31 Ekim 2013 Perşembe

Dört mezhepten birine uymak şarttır

Sual: Ebu Hanife, (Resulullah'ın hadis-i şerifleri başımızın tacıdır. Eshab-ı kiramın sözlerine uyarız. Tâbiînin sözleri ise, bizim sözlerimiz gibidir) diyor. Zamanın Halifesi de, İmam-ı Malik’e, (Eserin Muvatta’yı Kâbe’nin duvarına asalım, bütün Medine halkı bununla amel etsin) dediğinde, İmam-ı Mâlik, Resulullah'ın kabrini gösterip, (Bu kabrin sahibi dışında herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) diyor. Böylece, bu iki imam da bir mezhebe uymayı caiz görmediği hâlde, âyet ve hadisten başka delil olduğu söylenebilir mi?
CEVAP
Mezhep imamlarımızın, bir mezhebe uymayı caiz görmediklerini söylemek, onlara iftira olur. İmam-ı a'zamın sözü, kendisi gibi müctehid olan zatlar içindir. Müctehid, başka müctehide uymaz, kendi ictihadına uyar. Onun için farklı mezhepler meydana çıkmıştır. İmam-ı Mâlik’in sözü de, hem müctehidler için, hem de herkesi tek mezhebe uymaya zorlamanın, rahmeti daraltacağını, sünnete uymayacağını bildirmek içindir. Çünkü (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) hadis-i şerifine göre, herkes bir mezheple amel etmeye zorlanırsa, rahmet daralmış, diğer mezheplerden istifade imkânı kalmamış olur. İmam-ı Mâlik, (Her mezhep yaşasın, tek mezheple amel etmeye mecbur etmeyin) demek istemiştir.
(Herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) sözü de, herkesin tek bir mezhebe uymasının zorunlu olmadığını, dört mezhebin de hak olduğunu, müctehid olan zatların kendi ictihadlarıyla amel etmesi gerektiğini göstermektedir. Bir mezhebe tâbi olan bizlerin ise, mezhebimizdeki fetva verilen hükme uymamız şarttır. Bizim, mezhebimizdeki müctehid âlimin sözünü almama gibi bir yetkimiz yoktur. Öyle olsaydı, Kur’an-ı kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyurulmazdı. Müctehid âlimler, Resulullah'ın vârisidir. Vâris olan âlimlerin bildirdiği hükümleri atmaya, kimsenin yetkisi yoktur. Hattâ yetkili bir âlim bile, diğer bir âlimin sözünü yetkisiz hâle getiremez, çünkü Mecelle’deki (İctihad ictihadla nakzedilemez) kaidesi meşhurdur.

Sünen sahipleri

Sual: Sitenizde bir hadis için, kaynak olarak (Sünen sahipleri) denmiş. Sünen sahipleri ne demek?
CEVAP
Bilinen meşhur dört hadis kitabı demektir. Sünen kelimesi, yalnız olarak söylenince, şu dört hadis âliminin kitaplarından biri anlaşılır: Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mace. Bunlardan başkasının Sünen kitabı söylenirken, yazarının adı da birlikte söylenir. Mesela, (Sünen-i Dâre Kutnî) ve (Sünen-i Kebir-i Beyhekî) denir. (Mevduat-ül-ulüm)
Sünen, sünnet kelimesinin çoğuludur. (Sünnetler) demektir. Ahkâm hadislerine de Sünen denir.
 
Doğru kılınan namaz
Doğru kılınan namaz, gamlı gönlü şen eder,
Huzura kavuşturur, kötülükten men eder.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Puta tapsan da gel!

Sual: Hazret-i Mevlana, ne kadar liberal ve hümanist bir zatmış ki, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik veya Mecusi de olsan, puta tapsan da gel!) diyor. Niye diğer İslâm âlimleri bu kadar liberal ve hümanist değildir?
CEVAP
Bu sözün liberal veya hümanist olmakla ilgisi yok. Bir insan çok büyük günah işler, affolmaktan ümidini kesebilir. Bir dinsiz, (Cennet ve Cehennem varsa ben yandım) diyebilir. Bâtıl din sahibi, (Benim dinim bâtılsa cehennemliğim) diye korkabilir. Hazret-i Mevlana bunlara, (Korkma, ne olursan ol gel!) diyor. Bu, (Gel de öyle kal) demek değildir. (Müslüman değilsen Müslüman ol, günahkârsan tevbe et, önceki hâlinden dolayı ümitsiz olma! Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı affeder) demektir. Her İslam âlimi böyle diyor. Bunun aksini söyleyen, (Gel de olduğun gibi kal!) diyen hiçbir âlim yoktur.
 
Allah’ı cisim sanmak
Sual: Dinde reformcu biri, hâşâ, (İmansızlar, Allah’ı ellerine geçirseler meydan dayağı atarlar) diyor. Allah'ı böyle cisim olarak göstermek küfür değil midir?
CEVAP
Her şeyin yaratanı, sahibi yüce Allah hakkında böyle çirkin ifade kullanmak elbette küfürdür.
 
Üvey kardeşler
Sual: Babamın eşi ölünce, dul ve çocuklu olan annemle evlenmiş. Annemle gelen üvey ablam var. Babamın ölen eşinden de bir abim var. Bunlar, birbiriyle evlenebilir mi?
CEVAP
Elbette evlenebilirler, çünkü ikisinin de, ana babaları ayrıdır. Hiçbir akrabalıkları yoktur. Babanız, ileride anneniz olacak kadına, (Oğluma kızını ver, seninle biz evlenelim) demiş oluyor. Bu gayet normaldir.
 
Götürü alışveriş
Sual: Bir markete gidiyorum. Sepeti çeşitli mallarla dolduruyorum, çoğunun fiyatını da bilmiyorum. Kasiyer, her birinin barkodunu okutuyor. Mesela hepsi 70 lira etti diyor. Biz de 70 lirayı veriyoruz. Böyle alışveriş sahih midir?
CEVAP
Götürü usulüyle olduğu için sahihtir. Her birinin ayrı ayrı fiyatını bilmemiz gerekmez. Hattâ cinsleri ve fiyatları farklı olan mallardan birer ikişer bir poşete koysak, satıcı, (Hepsine 50 lira ver) dese, bu alışveriş de sahihtir.

27 Ekim 2013 Pazar

Kapalı olan kaba su dolmaz

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda yapılan dine hizmet, Allahü teâlânın yardımı ve büyüklerin duasıyla, hizmet edenler de buna layık olduğu müddetçe devam eder. Çünkü kap ne kadar yağmura açıksa, o kadar dolar. Ama kap eğrilir veya ters dönerse, yine yağmur altında olduğu hâlde dolmaz. (Bir kimse kör ise, Güneş'in suçu ne?) buyuruluyor. Gözümüzü körleştirip bu nimetten mahrum kalmamalı. Bu hizmetlere lâyık olmak için, dinimize uymayan bir söz söylemekten veya iş yapmaktan çok sakınmalıyız.
Bu hizmet, yuvarlanan kar parçasının hızı arttıkça büyüdüğü gibi, yani çığ gibi büyür. Alınacak tedbirler, büyümeyi engellemek için değildir. Zaten gelen çığı durdurmaya kalkarsak, altında eziliriz. O çığ, hızını alıp gider. Ancak bu büyümenin, gerek bizi, gerekse çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde dengeli olmasına çalışılmalı. Ona göre tedbirler alınmalı.
Dolayısıyla hizmetlerin büyüme ve başarısındaki birinci esas, dengenin sağlanmasıdır. Çünkü eğer çığın dengesini kaybederseniz, kendi çığırından çıkıp ayrı bir yola girer. O yol da, çığın yapısına uygun olmadığından, çığ hem kendisini eritip bitirir, hem de başkalarını sıkıntıya sokar. Onun için denge sağlanmalıdır. Denge ne kadar korunursa, o kadar başarı olur. Emanet, ehlinde olduğu için, bu denge her zaman iyi korunmuştur. Bize düşen görev, kendimiz dengeyi sağlamaya çalışmak değil, bize verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etmektir.
Allahü teâlâ, Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, rüzgârı, hâsılı her şeyi bir dengeye göre yarattı. Kur’an-ı kerimde mealen, (Ben her şeyi hesap, ölçü üzere yarattım) buyuruyor. Tabiatta ölçüsüz, hesapsız hiçbir şey yoktur. İşte bu dengeden ötürü, tabiat kanunları hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Aksine, biz hep ondan faydalanıyoruz. Öyle faydalı ki, muazzam olan bu kanunlar çerçevesinde muazzam olaylar oluyor, ama çok kimse bunun farkında bile değildir. Yani devamlı hareket var, ama kimseyi rahatsız etmiyor. Ancak tabiî afetler olunca etrafımızda bir şeyler olduğunu fark ediyoruz, fakat onlara da genelde biz sebep oluyoruz. Nitekim Şûra sûresinde mealen, (Size gelen sıkıntılar, kendi kazandıklarınızdır. Çoğunu da affedip, size göndermiyor) ve Rûm sûresinde mealen, (İnsanların yaptıkları işlerle, karada ve denizde fesat hâsıl oldu. Her şey bozuldu) buyuruldu.

Yemek kırıntıları

Sual: Tabakta bırakılan yemeği, sofradaki ekmek ve yemek kırıntılarını atmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
Evet, israf olur. Bu kırıntılar toplanıp, kedi, köpek, koyun, sığır, karınca, kuş, tavuk gibi hayvanlara yedirilirse israf olmaz. Tabağa yiyeceğimiz kadar yemek koymalı. Çok konur ve kalırsa saklayıp başka öğünde yemeli. Az kalırsa sıyırıp yemeli. Üç hadis-i şerif:
(Tabağı parmakla sıyırın, parmağı yalayın!) [Müslim]
(Yemek sonunda parmakları yalamalı! Çünkü bereketin hangi lokmada olduğu bilinmez.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, tabağı sıyırıp parmağını yalayanı, iki cihanda tok tutar.) [Taberanî]
Kendilerine çağdaş diyen batı hayranı kimseler, görgüsüz saysalar da, parmağı yalamak ve düşen lokmayı alıp yemek, insanı israftan kurtardığı gibi, kibir ve riyayı giderir, berekete kavuşturur. Özellikle de, Peygamberlerin efendisine uymak ve emrini yapmak şerefini kazandırır. Mevcuttan istifadeye ve gelecek nimetin artmasına sebep olur. Tepki gösterecek kimse olmadığı zaman, bu sünnetleri ihmal etmemelidir.
 
Eli boş çevirmez
Boş çevirmez elini, (Yâ Rabbî lütfet) dersen,
Şânı yücedir, verir, ne kadar çok istersen.

Mürşid-i kâmil kimdir?

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müminler dört kısımdır:
1- Kelime-i şehadet getirenler.
2- Salihler: Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için uğraşanlar.
3- Evliya olanlar: Allah’ın rızasına kavuşmuş olanlar.
4- Mürşid-i kâmil olanlar: Başkalarının da kavuşması için uğraşanlar.
İmam-ı a'zam hazretleri de, tıpkı İmam-ı Rabbânî, Ma’rûf-î Kerhî ve Hasan-ı Basrî hazretleri gibi mürşid-i kâmil idi. Ama vazife taksimi yapmışlardı. İmam-ı a'zam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik ve İmam-ı Ahmed gibi âlimler dinin fıkıh kısmıyla, diğer evliya da tasavvuf kısmıyla meşgul olmuştur. Neticede hepsi de Müslümanların din ve dünya müşküllerini çözmek için çalışmışlardır.
Mürşid-i kâmil, her hareketinde İslamiyet’e uyan, her an Allahü teâlâyı hatırlayan kişidir. Melekler bir anda çeşitli yerlere gidebilirler. Allahü teâlâ, bu kuvveti mürşid-i kâmillerin ruhuna da vermiştir. Bir mürşid-i kâmilin iki talebesi olsa, biri doğuda, biri batıda olsa, ikisine de aynı anda emr-i Hak vâki olsa, yani ölmek üzere olsalar, ikisinin de imdadına yetişip, imanla ölmelerini sağlar. Noksanlıklarımız, ancak sohbetle giderilir. Sohbet imkânı yoksa kitapları okunur.
 
Emaneti ehline vermek
Bir kaptanın, işinin ehli olduğu, normal seyirde değil, dev dalgalarda, şiddetli fırtınada, gemiyi sağa sola çarptırmadan, batırmadan götürmesinden belli olur. Yoksa normal zamanda herkes götürebilir.
Emaneti ehline vermek dinimizin emridir. Nisâ sûresinin 58. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ size emânetleri ehline vermenizi emreder) buyuruluyor. Peygamber efendimiz, (Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin) buyurunca, (Yâ Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?) diye sordular, (Görev, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu. Bu, hatır gönül işi değildir. Emaneti ehline vermeyen haindir. Onun için her işi ehline, yani layık olana vermelidir. İşin ehli dururken, işi ona vermeyen mesul olur. İşi, ehli olmayana vererek zayi eden de vebal altına girer. Bunun için, büyük zatlar her zaman emaneti ehline teslim etmişlerdir.

Din değişmez

Sual: (Peygamberim) diyen biri, yeni anayasa yapar gibi, (Bundan sonra, bir erkek iki kadınla evlenemeyecek, kadın da erkeği boşayabilecektir. Namaz tek vakte, oruç üç güne indirilmiştir. Yükseklerden gelen bir emirle Kur’anda değişiklik yapılacaktır) gibi saçma sapan talimatlar veriyor. Bunlar nasıl böyle şeyler söyleyebiliyorlar?
CEVAP
Bugün (Peygamberim), (Resulüm) veya (Mehdi’yim) diyenler, ya akıldan noksan veya sapıklara hizmet eden kimselerdir. S. Ebediyye’de deniyor ki: (Şimdi yeryüzünde değiştirilmemiş bulunan hak din, yalnız Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dinidir. Allahü teâlâ söz vermiştir ki, bu din, Kıyamete kadar bozulmadan doğru olarak kalacaktır.)
Bir âyet-i kerimede mealen, (Dininizi tamamladım, dinde noksanlık yoktur) buyuruyor. Noksanlık olmayan dinde değişiklik yapılır mı hiç? Değişiklik yapılacak olsa onu gönderen yapar. Başkalarının değiştirmeye ne hakkı var?
Kur’anın hükümlerini, (Peygamberim) diyen sahtekârlar değiştiremezler. Üç âyet-i kerime meali:
(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9]
(Allah’ın kelamını [Kur'an-ı kerimi] kimse değiştiremez.) [Enam 115]
(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42]
(Mehdi’yim) veya (Peygamberim) diyen delilerin veya sapıkların hiçbirinin Kur’an-ı kerimi değiştirmeye gücü yetmez.
 
Mevla için
Delirsen Mecnun gibi, çöl aşsan Leyla için,
Boşa gider gayretin, değilse Mevla için.

25 Ekim 2013 Cuma

Şüpheliden kaçmak

 
Sual: Domuz yağı veya alkol bulunma şüphesi olan gıdaları ve nasıl kesildiği bilinmeyen etleri yemekten kaçınmak, takva olmaz mı?
CEVAP
Takva olmaz, vesvese olur, günah olur. Hazret-i Ömer’in, (Bizler harama düşmek korkusuyla helâllerin onda dokuzundan kaçındık) sözü, bu hususların dışındaki haramlar içindir.
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Haram olma şüphesi olan şeylerden de sakınmalı, çünkü hadis-i şerifte, (Şüphelilerden sakınan, dinini, ırzını korumuş olur. Şüphelilerin etrafında dolaşan, harama düşebilir) buyuruldu, fakat yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, takva değil, vesvesedir. Mesela dinimiz, (Haram olduğu bilinmeyen şeyleri yiyin!) buyurur. [Belki o haramdır, ama biz bilmediğimiz için günah olmuyor.] (Haram olduğu bilinmeyenleri yemeyin) buyurmuyor. Çünkü bunu tespit etmek imkânsızdır. Dinimiz, araştırmayı emretmediği için, Resulullah efendimiz bir müşrikin, Hazret-i Ömer de, bir Hristiyan’ın [belki de necis olan] testisinden abdest almıştır. Eshab-ı kiram, gayrimüslimlerin verdiği suları içer, onların sattığı et, peynir gibi gıdaları alırlardı. Hâlbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise ekseriya pis olur. Elleri, kapları şaraplı olur. Hayvanı Besmelesiz keserler. Eshab-ı kiram, bunlara rağmen, necis olduğunu kesin bilmedikleri için, vesvese etmez, bu çeşit gıdaları yerlerdi. (İhya)
İmam-ı Rabbânî hazretleri de, (Kâfirlerin yiyecek ve içeceklerinden sakınmak değil, bu hâlden kurtulmak ihtiyattır) buyuruyor. (3/22)
 
Hediyeyi haram etmek
Sual: Bir kimseye yiyecek hediye edilse, o da o hediyeyi yese, bir süre sonra, hediyeyi veren, ona herhangi bir sebeple darılıp, (Verdiğim şey sana haram olsun) dese, o yiyecek, hediye edilen kimseye haram olur mu?
CEVAP
Hayır, haram olmaz. Hediyeyi veren geri isterse, hediyesi yenmiş veya hediyede değişiklik meydana gelmişse, geri vermesi gerekmez. Hediye mevcut olsa ve bir değişiklik de olmasa bile, verilen hediyeyi geri istemek çirkindir. Bir hadis-i şerif:
(Verdiği hediyeyi geri isteyen, kustuğunu yalayan köpek gibidir.) [Buhârî

Kira alacakları

Sual: Sitenizde, (Memur ve işçilerin alacakları maaş ve ücretler, ellerine geçmeden önce nisap hesabına katılmaz) deniyor. Benim beş ay ev kirası alacağım var. Bunlar da mı zekât nisabına katılmaz?
CEVAP
İkisi ayrıdır. Biri haktır, öteki tahakkuk eden alacaktır. Evlerin tahakkuk etmiş kira alacakları nisaba katılır. Her türlü alacak nisaba katılır. Kira alacaklarının nisaba katılacağı S. Ebediyye’de şöyle bildiriliyor:
Deyn-i mütevassıt: Ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyaç maddelerinin satışları karşılığı ve binaların kira alacaklarıdır. Bunlar nisap hesabına katılır.
Memurların ve işçilerin alacakları maaş ve ücretler, ellerine geçmeden önce mülkleri olmaz. Maaş, ücret ele geçmeden önce, bunlar nisap hesabına katılmaz. Yani zekâtları verilmez. Satış karşılığı alınan bonolar, böyle değildir. Bunlar, hisse ve tahvil senetleri, her sene zekât hesabına katılır. (S. Ebediyye)
Maaşlar, hak edilmiş ücret iseler de, çalışanların mülkleri değildir. Fakat satılan evin karşılığı olan alacaklar, kira alacakları birer alacaktır. Bunlar nisaba katılır.
 
Baş denmez
Gözden akan her suya, merhametli yaş denmez,
Secdeye gitmiyorsa, öylesine baş denmez.

24 Ekim 2013 Perşembe

Alzheimer hastası

Sual: Zengin dedem, Alzheimer hastası oldu. Onun malından zekât vermek gerekir mi?
CEVAP
Diğer üç mezhepte verilirse de, Hanefi’de çocuğun ve delinin malından zekât verilmez.  
Alzheimer hastasının şuuru yerinde olmadığı zaman deli hükmünde olur. Zekât, namaz ve oruç gibi ibadetlerle mükellef değildir. Velisi onun malından zekât vermez. Şuuru yerinde iken namazını kılar, orucunu da tutar. Şuuru giderse orucunu bozması, namaz kılmaması günah olmaz. Zekâtını verecek kadar şuur sahibi ise, zekâtını da verir. Kurban bayramında şuuru yerinde olup da, (Kurbanımı kesin) derse, kurbanı da kesilir.
 
İsyanı yer taşımaz
İbretle bakan görür, anlar çağın hâlinden,
Yer taşımaz isyanı, yarılır vebalinden.

Ağızdan çıkmayan kan abdesti bozar mı

Sual: Diş kanasa, ama kan ağızdan dışarı çıkmasa abdest bozulur mu?
CEVAP
Bozulmaz. Ağzın içi, abdestin bozulmasında, iç organ sayılır. Orucun bozulmasında, bedenin dışı sayılır. Bunun için, diş etindeki veya ağızdaki kan, dışarı çıkmadıkça abdesti bozmaz. Ağızdan dışarı çıkınca, tükürükten çoksa bozar. Baştan gelen katı kan, çok olsa da bozmaz. Mideden, ciğerden gelen kan sıvı ise, az olsa da, abdesti bozar.
Bir şeyi ısırınca, o şey üzerinde kan görürse, bozulmaz. Misvak, kürdan üzerinde kan görünce, ağzına bulaşmadıysa, bozulmaz. Fakat oraya parmağını koyunca, parmağında kan görürse bozulur. Ağızda hâsıl olan kan, ağız dolusu değilse, bunun hâsıl olması ve bunu yutmak, abdesti de, namazı da bozmaz. Ağız bazen bedenin içi sayılır. Bunun için, oruçlu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. İnsanın içindeki necasetin mideden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki yaradan veya diş çektirmeden, iğne yapılan yerden yahut mideden ağza kan çıkması, abdesti ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veya yutunca, tükürük kandan çoksa, yani sarı ise, yine bozulmazlar. Mideden gelen başka şeyler ağza geldiği zaman da böyle olup, abdest ve oruç bozulmaz. Ağız dolusu olup, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur. Ağzın içi, bazen de, bedenin dışı gibi olur. Ağzına su alınca oruç bozulmaz. (S. Ebediyye)
Kan ve irin tükürükten fazla olursa veya tükürüğe eşit olursa abdesti bozar. Eğer tükürük fazla olursa abdesti bozmaz. (Dürer ve Gurer)
Ağızdaki kanı yutmak abdesti bozmadığı gibi namazı da bozmaz. Namaz kılan, dişlerinin arasındaki kanı yutsa, bu kan tükürüğünden çok olsa da, namazı bozulmaz. Namaz kılan biri, ister kasten olsun, ister unutarak olsun, bir şey yiyip içerse namazı bozulur. Ama namaz kılan, dişlerinin arasından çıkan kanı yutsa, bu kan, ağız dolusu değilse, namazı bozulmaz. (Hindiyye)
Ağızdan tükürüğe eşit veya fazla miktarda kan çıkarsa abdest bozulur. (Nimet-i İslam)
Kan, baştan kulağa veya burna aksa, eğer o kan gusülde yıkanması gereken burun deliklerinin ve kulağın deliğine aksa, ama dışarı çıkmasa abdesti bozmaz. (Halebî)

23 Ekim 2013 Çarşamba

Kumar ve içki

Sual: (Kumarın haram kılınma sebebi, insanı namazdan alıkoyması ve insanları birbirine düşman etmesidir. Bunun için de, kumar sınıfına girse de, her çeşit piyango haram değil, mekruhtur) diyenler oluyor. Namaza mâni olmazsa, kimseyi düşman etmezse kumar helâl mi oluyor?
CEVAP
Piyango kumardır. Kumar ise kesin olarak haramdır. İki âyet-i kerime meali:
(Ey inananlar, hamr [alkollü içki], kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.) [Maide 90]
(Şeytan, hamr ile ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister. Sizi, Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz [zararları bilinirken] bunlardan hâlâ sakınmaz mısınız?) [Maide 91]
İkinci âyet-i kerimede, içki ve kumarın zararlarından sadece ikisi bildiriliyor. (Şeytan, bunlarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister) deniyor. Öyle diyenlerin fasit kıyaslarına göre, namazdan alıkoymazsa, kimseyi birbirine düşman etmezse, içki de helâl olur. Hâlbuki bir kimse evinde bir yudum şarap içse, yani içtiği içki namaza mâni olmasa ve kimseye zararı dokunmasa da, yine haramdır, büyük günahtır. İki hadis-i şerif:
(Çoğu sarhoş eden şeyin, azını da içmek haramdır.) [Nesaî, Tirmizî]
(Bir zaman gelecek, içkinin adı değiştirilecek ve helâl sayılacaktır.) [İ. Ahmed]
Günümüzde çeşitli içkilere helâl diyenler olduğu gibi, kumar olan piyangoya da helâl diyenler çıkabiliyor. Alkollü olan her içki ve piyangonun her çeşidi haramdır.
Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" içkiyi, kumarı ve çalgıyı yasakladı. (Ebu Davud)
Peki, kumar nedir, ne yapılırsa kumar olur?
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Kumar sözü, kamr kelimesinden gelmektedir. Kumarcılardan her birinin malının artmak ve azalmak ihtimali vardır. Birinin malının yalnız artması, ötekinin yalnız azalması ihtimali varsa, kumar olmaz. (S. Ebediyye)
Birkaç kimse, aralarında para, mal toplayarak piyango çekip, isabet etmeyenlerin, isabet edenlere mal, para vermelerini sözleşmeleri kumardır. (Mecelle 2169)
Kumarın haram olması için namaza mâni olmak, düşmanlığa sebep olmak gibi bir şart yoktur. Düşmanlığa sebep olsa da, olmasa da, piyango kumardır, her kumar haramdır.
 
Gülü bülbül bilirmiş
Gonca gülün kadrini, ancak bülbül bilirmiş,
Senin sevgin ehline, âb-ı hayat gelirmiş.

Cennette monoton hayat yoktur

Sual: Bal yiyen baldan bıkacağı gibi, Cennetteki monoton hayat da insanı sıkmaz mı?
CEVAP
Cennette monoton hayat olacağını sanmak, Allahü teâlânın sonsuz kudretinden şüphe etmek, hâşâ Onu âciz sanmak olur. Dinimiz, iki günü aynı olanın ziyanda olduğunu bildiriyor. Âhirette de her gün nimetler artacak, iki gün eşit olmayacaktır. Her gün aynı şeylerden farklı ve daha fazla zevkler alınacaktır. Yine her gün, farklı şeylerle, farklı nimetlerle karşılaşılacaktır.
Allahü teâlânın kudretinden şüphe edilmez. İnsan, bilmediği şeyleri, bildiği şeylerle mukayese eder. Hâlbuki bilinmeyen şey, bilinen şeye kıyas edilmez. Hadis-i şerifte, (Dünya, ana rahmine göre Cennet, Cennete göre ise çöplük gibidir) buyuruldu. Çöplükle Cennet mukayese edilir mi? Ana rahmindeki bir çocuğun, nasıl ki, dünyaya gelip, çeşitli olaylarla karşılaşacağını bilmesi mümkün değilse, Cennete gidecek müminin de, orada kavuşacağı nimetleri bilmesi mümkün değildir.
Cennet nimetleri yanında, dünya nimetleri, onların gölgesi, resmi gibi bile değildir. Ağacın resmiyle kendisi nasıl aynı şey değilse, Cennet nimetleri yanında dünyadakiler de öyledir. Hadis-i şeriflerde, (Cennette hiç kimsenin görmediği, işitmediği ve hayâl edemediği nimetler vardır. Cennete giren ölmez, ebedî yaşar. Hep mutlu olur, üzülmez, ümitsizliğe düşmez, elbisesi eskimez, hastalanmaz ve gençliği gitmez) buyuruldu.
Rüya ile dünya hayatı bile mukayese edilmez. Rüyada gözlerimiz kapalı iken çok yerleri görürüz. Dilimiz oynamadığı hâlde konuşuruz. Yani görmemiz gözle, konuşmamız dille değildir. İşitmemiz kulakla, yürümemiz ayakla değildir. Rüyada hükümdar olsak ne çıkar. Az sonra uyanınca, hayâl olduğu görülür. İşte dünya hayatı da, rüya gibidir. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Nasıl ki, rüyadaki şeyleri bile dünyadaki nimetlerle mukayese etmek uygun değilse, dünyadaki şeyler de, Cennetteki nimetlerle mukayese edilmez. Bir hadis-i şerifte, (Cennet nimetleriyle, dünyadakiler arasında yalnız isim benzerliği vardır) buyuruldu. (Beyhekî)

22 Ekim 2013 Salı

Allah’tan başkasından yardım istemek

Sual: Ölüden, diriden yardım istemek, Fâtiha’daki, (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyete aykırı mıdır?
CEVAP
Hayır, aykırı değildir. Ölünün de, dirinin de bir şey yapmasına tesir eden kudretin, Allahü teâlâdan başka bir güç olduğunu göstermez. Mesela acıkanın, hiçbir sebebe yapışmadan, (Ya Rabbî, beni doyur) demesi, bu âyete uygun değildir, çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmıştır. Yemek yiyip doyanın da, doymayı Allah’tan bilmesi gerekir. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur, fakat yemeği sebep kılmıştır. (Yalnız senden yardım isteriz) diyenin fırıncıdan (Bana ekmek ver) diye yardım istemesi Allah’tan başkasından yardım istemek değil, Allah’ın emrettiği sebeplere yapışmak olur. Ölü veya diri evliyadan yardım istemek de, sebeplere yapışmaktır. Sebeplere yapışmak ise, Allahü teâlânın emridir.
Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı hâlde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hazret-i Âdem’i ana babasız yaratmış, fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır, fakat çocukların yaratılması için, ana babayı vesile, vasıta kılmıştır. Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi, bütün insanları da ana babasız yaratabilirdi, fakat ana babayı sebep vasıta kılmıştır. Onun âdeti böyledir. Onun için (Allah’a yaklaşmak için vesile arayın!) buyuruyor. (Maide 35)
Enbiya ve evliyadan yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak değildir. Her Peygamber sebeplere yapıştı. Rabbimizin yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Onun zafer vermesi için, savaş araçları yapıldığı gibi, onun duayı kabul etmesi için de, büyük zatların ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allah’ı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir, çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren, her şeyde, kendi kudretini gizleyen Allahü teâlâdır.

Çobanın oyu

Sual: Demokrasi havarisi kesilen bir ateist, (Çobanın oyu ile profesörün oyu aynı olmaz. Onun için çobanların oylarıyla iktidara gelmek legal olmadığı gibi, sandık da her şey demek değildir. Cahil halkın oylarıyla gelenlerin, darbelerle düşürülmeleri legal olur) diyerek çelişkiye düşüyor. Dinimizde bu oy işi nasıldır?
CEVAP
Önce şunu söyleyelim: Ateist sözünde samimi değildir. Çünkü onlara göre, ateist bir çoban, imanlı bir profesörden üstündür. Yine onlara göre, ateist olmayan, profesör de olsa aptaldır. Onlarda tahsil, bilgi değil, dinsizlik ölçüdür. Demokrasiye, millî iradeye inanmalarında da samimiyet yoktur. (Demokrasiyi savunuyoruz) dedikleri hâlde, sandıktan kendilerine muhalif olanlar çıkınca, (Sandıktan çıkmak her şey değildir) diyecek kadar, demokrasiye, millî iradeye, meydan okurcasına ters düşerler. Bunların demokratik özgürlük dedikleri şey, kendileri içindir. Kendileri yakıp yıkma özgürlüğü isterler. Başkalarının normal yürüyüşlerine, düşündüklerini söylemelerine bile tahammülleri olmaz. Karşıdaki bir şey söylese, ona sözle cevap vermek yerine kavgaya girip, çene kırıp, göz patlatırlar. Yani bütün özgürlükler kendilerinindir, başkalarının faydalanmasını istemezler.
Özgürlük ve demokrasi havarileri, hürriyet düşmanıdır. Açılma özgürlüğünü savundukları hâlde, kapanma hürriyetine düşman kesilirler. Mertçe konuşmazlar. (Biz de Müslümanız, dedemiz de hacca gitti, ninemiz de örtülü) derler, fakat Müslümanlığın birer emri olan kapanmaya, içki içmemeye, namaz kılmaya irtica; Müslümanlığın emirlerini uygulayanlara yobaz derler. Zinadan kaçan Müslümanlara, (Namus iki bacak arasında değil, kalbde olmalı) diyerek zinayı meşrulaştırmaya çalışırlar.
Demokrasi düşmanlarının egemen olduğu dönemlerde bunlar, adına (Müslümanlığı yıkma faaliyetleri) demeyip, (İrticayı önleme çalışmaları) diye örgütler kurmaya çalışmışlardı. Tek hedefleri İslamiyet’i yıkmaktır. Bunun için de, her zaman provokatörlük yapmaya çalışırlar, tahriklere başvururlar, ortalığı karıştırırlar. Müslümanlar, onların bu oyunlarına gelmemelidir.
Şimdi dinimizde, oy vermenin durumunu bildirelim: İslamiyet’te oy durumu ile bugünkü oy durumu kıyaslanamaz. Dinimizde istişare, herkesle değil, o işin ehli ile yapılır. Takva ve ilim sahibinin oyu hepsinden üstündür. Takva sahibi bile olsa, günümüzdeki binlerce insanın oyu, ilim sahibi bir İmam-ı Gazalî hazretlerinin oyuyla ölçülemez.
 
Hesap var
Çıkmayı öğrenmeli, dünya denen kafesten!
Kul hesaba çekilir, aldığı her nefesten.

21 Ekim 2013 Pazartesi

“Yalnız senden yardım isteriz” mealindeki âyet

Sual: Allah’tan başkasının iş yaptığını söyleyen, mesela (Aspirin ağrıyı kesti), (Resulullah'ın veya Abdülkadir Geylani’nin hürmetine Allah duamı kabul etti) diyen, Fâtiha sûresindeki (Biz yalnız senden yardım dileriz) mealindeki âyete göre, güya müşrik oluyormuş. İlaçtan, enbiyadan veya evliyadan yardım istemek şirk mi oluyor?
CEVAP
Hayır, şirk olmaz. İnsana yardım etme kuvvetini veren Allahü teâlâdır. Asıl, (Enbiya ve evliya yardım edemez) diyerek Allahü teâlânın kudretinden şüphe eden müşrik olur. Muteber bir menkıbe:
Ebul Hasan-ı Harkanî hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkışınca benden yardım isteyin) buyurur. Yolda talebelerini eşkıya yakalar. Kurtulmak için Allahü teâlâya dua ederlerse de kurtulamazlar. Bir talebe, (Yâ Ebel Hasan, imdat!) der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin neleri varsa alırlar. Sefer dönüşü hocalarına, (Biz Allah’tan yardım istediğimiz hâlde soyulduk, fakat şu arkadaşımız sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?) derler. O da, (Allahü teâlâ, günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, “Yâ Rabbî, bu talebemi kurtar!” dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbîmizdi) diye cevap verir. (Tezkiret-ül-evliya)
Vehhabiler, (Ölmüş evliya ve enbiyadan yardım istenmez) diyor. Mesela darda kalan insanlara, Hızır aleyhisselamın ruhunun yetiştiğini inkâr ediyorlar. Hâlbuki ruhun ölmediği, âyet ve hadislerle açıkça bildirilmiştir. (İmdat yâ Hızır) demek şirk olmaz, Allah’tan yardım istemek, sebebe yapışmak olur. (İmdat yâ Resulallah, şefaat yâ Resulallah) demek de şirk değil, Allah’tan yardım istemek olur. Allahü teâlâ yardım isteyenin sesini bu zatlara duyurmaya ve onların ruhlarına da yardım etme kuvvetini vermeye, elbette kâdirdir. Dirilere yardım etme kuvvetini veren Allahü teâlâ, ölmüş zatlara da vermektedir. Bunlara şirk demek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmek olur.
Evliyanın diri veya ölü olmasının farkı yoktur. Büyük bir zat vefat edince, feyzi kesilmez, hattâ artar. (İrşad-üt-talibin)

Müminlerin anneleri

Sual: Âlim bir babanın, (Oğlum mürted oldu) dediği bir Ondokuzcu, Resulullah efendimize saygısızca ismiyle hitap ettiği gibi, Hazret-i Âişe validemize de ismiyle hitap ediyor. Bu Ondokuzcular Kur’ana inanmıyorlar mı?
CEVAP
Evet, (Yalnız Kur’an) diyenler gibi, onlar da Kur’an-ı kerime inanmazlar. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde her peygambere ismiyle hitap ettiği hâlde, Peygamber efendimize ismiyle değil, (Habibim), (Resulüm) gibi güzel ifadelerle hitap etmiştir. Buna rağmen, özellikle Amerika’daki Ondokuzcular, (O da beşerdir, o da insandır) diyerek Resulullah'a ismiyle hitap etme saygısızlığında bulunuyorlar. Elbette beşerdir, insandır, ama (Seyyid-ül beşer) yani, bütün insanların efendisidir. Bütün peygamberlerin en üstünüdür. Bir hadis-i şerif:
(Kıyamette ben, bütün insanların seyyidiyim, efendisiyim.) [Buhârî, Müslim, Tirmizî]
Kur’an-ı kerimde, (Resulullah'ın zevceleri müminlerin anneleridir) buyuruluyor. (Ahzab 6)
Eğer Ondokuzcular, Kur’ana gerçekten inansalardı, annelerine ismiyle hitap etmez, (annemiz) veya (validemiz) derlerdi. Anneyle evlenilmez, anneye ismiyle hitap edilmez. Hele o anne, âlemlere rahmet olarak gönderilen kâinatın efendisinin hanımı ise, ona nasıl ismiyle hitap edilir? Neden radıyallahü anha denmez? Bu, Allah'a ve Onun bildirdiği Kur’an-ı kerime meydan okumaktan başka nedir?
Kur'an-ı kerime inansalardı, (Kur’anı biz indirdik, onun koruyucusu da biziz) âyetine inanırlardı. İnanmadıkları için, peygamber dedikleri Rashat Khalife gibi, (Tevbe sûresine iki âyet ilave edilmiştir) diyorlar. Kur’an-ı kerime inansalardı, bunu asla söyleyemezlerdi.
Birçok âyette, (Resulüme uyun!) buyurulduğu hâlde, hiçbir hadis-i şerifi de kabul etmezler. Kur’an-ı kerime inanmaları görünüştedir, aldatmacadır. Bunlar, âyetleri tevil edip, Kur’an-ı kerimi kendi bozuk zihniyetlerine uydurmaya çalışarak, (Bakın biz Kur’andan söylüyoruz) derler. Dinimizdeki dört delili kabul etmeyenlerden uzak durmak gerekir.
 
İslam’a uy
Bildiğin bilmediğin, her günaha tevbe et!
İslam’ın hükmüne uy, emri yasağı gözet!

İyilik etmenin zirvesi

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
(Men hadime hudime) yani (Hizmet edene hizmet edilir) hadis-i şerifi gösteriyor ki, kim hizmet ettiyse, mutlaka birileri de ona hizmet eder. Birine iyilik yapanın, yani hizmet edenin, bunun karşılığında ne kadar çok iyilik göreceğini ancak Allah bilir. Ona insanlardan iyilik gelmezse, melekler yardıma gelir. Çünkü Cenab-ı Peygamber, hâşâ boş konuşmaz. Onun için bir lokma ekmekle de olsa, yani küçük bir şey de olsa, bir şeyler yapıp iyilik etmelidir.
Hazret-i Ali, (Ben, hayatta hiç kimseye iyilik etmedim, her şeyi kendim için yaptım) buyurunca, bunu duyanlar, (Size inanıyoruz, ama bu söylediğinizi anlayamadık, sizin çok iyilik yaptığınızı biliyoruz) derler. Bunun üzerine buyurur ki:
(Kime ne iyilik yaptıysam, o kimse sadece sevindi, ama bana da en az on kat sevab yazıldı. Yani en az bire on aldım. Ben şimdi kendime mi, yoksa karşımdakine mi iyilik etmiş oldum? Elbette asıl iyiliği kendime yaptım. O birkaç günlük dünyada biraz sevindi, hâlbuki benim kazandıklarım âhirette karşıma çıkacak. Esas kazanç, âhirette ele geçendir. Âhirette benim defterim açıldığı zaman, yaptığım iyiliklerin karşılığını Allahü teâlâ bana bol bol ihsan edecek, çünkü Kur’an-ı kerimde, (İyilik etmenin karşılığı iyilik bulmaktır) buyuruyor.)
O hâlde akıllı mümin, elinden geldiği kadar iyilik etmelidir. İyiliğin de azı var, ortası var, çoğu var, ama bir de en çoğu var. İyiliğin en çoğu, birini ateşte yanmaktan kurtarmaktır. Biri ateşe gidiyorsa, onu ateşten kurtarmaktır. İşte bunun yolu da, itikadını düzeltmesi, dinini doğru öğrenip yaşaması için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından insanlara vermektir.
İnsan kimi severse, kime itaat ederse elbette âhirette de onunla beraber olacaktır. Sevmek, kuru kuruya seviyorum demek değildir. Sevgi itaattir, kendi aklına değil, sevip bağlandığı evliya zatın bildirdiklerine itaat etmek lazımdır.
İnsanın kalbi, iradesi, arzusu neye meylederse, Cenab-ı Hak, o yolu ona kolaylaştırır. Mesela bir meslek sahibi olmak için çalışan, sonunda maksadına ulaştığı gibi, insanlara iyilik etmek isteyene de, Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin sevgisini, yolunu, hizmetlerini nasip eder. Buna kavuşan da kurtuluşa erer.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Her kaptan, içindeki dışına sızar

Güzel ahlaklı olmalı, herkese iyilik etmeli. (Ama bu, iyiliğe lâyık değil) diyerek iyilikten vazgeçmemeli. Karşımızdaki ne olursa olsun, biz kendimize bakmalıyız. Hiçbir zaman kan kanla, idrar idrarla temizlenmez, ikisi de su ile temizlenir. Biz su olalım da, o ne olursa olsun!
İnsanlar hangi ahlak ve fazilet üzere ise, ona göre konuşur ve davranır. Peygamber efendimiz, (Her kaptan içindeki sızar) buyuruyor. Su kabından su, şarap kabından şarap dökülür. Yani her kapta ne varsa, dışarıya o sızar. İnsanda da, kalb denilen bir kap vardır. Buna ne doldurursak, ağzımızdan o çıkar ve yaptıklarımız da ona uygun olur. Mesela kalbde cömertlik varsa, elinde ne varsa verir. Bu kalbde ne güzellikler varsa, etrafımızdakilere ona uygun davranırız. Ama eğer içimiz fısk fücur, intikam, hırs, can yakıcı duyguyla doluysa, daima etrafına sıkıntı veren insanlar oluruz.
Bazı büyük zatlar bazen öyle kimselerle ortaklık kurarlardı ki talebelerin aklı ermezdi. Hatta bazıları (Bu adamla işbirliği yapılır mı?) diye şüpheye düşerlerdi. Ama birlikte iş yaptıkları o bozuk ahlaklı kimseler, hayatları boyunca hep o zatlara dua etmişlerdir. Çünkü onlar da insandır, bir güzellik gördükleri zaman, onlar da hayran olurlar ve ahlakları değişir.
Bir gün biri İsa aleyhisselama çok hakaret eder, kötü şeyler söyler. En sonunda İsa aleyhisselam, (Bana söyleyeceklerin bitti mi?) buyurur. (Bitti) cevabını alınca, (Ben peygamberim. Eğer hastan varsa, dua edip iyileşmesine sebep olayım. Paran yoksa, para temin edeyim. Bir üzüntün varsa çare olayım. Benden ne istiyorsun?) buyurur. Adam çok şaşırır ve oradan ayrılır. İsa aleyhisselam, çirkin hakaretlere karşı çok güzel şeyler söylemiştir. Havariler İsa aleyhisselama, (Bu kişi size hakaret etti. Siz ise tam aksini söylediniz, üstelik yardımcı olmak istediniz. Bunun hikmeti nedir?) dediler. (Herkes, yanında ne varsa ondan verir. Herkes kendi sermayesini kullanır. Onun sermayesi o, benim sermayem bu. Onun sermayesi bende yok, benimki onda yok. Ben o olamam) buyurur.

Dolgu ve taklit

Sual: Dişin içi değil, üstü yıkanır. Dolguda, dişin üstü yıkandığı hâlde niye gusle mani oluyor?
CEVAP
Dişin dışına sakız yapışsa, altına su geçmezse gusül caiz olmaz. Dolgu da sakız gibidir, dişe su geçirmez. Diş çürüyünce çürük kısmı dişin dış kısmı oluyor. Doldurulunca dış kısmı kapanıyor, o kısma su değmiyor. Başka örnekler de verelim:
1- Gusülde sadece kulağın dışı yıkanır. Küpe için delinmişse, delinen kısım artık vücudun dışı haline geliyor ve yıkanması gerekiyor.
2- Bir parmağın yarısı kesilse, kesilen yer artık vücudun dışı olur, kesik yer yıkanmazsa, abdest de, gusül de sahih olmaz.
3- Kolumuz bilekten kesilse, kesilen yer, artık vücudun dışı olmuş olur. O kısmın yıkanması şart olur.
Diş de bunlar gibidir. Dişin yarısı kırılsa, kırılan yer, vücudun dışı sayılır. Dış kısmını da, gusülde yıkamak farzdır. Yahut dişin üstü bir madenle kaplansa, dişe su geçmeyeceği için gusül sahih olmaz. Bunlar gibi, dişin çürük kısmı temizlenince, burası artık dişin dışı oluyor ve gusülde orasını yıkamak Hanefî'de farz olduğu için, gusülde ağzın içini yıkamak farz değil diyen Mâlikî’yi taklit gerekiyor.
Diş dolgusu yaraya benzetilemez. (Kaplamanın altındaki yara yıkanmaz, mesh kâfi gelir) demek cahilliktir. Vücuttaki yaraların üstüne konan sargıya mesh edilir. Yara iyi olduktan sonra, sargıya mesh caiz olmaz. Eğer bu sargıyı kaldırmakta da bir güçlük olursa, sargıyı çıkarıncaya kadar altını yıkamak gerekmez. Çünkü bu zaruretle, yani yarayı tedavi etmek, eski hâline getirmek için konulmuştur. Kaplama ve dolgu ise, dişi eski hâline getirmiyor. Hasta dişin, oyuk dişin o hâliyle bir müddet daha kullanılmasını sağlıyor. Eğer dolgu, dişin çürüğünü kaldırıp eski hâline getirseydi, sargı gibi zaruret olurdu.
Kaplama üstüne mesh etmek, yara üzerine mesh etmek gibi değildir. Bunun için sargıyla dolgu birbirine kıyas edilemez. (Ayaktaki meste mesh edildiği gibi dişe de mesh edilir) demek daha çok yanlış olur. Mesh, yalnız ayaktaki meste yapılır, oje üstüne veya kaplama diş üstüne yapılmaz. Dinimiz oyuncak hâline getirilemez. Fıkhî hükümlerin dışına çıkarak, reformlar yapmak çok tehlikelidir.

Bedel işi Hristiyanlıkta olur

Sual: Hristiyan iken Müslüman olan bir hoca, (Dua ederken, evliya olmak gibi büyük şeyler istenirse bedeli ağır olur. Allah, bedel almadan yüksek şeyleri vermez) diyor. Allah, niye bedel istiyor ki?
CEVAP
Bedel işi Hristiyanlıkta vardır. Hristiyanlar diyor ki:
İlk insanın günahından dolayı, bütün insanların cehennemlik olması icap etti ve bedel olarak en son biricik oğlu dünyaya gelip kanını dökmedikçe af mümkün değildi. Onun için Allah, biricik oğlunu kurban etti.
[Hâşâ Allahü teâlâ için, (Bir günahı affedebilmek için, oğlunun kanını dökmekten başka çare bulamadı) demeleri ne kadar çirkindir. Papazların ifadelerine göre, eski şeriatlarda, her günah için bir kurban kesilmesini Allah emretmiş, günahın bedelinin de kan akıtmak olduğunu bildirmiş ve şu günah için şu kadar hayvan kurban edeceksin diye emir vermiş. Her günah için bedel, kan akıtmak imiş. Ahd-i Atik’te de böyle olduğu yazılı imiş. Fakat o ilk günah için hayvan kanı bedel olamaz imiş, insan kanı akması lazım imiş. İncil’in beyanına göre, hâşâ Allahü teâlâ, başka çare bulamamış da, günahkâr kullarını affetmek için, biricik oğlunu kurban etmiş ve insan kanı akıtarak, onlara babalarından miras kalan, o ilk günahı affetmiş.] (C. Veremedi)
Bu bedel safsatası Hristiyanlıktadır. Müslümanlıkta bedel istemek yoktur. Rabbimizin bedele ihtiyacı yoktur. İhsan ederek verir. Allahü teâlânın 99 isminden biri Vehhâb’dır. Vehhâb, karşılıksız veren, çok fazla ihsan eden demektir. Bir ismi de, Kerîm’dir. Kerîm, keremi, lütfu ve ihsanı bol, karşılıksız veren, çok ikram eden demektir. Allahü teâlâ, ismine aykırı iş yapmaz. Hazinesi sonsuzdur, vermekle asla bitmez. İstemesi caiz olan şeylerin, en çoğunu istemelidir. Peygamber olmayı istemek caiz değilse de, evliya olmayı istemek caizdir. (Allah bedel ister) diye hiçbir şey yoktur. O ihsan sahibidir. İhsan, cömert olarak vermek demektir. Bedel istemek, ihsan sahibine yakışmaz. Üç âyet-i kerime meali:
(İman edip iyi işler yapanlara [Allah] ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir.) [Nisa 173]
(Yâ Rabbî, bize rahmetini ihsan eyle! İhsan sâhibi ancak sensin.) [Âl-i İmran 8]
(De ki, lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir, rahmeti geniştir ve her şeyi hakkıyla bilir. Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, bol nimet sahibidir.) [Âl-i İmran 73, 74]
İki hadis-i şerif:
(Agâh olun, Allah hakkında hüsnüzanda bulunun. Muhakkak ki Allahü teâlâ, her kula hüsnüzannına göre çok şey verir, hattâ daha da fazla ihsan eder.) [Ebu-ş-Şeyh]
(Allahü teâlâ ihsan sahibidir. Öyle ise siz de ihsanda bulunun!) [İbni Adiy]
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, çok büyük ihsan sahibidir. (1/256)
Öyle bir ihsan sahibidir ki, kerem ve ihsanlarını dost ve düşman, herkese saçıyor. (3/17)
Bu, Allahü teâlânın öyle bir nimetidir ki, dilediğine verir. O, büyük ihsan sahibidir. (1/3)
Behaüddin-i Buhârî hazretleri, (Biz ihsan olunmuşlardanız!) buyurdu. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsan sahibidir. (1/302)
Bekara sûresinde mealen, (Allahü teâlâ dilediğine kat kat verir) buyuruldu. Bunun içindir ki, birkaç günlük iyi işe karşılık, sonsuz nimetler verecektir. O çok ihsan sahibidir. (1/214)
Allahü teâlâ, büyük ihsan sahibidir. Çok yüksekleri istemelidir. Ele geçenlerle oyalanmamalı, bunların ötesini aramalıdır. (1/285)
Vücudumun her zerresi, gelse de dile,
Şükrünün binde birini yapamaz bile.
Hastalık, bela, sıkıntı günahlara kefaret olur. Kulun günahlarını affettirici ibadeti yoksa, uğradığı belalar, onun günahlarını affettirir. Kulun günahları affolunca, istediği derecelere yükselir. Onun için bazı kimseler belaya maruz kalır. Şu iki hadis-i şerif bunu açıkça bildiriyor:
(Kul, Allahü teâlâ katındaki dereceye ameliyle kavuşamazsa, uğradığı belalar o dereceye kavuşmasına sebep olur.) [Ebu Nuaym] (Buna bedel denmez.)
(Kul, ameliyle kendisine takdir edilen mertebeye ulaşamıyorsa, kendisine, ailesine veya malına gelen belalar, ezelde onun için takdir olunan dereceye nail olmasına sebep olur. Allahü teâlâ o kula belalara sabretmesini nasip eder.) [Buhârî] (Buna bedel denmez.)
Allahü teâlâ, ihsan sahibidir, bedelsiz, karşılıksız verir. Nitekim buyuruluyor ki:
Bizi yoktan var eden, en güzel şekli ve lüzumlu uzuvları ihsan eden, her birini bir ahenkle işleten, akıl ve zekâ bahşeden, çeşitli nimetleri karşılıksız ihsan eden ve bize hiç ihtiyacı olmayan, sonsuz kudret sahibi olan Allahü teâlâya şükretmemek çok büyük suçtur. (İslam Ahlakı)
 
İhtiyaçlar bitmez
Ahmağın borcu bitmez, tükenmez ihtiyaçlar!
Bir borç daha bitmeden, diğeri hemen başlar.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Arefe gününün önemi

Sual: Arefe günü neler yapmalı?
CEVAP
Arefe günü sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar, 23 farz namazın bitiminde selam verince, teşrik tekbiri okumak vacibdir. Bir kere, (Allahü ekber, Allahü ekber, La ilahe illallahü, Vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd) denir. Camiden çıktıktan sonra veya konuştuktan sonra okumak gerekmez. İmam tekbiri unutursa, cemaat terk etmez. Erkekler, yüksek sesle okuyabilir. Bu tekbir getirilen günler, Arefe, bayram ve eyyam-ı teşrik denilen üç gündür, hepsi beş gün ediyor. İlk güne Arefe, ikinci güne bayram, Zilhiccenin 11., 12. ve 13. günü olan diğer üç güne de, eyyam-ı teşrik [teşrik günleri] deniyor.
Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutmak sevabdır, fakat Arefe günü oruç tutmak daha çok sevabdır. Birkaç hadis-i şerif:
(Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sur’a üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevab yazılır.) [R. Nasıhin]
(Arefe günü tutulan oruç, bin gün [nafile] oruca bedeldir.) [Taberanî]
(Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına kefaret olur.) [Müslim]
(Arefe günü [Besmeleyle] bin İhlâs okuyanın günahları affolup duası kabul olur.) [Ebu-ş-şeyh]
(Şeytan, Arefe gününden başka zaman daha zelil, rezil, hakir ve kinli görülmez.) [İ. Malik]
(Allahü teâlâ, Arefe günü zerre kadar imanı olanı affeder.) [Gunye]
(Duanın faziletlisi, Arefe günü yapılandır.) [Beyhekî]
(Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah’ın kıymet verdiği bir gündür.) [Deylemî]
(Arefe gecesi ibadet eden, Cehennemden azat olur.) [S. Ebediyye] (İbadet olarak, ilim öğrenmek en faziletlisidir. İlmihâl okumakla en uygun ilmi öğrenmiş oluruz.)
(Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.) [Taberanî]
Bu uzuvlarına sahip olmak, bunlarla günah işlememek, yani gıybet, çalgı, harama bakmak gibi günahlardan uzak durmakla olur. Bunlara riayet eden Arefe gününü değerlendirmiş olur

Meyveleri yıkamalı

Sual: Kabuğuyla yenmeyen meyve veya sebzeleri, mesela muz, kavun ve karpuz gibi şeyleri yerken yıkamaya gerek var mı?
CEVAP
Açıkta satılan şeylere göz değer. Onun için, her meyve ve sebzeyi yıkamak iyi olduğu gibi, simit gibi açıkta satılan ve herkesin gözünün değdiği yiyecekleri de, mecbur kalmadıkça almamak iyi olur.
 
İslam’a uyan
İslam’a uysa kişi, hayırlı olur işi,
Bakışları netleşir, ayırır şeşi beşi.

Kapora vermek

Sual: Kapora verme işi, daha çok ev veya araba satarken oluyor. Satıcı, (Bize kapora ver ki, evi veya arabayı başkasına satmayalım) diyor. Alıcı daha ucuz ev veya araba bulunca satıştan vazgeçiyor. Aldığı kapora satıcıya helâl olur mu?
CEVAP
Yapılan satış sözleşmesini, tek taraflı olarak alıcı da, satıcı da bozamaz. Her iki tarafın rızasıyla sözleşme bozulmuşsa, kaporasını verir. Sözleşmeden vazgeçtiği hâlde, kaporasını vermemesi haram olur.
 
Bitmeyen gaflet
Bu hâl ne vakte kadar, böyle devam edecek?
Uzun süren bu gaflet, nereye dek gidecek?

Gerçek hayat, öldükten sonra başlar

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müslüman, sadece Cennetin nimetlerini ve sonsuzluğunu veya Cehennemin sonsuz olduğunu ve azabının şiddetini düşünse, başka şeye ihtiyacı yoktur. İdama götürülen biri, o ipten başka ne düşünür? Yiyip içmekten kesilir, (Şunu bunu yapacağım!) hayâli nerede kalır. Doktor inceleyip, (Sen kansersin) dediği zaman, o kimse de kanser olduğunu anlayınca, artık erimeye başlar...
Ölümün başa geleceğini hiç unutmamalı. Herkes buna mahkûmdur ve herkes ölecektir. İnsan ölünce bir hiçtir. Mal, mülk, evlat ve başka neyi varsa, hepsi bir anda yok olur. Asıl hayat işte o gün başlayacaktır. Değer mi bu kadar kısa ömürde, azmaya, kudurmaya, hepsini bırakıp gideceğimiz malın mülkün peşinde koşmaya, bunların sevdasıyla ölmeye?
Allahü teâlâya tevekkül, güven ve iman azaldıkça, insan kendini emniyette hissetmek için, birçok tedbir peşinde koşar. Şu emeklilik, şu tarla, şu banka, şu ev diyerek, bunlarla meşgul olur. Hâlbuki bunların hepsi boştur.
Fidan gibi genç delikanlılar bile ölüyor. Bir gün yok ki, eşten dosttan, tanıdıklardan ölüm haberi gelmesin. Anlayan için, bu haberler ölümü hatırlamak ve ibret almak bakımından çok önemlidir. Çünkü (Neşenizi kıran, lezzetlerinizi yok eden ölümü çok sık hatırlayın) hadis-i şerifi bunu vurguluyor. Ölüm, hayâl olan bu hayatın sonu ve ebedî olan asıl hayatın başlangıcıdır.
Cenab-ı Hak bir kılcal damarımızı tıkasa ki, vücudumuzda uç uca eklense dünyayı dolaşacak kadar çok kılcal damar vardır, az bir zaman tıkalı kalsa felç oluruz. Bu tıkanıklığı kendi kendimize açabilir miyiz? Hele beyne giden veya kalbe giden bir pıhtı hemen felç yapar, o zaman trilyonlarımız olsa ne işe yarar? Bir kılcal damar veya bir sinir kopsa, her şey biter... Hâl böyleyken, (Bir ay veya bir yıl sonra, ben ne ile geçineceğim?) diye düşünüyoruz. Biz şimdi yaşıyoruz, ayaktayız, sıhhatteyiz, bu hizmetleri yapıyoruz. Bütün bunlar parayla pulla mı, yoksa Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle mi oluyor? Bunu iyi düşünmeli. Önce bu nimetlerin şükrünü eda etmeli. Sonra zaten paraya pula, mala mülke gönül bağlamaya sıra gelmez...

12 Ekim 2013 Cumartesi

Soğuk Cehennem (Zemheri)

Sual: Ateistler, (İslamiyet, sıcak bölgede faaliyet gösterdiği için, insanlar hep ateşle korkutulmuştur. Kutuplarda olsaydı, soğuk azaplardan bahsedilirdi. Şimdi din kitaplarında niye soğukla azaptan bahsedilmiyor?) diyorlar. Bazı kimseler de, (Şeytan ateşten yaratıldığı için Cehennem ateşi onu yakamaz, onun için şeytan açıkça meydan okuyor) diyorlar. Yine bir yazar da, (Kâfirler Cehennemde zamanla ateşe alışır ve artık ateş ona azap edemez) diyor. Bu konuda dinimizin hükmü nedir?
CEVAP
Önce şunu bilmek gerekir: Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Kudreti sınırlı olan, ilah olamaz. Allahü teâlâ, şeytana ve diğer kâfirlere azap etmekten âciz değildir. Kâfirlerin azapları hafiflemez, aksine artar. Bu konudaki âyetlerden birkaçının meali şöyledir:
(Kâfirleri, en şiddetli azapla cezalandıracağım.) [Al-i İmran 56]
(Onların azapları hiç hafifletilmez.) [Bekara 86]
(Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti kâfir olarak ölenlerin üzerinedir. Lânette temelli kalırlar, azapları da hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Bekara 161, 162]
(Onların azapları hafifletilmez ve tehir de edilmez.) [Nahl 85]
(Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur.) [Zuhruf 75]
Cehennemde sadece ateşle azap edilmez. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1- Dondurucu soğukla azap,
2- Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3- Başına topuzlarla vurarak beynini parçalamak,
4- Aç bırakmak,
5- Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6- Vücutları çok büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7- İrinli su içirmek,
8- Gayya kuyusuna atmak,
9- Uçurumlardan yuvarlamak,
10- Zifiri karanlıkta azap,
11- Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12- Azapların her gün katlanarak çoğaltılması ve sonsuza kadar devam etmesi,
13- En büyük azap da, Allahü teâlânın kahır sıfatıyla görülmesidir. Bu azap, diğer Cehennem azaplarından çok daha şiddetli olacaktır.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki: Cehennemin bir bölümüne Zemherir (Zemheri) denir. Çok soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir, bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra ateşe atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)
Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i saadet ve Dürret-ül-fahire kitaplarında yazılıdır. Buhârî, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da Zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. Reşahat kitabında da, (Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir) deniyor.
İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Eşbah, Akâm-il-Mercân)
Allahü teâlânın, şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap etmeye elbette gücü yeter. Âciz insanın yaptığı demir testere, demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzemez. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı hâlde, yaratılış maddelerine benzemez. Melekler nurdan yaratılmıştır. Kar ve ateşten yaratılanları da vardır. Mektubat-ı Rabbanî’deki bir hadis-i şerifte, (Meleklerin bir kısmı ateşten ve kardan yaratılmıştır. Bunlar, “Ateşle karı bir arada bulunduran Rabbimizde hiçbir noksanlık yoktur” derler) buyuruldu. (m. 260)
Bu melekler ateş ve kardan yaratıldığı hâlde ateş ve kar değildir.
Cehennem melekleri olan Zebaniler, Cehennemde emrolunan vazifelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Denizin balığa zararlı olmaması gibidir. (Herkese Lazım Olan İman)
Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Ve hüve ala külli şey’in kadir = Onun her şeye gücü yeter) buyuruluyor. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’ın olduğunu elbette bilirsin. O dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir.) [Maide 40]
(Allah, sana bir sıkıntı verirse, Ondan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse, onu başkası engelleyemez. O, her şeye kadirdir.) [Enam 17]
Cehennem azapları çeşit çeşittir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar. “Suçluyu yakalayın, Cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün” denir.) [Duhan 43-48]
(Elbette zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız; kaynar sudan içeceksiniz; susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!) [Vakıa 52-56]
(Cehennemde ona irinli su içirilir! O suyu yudumlar, ama yutamaz. Ölüm [öldürücü azap] ona her yönden gelirse de, ölüp kurtulamaz, arkasından çetin bir azap gelir.) [İbrahim 16, 17]
(Kâfirler için hazırlanan yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının!) [Bekara 24]
(Âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokarız; onların derileri yandıkça, daha fazla acı duymaları için derilerini değiştiririz. Allah güçlü ve hakîmdir!) [Nisa 56] (Onların derileri değişmese de, Allahü teâlânın azap etmeye gücü yeter. Ancak yeni deriler yaratarak azapları artıyor.)
(Onların azaplarını kat kat artıracağız.) [Nahl 88] (Cennette, müminlere nimetleri her gün kat kat artırıldığı gibi, Cehennemde de kâfirlere her gün azapları katlanır. Katlanarak çoğalan azaplar sonsuza kadar böyle devam eder. Bu, Allahü teâlâ için güç bir şey değildir. Ol demesi yeterlidir.)
Kâfirlere böyle azap edilirken müminler rahat içindedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Müslümanlar, Cennette koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; orada ne yakıcı sıcak görülür, ne de dondurucu soğuk.) [İnsan 13] (Yakıcı sıcak, dondurucu soğuk Cehennemdedir.)
(Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insan ve taş olan ateşten koruyun.) [Tahrim 6] (Taşı yakan âhiret ateşine, zamanla insanın derisi nasıl alışır? Dünya ateşine bile hangi odun, hangi kereste alışabilir ki? Ateş yakar, odun yanar. Ateşe alışmak tâbiri çok yanlıştır.)
Bu âyeti dinleyen bir genç, bu nasıl taş diye sorunca, Resulullah efendimiz, (O taşlardan biri bir dağ üstüne atılsa, bütün dağlar [bütün dünya] kül olur) buyurdu. (İbni Ebi-d-dünya)
Yukarıdaki âyet-i kerimeleri açıklayan hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Kâfirler, Cehennemde isteklerinin hiçbiri karşılanmayınca, “Yâ Mâlik, Rabbin hiç değilse canımızı alsın” derler. O da “Siz ölmeden, hep böyle azapta kalacaksınız” der.) [Tirmizî] (Zuhruf sûresinin 77, Mümin sûresinin 49 ve 50. âyetleri de aynı mealdedir.)
(Cehennemliklere ateş dokununca, yakıp kömür eder.) [Müslim]
(Cehennemden bir damla su gelse, dünyayı zehir eder.) [Beyhekî]
(Cehennem yılanının soktuğu kâfirin bütün etleri dökülür. Cehennem akrepleri kâfiri soktuğunda, zehrinin acısı, Cehennem ateşini unutturur.) [Hâkim]
(Cehennem halkının yiyeceği olan zakkumdan bir damla, sulara karışsa, hepsini zehirler, içilmez hâle getirir. Ya bütün yiyecekleri zakkum olanların hâlini düşünün!) [Hâkim, Tirmizî]
(Cehennemde yılanın soktuğu kimse, 70 yıl acısını çeker.) [İ. Ahmed, Taberanî, Hâkim]
(Cehennemin demir topuzuyla, bir dağa vurulsa, dağ parçalanır kül hâline gelir.) [Hâkim]
(Allahü teâlâ, ateşe iki defa nefes almaya izin verdi. Biri yazın, biri kışın. Yazın en şiddetli sıcağı ile kışın zemheri soğuğu onun iki nefesidir.) [Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace, Nesaî]
Yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın her şeye gücü yettiğini, azap etmekten âciz olmadığını, şeytana ve kâfirlere, artırarak sonsuza kadar, çeşitli şekillerde azap edeceğini göstermektedir. Bazı şeylere güç yetiremeyen, ilah olamaz.
 
Kurban kes 
Eğer, gücün yeterse, Allah için kurban kes!
Sırattan tez geçirir, aldırır rahat nefes.