkle bir ilgisi yoktur.
İşte Selefî denilen gençler, (Allah, peygamberine duyuramaz, evliyasına işittiremez) dedikleri için kendileri şirke giriyorlar. (Duyuramaz demiyoruz) diye inkâr edenler çıkarsa, o zaman, (Evliya zatların yardım ettiğine inanmak şirktir) diyerek, kendi şirklerini Müslümanlara niye yüklüyorlar?

25 Aralık 2013 Çarşamba

Allah’ı hatırlatan kişi

Sual: (Birini görünce, Allah hatırlanıyorsa, o evliya zatlardan biridir) deniyor. Bu, doğru mudur?
CEVAP
Evet, bir Müslümanı görünce, onunla konuşunca, Allahü teâlâ hatırlanıyorsa, o kimsenin evliya zatlardan olma ihtimali çoktur. Bir hadis-i şerif:
(Evliya o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.) [Hakîm]
Aşağıdaki hadis-i şerifte bildirilen âlimlerin Allah adamı oldukları anlaşılır:
(Her âlimin sohbetine gitmeyin! Ancak şu beş şeyden sakındırıp, diğer beş şeye davet eden âlimin sohbetine gidin!
1- Şekten yakîne, [Şüpheli inanıştan sakındırıp kesin imana yönlendiren]
2- Kibirden tevazua,
3- Düşmanlıktan hayra,
4- Riyadan ihlâsa,
5- Dünyadan zühde.) [İ. Asakir]
 
Aklın yolu
Sual: Bir ders kitabında, (Vahiyle yani Kur’anla bildirilen dînî ilkelerin anlaşılıp uygulanması, sünnetle, icma ve kıyasla değil, akılla gerçekleşir) deniyor. Akıl tek başına dinde ölçü olur mu?
CEVAP
Elbette, ölçü olmaz. Kur’an-ı kerimi açıklayan sünnettir. Peygambersiz din, dinsizlik olur. İcma ve kıyas da sünneti açıklar. Sünnet, icma ve kıyası bir kenara bırakarak, (Akılla her şeyi buluruz) demek dinimize aykırıdır. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
Din işleri, akıl üzerine kurulamaz, çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın selim olmayan aklı da bazen doğruyu bulur, bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan âhiret işlerinde, nasıl olur da akla uyulur? (S. Ebediyye)
İman bilgileri, namaz, oruç, zekât ve diğer din işlerinin hiçbiri akılla bulunamaz. Hepsi nakle dayanır. Akıl, nakli anlamakta kullanılır. Akıl doğru kullanılmazsa gerçeği bulamaz. İslamiyet, selim akla dayanan nakil dinidir. Nakil olmazsa, akıl, tek başına doğruyu yanlışı bulamaz.

Şeytana saygı mı?

Sual: Bir ateist, (Şeytan, hiçbir menfaat beklemeden, insanların cehennemlik olmaları için çalışıyor. Bu, bir özveridir, saygıya layıktır. Şeytana tapanlar haklıdır. Kötülenmesi, lanetlenmesi yanlıştır) diyor. İnsanları Cehenneme sürüklemeye çalışan lanetli biri, nasıl saygıya layık olur?
CEVAP
Şeytan, bu şeytanlığını, birkaç sebepten yapıyor:
1- Lanetlenmesine ilk insan Âdem aleyhisselam sebep olduğu için, Âdemoğullarından intikam almak istiyor. Günahları cazip göstererek onları suça teşvik ediyor.
2- İnsanlar Cehenneme girmese, orada kendisi arkadaşsız kalacaktır. Kendine arkadaş bulmak için insanları kandırmaya çalışıyor.
3- Şeytan sadisttir. Sadist, başkalarına acı çektirmekten zevk duyan zâlim demektir. Bu sadistlik bazı insanlarda da bulunur. Mesela, Roma’yı ateşe veren, sonra da yüksek bir yerden yanmasını zevkle seyreden faşist diktatör Neron bir sadist idi. Bunların menfaati, o duydukları zevktir. Böyle birine (Menfaatsiz iş yapıyorsun) diye saygı duyulur mu?
Ücretsiz zina yapan birine, (Bu işi menfaatsiz yaptığı için takdire layıktır) denir mi? Onun menfaati zinadan zevk almasıdır. Menfaat hep para, mal olmaz. İnsan zevk aldığı şeyi yaparken kimseden ücret istemez, hattâ zevkini tatmin için para da verir.
Başkalarını kandırmaktan zevk duyan birine, (Ücretsiz kandırıyor) diye saygı duyulur mu?
Birinin ayakkabısını saklayıp onu aratmaktan zevk duyana, ücretsiz yaptığı için saygı duyulur mu?
(Ücretsiz sadistlik yapıyor, özveride bulunuyor) diyerek şeytana saygı duymak veya ona tapmak kadar yanlış başka bir şey olur mu?

24 Aralık 2013 Salı

Kötü hava şartları

Sual: (İnsana veya hayvana çirkin demek caiz olmadığı gibi, “kötü hava şartları” demek veya kadere de “kötü” demek caiz değildir. Çünkü bunların yaratıcısı Allah’tır. Allah, çirkin şeyler yaratıyor demek caiz olmaz) deniyor. Allah'ın yarattığı kötü şey olmaz mı? Kötüye kötü denmez mi?
CEVAP
Elbette kötüye kötü, çirkine çirkin denir. İyi kötü, çirkin güzel her şeyi yaratan Allah’tır. Hava kötü ise, (Kötü hava şartları) da denir. Kaderimiz kötü ise “kötü” denir. Buradaki incelik şudur:
Bir insanın başına kötü işler gelirse, (Kaderim böyleymiş) veya (Bu alnımın kara yazısıdır, ne kadar kötü kaderim varmış) demesinde mahzur yoktur. Burada niyetin önemi vardır. (Kaderim kötü imiş, yazıklar olsun bu kötü kaderime) demek küfür olmaz, çünkü günahlarımız yüzünden kaderimiz kötü olmuştur. Yani kaderimizin kötü olmasına kendimiz sebep olduk. Kendi arzumuzla yapacağımız iyi veya kötü işler kaderimizdir. Günahlarımızın durumuna göre, bu kötü de olabilir, iyi de olabilir. Ama (Kötü işlerimizi kötü olarak yazmamalıydı) diyerek, amellerimize göre kaderimizi belirleyen Rabbimiz suçlanırsa elbette küfür olur.

Namazı bırakıp başlamak

Sual: Halk arasında, (Namaza başlayıp bırakmak, sonra tekrar başlayıp tekrar bırakmak, hiç kılmamaktan daha büyük günah olur. Bıraktıktan sonra, tekrar başlamak günah olur) deniyor. Bırakma ihtimali olan kimsenin hiç namaza başlamaması daha mı iyidir?
CEVAP
Daha kötüdür. Tekrar günah işlerim diye tevbe etmemekten de kötüdür. Bir kabı, nasıl olsa tekrar kirlenecek diye yıkamayıp kirli bırakmaktan beterdir.
(Bırakınca yeniden başlamak günahtır) sözü çok yanlıştır. Bırakınca tekrar başlamak farzdır, büyük sevabdır. Günah olan namaza başlamak değil, namazı kasten bırakmaktır. Namaz kılmamak diğer amelleri de olumsuz yönde etkiler. Bir hadis-i şerif:
(Kasten [mazeretsiz] namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar Allah’ın himayesinden de uzak olur.) [İsfehanî]
İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki: Kıyamette önce, namazdan sorulacaktır. Namaz doğruysa, diğerlerinin hesabı, Allahü teâlânın yardımıyla kolay geçecektir. (2/67)
 
İslamiyet’i beğenmek
Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Allah’ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur) veya (Şarabın haram edilmesi anlamsızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP
Sayılmaz. Amentü’nün içinde Allah’a iman vardır. Allah’a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte Ona imandır. Ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.
Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsini yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]

23 Aralık 2013 Pazartesi

Salevat okunan yerler

Sual: Salevat nedir, salevat getirmenin müstehab olduğu yerler nelerdir?
CEVAP
Salevat, Peygamber efendimize dua etmektir. Kısaca, (Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed) demektir. İbni Âbidin hazretleri, salevat getirmenin müstehab olduğu yerlerden bazılarını şöyle bildiriyor:
1- Cuma günü ve gecesi,
2- Sabah akşam,
3- Peygamberimizin kabrini ziyaret ederken,
4- Safa ile Merve’de,
5- Ezan okunurken,
6- İkamet edilirken,
7- Duanın başında, ortasında ve sonunda,
8- Telbiyeyi bitirdikten sonra,
9- Bir yere toplanırken ve oradan dağılırken,
10- Abdest alırken,
11- Abdestten sonra,
12- Bir şey unutulduğu vakit,
13- Vaaz ederken,
14- Hadis okumaya başlarken,
15- Hadis okumayı bitirince,
16- Kulak çınlarken,
17- Dînî sual sorarken,
18- Fetva yazarken,
19- Kitap yazarken,
20- Hoca derse başlarken,
21- Talebe derse girince,
22- Kız istemeye gidilince,
23- Evlenirken ve evlendirirken,
24- Mühim işlerin başında,
25- Zikre başlarken,
26- Cenaze namazında ve namazda teşehhüdden sonra salevat okumak sünnettir.
27- Gül koklarken, [Resulullah’ın mübarek teri, gül gibi kokardı.]
28- Müsafeha ederken,
29- Pilav yerken,
30- Mescide girip çıkarken.
31- Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" ismini işitenin, ömründe bir defa salevat getirmesi farz, okuyunca, yazınca, söyleyince, işitince ilkinde söylemek vacib, tekrarında müstehabdır. (Redd-ül-muhtar)
Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Cuma günü ve gecesi çok salevat getirene şefaat ederim.) [Beyhekî]
(Dua perdelidir. Salevat getirilince, perdeler yırtılır, dua kabul olur.) [Taberanî]
(Allahü teâlâyı zikretmeden ve Resulüne salevat getirmeden toplanıp dağılmak, leşten dağılmak gibidir.) [İ. Ahmed]
(Bir toplulukta Allahü teâlâ anılmaz ve Resulüne salevat getirilmezse, o topluluk, Kıyamette, hasret ve pişmanlık çekerler.) [Tirmizî]
(Söyleyeceğini unutan, hatırlamak için salevat getirsin!) [İbni Sünnî]
(İsmim anılınca salevat okumayan, cimrilerin cimrisidir.) [Tirmizî]
(İsmim anılınca salevat getirmeyen, zelil olsun!) [Tirmizî]
(Bana bir salevat getirene, Allah ve melekleri 70 salât getirir.) [İ. Ahmed]
(Bana çok salevat getirenin dertleri gider, günahları affolur.) [Tirmizî]

Kaderi bilmemek

Sual: Bazıları, (Olduğu kadar, olmadığı kader) diyorlar. Yani (Yaptığımızı kendimiz yapıyoruz, yapamadığımız da kaderden) diyorlar. Kaderde olmayan şeyler de var mıdır?
CEVAP
Her şey kaderdir. Kadere inanmak imanın şartıdır. Ancak Mutezile kafalılar kaderi inkâr ediyor. Bir şey olmuşsa da, olmamışsa da kaderden olduğu gibi, olan şeyin, iyisi de, kötüsü de kaderdendir. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların kendi iradeleri ile yapacakları şeyleri bilmesidir. Bilmek zorla yaptırmak demek değildir. Kendi irademizle uygunsuz işler yapıp, sonra (Alnımın yazısı böyleymiş) diyerek suçu kadere yüklememiz yanlıştır.

22 Aralık 2013 Pazar

Bütün organların birbirine ihtiyacı var

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimize hizmet ederken dikkat edilecek iki önemli husus vardır:
Birincisi: Ailemize, evladımıza ve emrimiz altında çalışanlara âmirlik taslamamalı, aksine onlara hizmetçi olmalıyız. Onları kendimizden daha kıymetli, daha şefkatli, daha merhametli bilmeliyiz. Onların daha başarılı ve daha emin olduğuna inanmalıyız. Beraber çalıştığımız arkadaşlarımıza olan güvenimiz, her bakımdan kendimize olan güvenden daha fazla olmalı. Çünkü bu yolun büyükleri böyleydi. Güven olmazsa, istenilen verim alınamaz.
İkincisi: Milyarda bir de olsa, elde edilen başarıdan kendimize hiç pay çıkarmamalıyız. Merhum hocamız, (Hocamı tanıdıktan sonra elime geçen tek kuruşu kendimden bilmedim. Öyle bilsem helak olurum, hepsi Efendi hazretlerinin bereketidir) buyururdu. Esas olan, büyüklerin himmeti ve birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın ihlâsıdır. Hiçbir organ bir vücutta tek başına bir iş yapamaz. Çünkü hepsinin birbirine ihtiyacı vardır. Kalb olmazsa, o beyin ne yapar? Beyin olmazsa o vücut ne işe yarar? Hepimiz bir vücut gibiyiz. Bir organın diğerinden üstün olduğu söylenemez. Çünkü hepsinin ayrı bir kıymeti vardır. Nitekim insan vücudunda değersiz olan, işe yaramayan bir organ, hattâ tek tüy yoktur. Nasıl olur da, bir insan bir din kardeşine, (Sen lüzumsuzsun, işe yaramazsın) der? Bu, hiç kimsenin haddi değildir. (Benim ümmetim, bir vücut gibidir) hadis-i şerifi de bu gerçeği açıklamaktadır. Bir vücutta bir organ, diğer organa müdahale edemez. Herkes kendi işine bakar.
Bir saat, vakti doğru gösteriyor, hiç şaşırmıyorsa, içindeki çarklar iyi çalışıyor demektir. Çarklar kendi vazifelerini iyi yapınca, saatin iyi çalıştığı, vakti doğru gösterdiği gibi, biz de başkasını rahatsız etmezsek, bir başkasını gıybet etmezsek, onu üzmezsek, bu hizmetler güzel bir şekilde yürür. Şahsi hatalarımız, nefsânî hareketlerimiz yüzünden, bir kimsenin bu hizmetleri kötülemesine sebep olmaya hakkımız yoktur. Hizmetlere bir şey olmaz, ama hizmetlerin kötülenmesine sebep olmak çok tehlikelidir, felakettir. O bakımdan, herkes aklını başına toplamalı ve saygılı, edepli ve yumuşak huylu olmalıyız. Gayemiz, başkalarına hizmet ettirmek değil, onların hizmetine koşmak olmalı. Unutmamalı, hizmet eden hizmet görür.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Başarının yolu gönül almaktan geçer

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimize hizmet ederken başarının yüzde sekseni gönül almak, kalb incitmemektir. Maiyetini, yani ailesini ve emri altında çalışanları üzmemektir. Kimsenin bedduasını almamaktır. Geriye kalan yüzde yirmisi de, çalışmaktır. Sebebe yapışmak için çalışmalı, ama başarının zerresini bile kendimizden bilmemeliyiz. Cereyan gelmeyince motor çalışmadığı gibi, bu büyüklerden de himmet gelmezse hizmetler durur. Yoksa hâşâ, dine hakkıyla hizmet etmek gibi zor bir vazife, bizim gibilerin yapacağı iş değildir.
Büyük zatlar, hiç kimsenin kaşına, gözüne veya işine bakmaz. Allah korkusuna, kalbindeki ihlâsa ve maiyetine karşı olan şefkatine bakarlar. Bir kimse, maiyetini kırıyor ve üzüyorsa, yaptığı hizmet ne kadar büyük görünürse görünsün, hiç kıymeti yoktur ve hizmetleri onu asla affettirmez. Ama din kardeşinin kendinden bin kere daha aziz, bin kere daha makbul, bin kere daha emin ve bin kere daha şefkatli olduğuna inanan kimse, çok kıymetlidir ve büyükler böyle kimseleri çok severler.
Asıl mayamızı kaybetmemeliyiz, parayı âhirete tercih etmemeliyiz. Parada sevgi, şefkat, merhamet ve af yoktur. Onun için, dünyaya düşkün olanda, insanlara karşı hiç af ve merhamet bulunmaz. Fakat kendileri de gece gündüz acı ve ızdırap içinde yaşarlar. Keyifli gözükseler de, neşelerinin hepsi sahtedir. Bir lokmayı bile ağız tadıyla yiyemezler. Çünkü para canavardır, engerek yılanıdır. Kalbe yerleştirilen bu yılanın her an sokması, o kimseyi her an rahatsız etmesi gayet tabiîdir.
Âhirete inanan ve âhiret için çalışanda ise şefkat, merhamet, af, cömertlik, gözyaşı ve sevmek vardır. Onlar için Allah sevgisi her şeyin üstünde olduğundan, oraya ne yılan ne de şeytan girer. Dünyanın en mutlu insanı onlardır. Âhireti dünyaya tercih ettikleri için de, Allahü teâlâ o parayı, o dünyayı onlara hizmetçi yapar. Nitekim Cenab-ı Hak bir hadis-i kudsîde, (Ey dünya, bana hizmet edenlere hizmetçi ol! Sana hizmet edenler de, senin hizmetçin olsun! Onlara zorluk çıkar! Onları her iyilikten, her güzellikten mahrum et!) buyuruyor. O hâlde, hem dünyaya, hem de âhiret nimetlerine kavuşmak için tek gaye, Allahü teâlânın dinine hizmet olmalıdır.

Kefirde alkol var mı?

Sual: Meşhur bir hoca, (İçine alkol konmadığı için, kefir içmek caizdir) diyor. Dışarıdan içine alkol konmadığı hâlde, zamanla alkolleşse de, kefir içmek caiz mi oluyor?
CEVAP
(Kefirin içine alkol konmuyor) demek çok tuhaftır. Çünkü maya koyarak içki imal etmek ayrı şey, sıvı gıdaların zamanla alkolleşmesi ayrı şeydir. Bir hadis-i şerif:
(İhtimar [mayalanarak alkol teşekkül] etmiş her içki haramdır.) [Ebu Davud]
Bu hadis-i şerifi, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklıyor:
Bal, incir, arpa, buğday, mısır, darı, erik, kayısı, elma ve benzerlerinden biri soğuk suda durup ısıtılmasa da, alkol teşekkül ederek bira gibi olur. Kısrak, inek sütleri, mayalanıp, tadı keskin olunca, bira gibi alkollü olur. Kısrak sütünden yapılana (Kımız), inek sütünden yapılana (Kefir) denir. İçilmesi haramdır. (S. Ebediyye)
Üzüm suyu, şarap hâline gelince haram olur. Şarap sirkeye dönüşünce helâl olur. Boza, ekşiyerek zamanla alkol teşekkül eder, bira gibi haram olur. Hurma su içinde ısıtılmadan bırakılınca, köpüklenir ve tadı keskin olursa yani alkolleşirse içilmesi haramdır.
Portakal ve diğer meyvelerdeki alkol oranı kefirdekinden daha çok diyerek kefir içmeyi caiz görenler de vardır. Bu da yanlıştır. Çünkü dinimizde alkolün azlığı çokluğu önemli değildir. Bir damla şarap da haramdır. Ama dinimiz, içinde tabiî olarak alkol bulunan meyve yemeyi veya sirke içmeyi haram kılmamıştır. Fakat alkol teşekkül eden içeceklerin damlasını haram etmiştir. Demek ki, kımızda, birada ve kefirde, bir damla alkol olsa da haramdır. Fakat hamurda, meyvede, yoğurtta, ekmekte 10 damla alkol olsa haram değildir. Çünkü birinde alkol tabiî olarak bulunuyor, ötekinin alkolleşmesine biz sebep oluyoruz

İfrat ve tefrit

Sual: Dinimizde aşırılığın hükmü nedir?
CEVAP
Dinimizde ifrat ve tefritin yani aşırılığın yeri yoktur. Dinimiz orta yolda olmayı emreder. Bir hadis-i şerifte, (İşlerin hayırlısı vasat olanıdır) buyuruldu. (Beyhekî)
[Vasat, ifrat ve tefritten uzak, orta yol demektir. İfrat normalden fazla, tefrit normalden az demektir. Mesela çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. Çok yiyip içmek ifrat, çok az yemekse tefrittir.]
İfrata kaçarak gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan ibadet etmek, gündüzleri hep oruç tutmak, hanımından uzak kalmak, et, süt, tatlı gibi gıdaları hiç yememek, iyi Müslüman olmak demek değildir. Bir hadis-i şerif:
(Kolay bir dinle gönderildim. Dinimizde ruhbanlık yoktur. Et yiyin, hanımınızla mübaşeret edin! [Nafile] oruç da tutun! Tutmadığınız günler de olsun! [Nâfile] namaz da kılın! Uyuyun da! Ben bunlarla emrolundum.) [Taberanî]
Yiyip içmeden, uyumadan ibadet etmek zordur. Bir hadis-i şerifte, (Din kolaylıktır. Dinde aşırı gideni, din mağlup eder) buyuruldu. (Nesaî)
Bir de tefrite gidip, (Dinde kolaylık var) diyerek dini bozanlar var. Reformcuların kitapları böyle yanlışlıklarla doludur. Birkaç misal verelim:
1- Mestin üstüne mesh edilir diye, oje üstüne mesh caiz olmaz.
2- Naylon çoraplara mesh kolaylıksa da, dinin emri değişmiş olur, namazlar sahih olmaz.
3- Su bulunmazsa teyemmüm edilir, fakat reformcuların dediği gibi sular kesilince, (Suyu aramadan hemen teyemmüm edin!) demek, dinde kolaylık değil, dini değiştirmektir.
4- Ramazan yaza gelince tutmayıp, kışa tehir etmek caiz olmaz.
5- Namazları vaktinde kılmayıp, hepsini gece yatarken kılmak da dini değiştirmek olur.
6- Hanefî’de gusülde ağzın içini yıkamak farzsa da, diğer iki mezhepte farz değil diye ağzın içini yıkamamak mezhepsizlik olur.
Dinde zorluk yok demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan faydalanın) demektir. Yoksa (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, ibadetleri keyfine göre değiştirsin) demek değildir. Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur. Bir hadis-i şerifte, (Dinimizde olmayan bir şey çıkarılırsa, o şey merduddur) buyuruldu. (Buhârî)

19 Aralık 2013 Perşembe

“Ilımlı İslam” olur mu?

Sual: İslamiyet’te zorlama yoktur. (Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, hoşgörülü olun) deniyor. Sarhoş olmayacak kadar içki içilemez mi? Tesettüre tam uymanın mânâsı nedir? Namaz yerine fakir doyurulamaz mı? TV seyrederken koltukta namaz kılınamaz mı?
CEVAP
(Kolaylaştırın) demek, (Size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları istediğiniz gibi değiştirin) demek değildir. (Dinimizin bildirdiği kolaylıklardan faydalanın) demektir. Zamana, yere ve şahısların durumuna göre bazı ruhsatlar tanınmıştır. Sualdeki sorulara cevap verelim:
İçkinin sarhoş etmese de damlası haram olduğu gibi, tesettür de farzdır. Kolaylaştırmak veya zorlaştırmakla bir alakası yoktur. Fakir doyurmakla namaz kılınmış sayılmaz. Öyle olsaydı, dinin sahibi, (Namaz kılmak yerine fakir doyurun) derdi. (Ayakta namaz kılamayan, oturarak kılsın; oturarak kılamayan yatarak kılsın) buyuruyor. Kilisedekiler gibi, (Sandalyeye veya koltuğa otur!) demiyor.
Dinimiz, nerelerde nasıl kolaylık olduğunu göstermiştir. Kendi aklımıza göre yaparsak dine uymamış oluruz. Birkaç örnek:
1- Su yoksa veya su varken kullanılması zararlıysa, mesela hastalanacaksa teyemmüm eder.
2- Hasta ve âciz olan, oturamazsa, namazı yatarak îma ile kılar. Koltuğa oturup kılmaz.
3- Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır, fakat bir kimse hasta olsa veya üç günlük yoldan daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden geçici olarak kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
4- Seferî uzaklıktaki yolculuklarda dört rekâtlı farzlar iki rekât olarak kılınır. Seferde oruç tutmak güç gelirse tutmayıp mukim olunca kaza edilir.
(Dinde zorluk yoktur) demenin başka bir mânâsı da vardır. Mesela her gün oruç tutmaya, gece uyumayıp sabaha kadar ibadet etmeye kendini zorlamak dinde yoktur. Allahü teâlânın kullarına olan ihsanları ve emirleri herkese eşit değildir. Mesela, zengine zekâtı emrederken fakire emretmez. Gücü, kuvveti, sağlığı yerinde olanın, oruç tutmasını emreder. Sağlığı müsait olmayanların da tehir etmelerine izin verir. Herkese gücü nispetinde emir verir.

Böyle gelmiş böyle gider

Sual: Necip Fazıl, meşhur Sakarya Türküsü’nde diyor ki:
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Din dersi öğretmenimiz, şiirdeki (Bu dünya böyle gider!) ifadesi, gaybdan, gelecekten haber verdiği için küfür olacağını, (Bu dünya böyle gitmez) şeklinde okunması gerektiğini söyledi. (Böyle gider) demek niçin küfürdür?
CEVAP
Öğretmenin mantığıyla, (Bu dünya böyle gitmez) demek de, gelecekten haber vermek olur. Böyle gideceği bilinmiyorsa, böyle gitmeyeceği nereden biliniyor?
Her iki şekilde de söylemek küfür olmaz. Yani (Bu dünya böyle gider) veya (Bu dünya böyle gitmez) demek küfür değildir. Bir şeyi tahmin etmek küfür olmaz. (Amerika çok zulmediyor, bir gün yıkılacak) demek bir tahmindir. Gaybdan haber vermek değildir. Tahminde bulunmak caizdir.
(Böyle gelmiş, böyle gider) atasözüdür. Atasözleri genelde uygundur, küfür aramamak lazım. Bu söz, (Bazı şeyler vardır ki âdeta kemikleşmiştir, bunları düzeltmek zordur) anlamında söylenmektedir.
Bir de felsefecilerin dediği gibi, (Varlıklar yoktan yaratılmamış, böyle gelmiş böyle gider) anlamında söylenmiyor. O mânâda söylenirse, yaratılış, Cennet, Cehennem inkâr edilmiş olur. Bunun için S. Ebediyye’de, (Dünyanın yaratıldığına inanmamak, “Böyle gelmiş, böyle gider” demek, küfürdür) deniyor. Bir sözün ne maksatla söylendiğine bakılır.
Atasözünde olduğu gibi bu söz, (Bu işleri düzeltmek zor) anlamındadır. Bir de merhum Necip Fazıl, sıradan biri değildir. Sözlerinde küfür aramak yanlış olur.