31 Ağustos 2013 Cumartesi

Domuz yağı yenmez

Sual: (Ben resulüm yani peygamberim) diyecek kadar sapıtan ve bâtıl bir din kuran Mısırlı Reşat Halife, (Domuzun eti haram, ama yağı helâldir, çünkü Kur’anda domuzun sadece etinin haram olduğu bildiriliyor, yağı ve başka yeri denmiyor) diyor. Domuzun eti haram olunca, yağı, bağırsakları ve bağırsaklarındaki pislikleri helâl olur mu?
CEVAP
Elbette helâl olmaz. İslam âlimleri, (Bid’at ehli Kur'an-ı kerimi anlayamaz) buyuruyor. Kur’an-ı kerim sanki Anayasa gibidir. Anayasa kanunlarla açıklanır. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, genelde şartsız söylenir. Şartsız söylenince, bazı şartları olur. Mesela Kur’an-ı kerimde, (Kan haramdır) buyuruluyor. Buradan her çeşit kanın haram olduğu anlaşılmaz. Resulullah efendimiz, “sallallahü aleyhi ve sellem” akan kanın haram olduğunu bildirmiştir. Karaciğer ve bir kan deposu olan dalağın içindeki kanın haram olmadığını açıklamıştır. Etlerin içinde bulunan kanlar da haram değildir. Yine aynı âyet-i kerimede, başka hayvan tarafından öldürülen hayvanın da, yenmeyeceği bildiriliyor. Bunun şartlarını da Peygamber efendimiz şöyle açıklıyor:
(Eğitilmiş av köpeğini, Allah'ın adını anarak av üzerine gönderdiğin zaman, senin için tuttuğu avı öldürmüş olsa bile onu ye! Ancak köpek yakaladığı avı yemişse o yenmez, çünkü yakaladığı avı kendi için tutmuş olur.) [Buhârî]
Bu hadis-i şerifin açıklamasını da, fıkıh âlimleri kitaplarına yazmışlardır:
Eğitimli bir tazı, bir tavşanı öldürüp getirse, bakılır, eğer kendi için öldürmüşse, yani birazını yemişse o yenmez. Hiç dokunmadan getirmişse yenir. Onun için tazıya, alışıp da tavşanı yemesin diye, pişmiş et verirler. Bunları âyet-i kerimeden ve hadis-i şeriften biz nasıl çıkartırız ki?
Yine âyet-i kerimede, boğazlanmadan ölen hayvanın yenmeyeceği bildiriliyor. Peygamber efendimiz bunun istisnasının olduğunu açıklayıp buyuruyor ki:
(Size iki meyte [ölmüş hayvan] ve iki kan helâl kılındı. İki meyte balık ve çekirge, iki kan da karaciğer ve dalaktır.) [İbni Mace]
Peygamber efendimiz bunu açıklamasaydı, ilmihal kitaplarından işin doğrusunu öğrenmeseydik, balık yiyemezdik. Kanı açıklamasaydı, dalağı yiyemezdik. Hâlâ âyet-i kerimeyi anlamayıp dalağa haram diyenler var.
Reşat Halife, bid’at ehlinin daniskasıdır. Kur’anı anlaması asla mümkün olmaz. (Domuzun sadece eti haramdır) demesi bunu açıkça gösteriyor. Demek domuzun pisliğine de helâl diyebiliyor. Kur’anda yazmıyor diye, köpek etine helâl diyen zındıklar az değildir. Allahü teâlâ, Peygamber efendimizi niye gönderdi? O, Kur’anı açıklamasaydı, köpek etinin haram olduğunu kim nereden bilecekti? Çinliler gibi, önümüze ne haşerat çıksa yerdik. O hâlde, âyet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin açıklamaları olan muteber ilmihâl kitaplarıyla amel etmeliyiz.
 
Sevenle beraber
Kişi sevdiğiyle beraber olur,
Hak dostunu seven, elbet kurtulur.

Hasreti çekilen insan

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müslümanın imanının parlaklığı, işlerindeki hassasiyetle ölçülür. Konuşurken, alışverişte veya başka bir iş yaparken rıza-i ilahi için mi, yoksa insanların takdirini kazanmak, nefsini tatmin etmek veya başkasına gösteriş için mi yapıyor? İmanının parlaklığı, işte o anda belli olur. (Allahü teâlâ, sizin şeklinize, işinize, gücünüze bakmaz, kalbinize yani niyetinize, o anda onu niçin yaptığınıza bakar) hadis-i şerifinden de anlaşıldığı gibi, Allahü teâlâ, (Kulum bunu niçin alıp veriyor? Kulum bu ibadeti, bu hayır hasenatı niçin yapıyor, ilmi niçin öğreniyor?) diye soracaktır. İşte âhirette bize sorulacak olan bu (Niçin?) sorusuna doğru cevap verebilmek için, her işimizi Allah rızası için yapmalıyız.
O gün her şey, açığa çıkacak, ihlâslı ve ihlâssız olanlar ayrılacaktır. İhlâslı ameller sağ kefeye, ihlâssız olanlar sol kefeye konacak. İhlâssız olan, perişan olup kafasını taştan taşa vuracaktır. Ama boşuna! Artık dünyaya bir daha gelme imkânı yoktur. Evet, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda dinimize yapılan hizmetler çok kıymetlidir, ama yaptığımız hizmetlere de güvenmemeli. Çünkü Peygamber efendimiz,(Allahü teâlâ bu dini fâcirlerle [kötülerle] de kuvvetlendirir) buyuruyor. Bu yüzden, niyetlerimizi düzeltelim. Vaktimizi iyi değerlendirelim. Bu dünyadaki her nefes, sonsuz Cennet saadetini verebildiği gibi, bir an bile dayanılması imkânsız olan Cehennem azabına da sürükleyebilir.
En korkulan kişi, insanlara göre şekillenen, onlara göre tavır alandır. Bu çok çirkindir. Altın, her yerde altındır, kâfirin elinde de, evliyanın elinde de altındır, hiç değişmez. Müslüman da böyledir. Camide de, sokakta da, dünyanın neresinde olursa olsun her yerde Müslümandır. Hava neyse, su neyse, Müslüman işte odur. Onun yanında olan, hayat bulur, rahat ve huzur bulur. Müslüman, elinden dilinden herkesin emin olduğu, yani kendisini güvende hissettiği, hasreti çekilen insan demektir. Hasreti çekilmeyen insanın, son nefeste imanı tehlikededir.
Terazinin kurulacağı, hayırlı işlerin ve günahlarımızın ölçüleceği gün için sevab hanemizi arttırmaya çalışmalı. Bilelim ki, şahit olarak iki melek, omzumuzda, bütün yaptıklarımızı "kamera"ya alıyor. Dünyadaki pişmanlık iyidir, ama âhiretteki pişmanlığın faydası yoktur. Büyüklerimiz, (Yerin altında çok pişmanlık var) buyuruyorlar. Orada pişman olacaklardan olmamalı.

30 Ağustos 2013 Cuma

Namazda dua okumak

Sual: Namazın herhangi bir yerinde, Estağfirullah, Allahümmağfirlî ve benzeri duaları okumak, namazı bozar mı?
CEVAP
Hayır, hiçbiri bozmaz. Halebi-yi sagir’de deniyor ki:
Allahümme ekrimnî = Allah’ım, bana ikram et!
Allahümme en’im aleyye = Allah’ım, bana nimet ver!
Allahümme eslıh emrî = Allah’ım, işimi ıslâh et!
Allahümmerzuknil-âfiyete = Allah’ım, beni afiyetle rızıklandır!
Allahümmağfirlî ve li-vâlideyye ve lil-mü’minîne ve’l-mü’minât = Allah’ım, beni, anamı, babamı ve erkek kadın bütün müminleri affet!
Yukarıdaki Arapça duaların hiçbirini okumak namazı bozmaz. Bu hususta esas kural şudur: Namazda insanlardan istenilmesi imkânsız olan bir şeyle Arapça dua etmek, namazı bozmaz. Bunun için Hidaye’de, (Allahümmerzuknî = Allah’ım beni rızıklandır demek, insanlardan talep edilmesi imkânsız olan şeylerden değildir. Bu bakımdan namaz bozulur) denilmişse de, bu duadan sonra, mal veya benzeri bir şey zikredilmedikçe, sadece Allahümmerzuknî = Allah’ım bana rızık ver demekle de, namaz bozulmuş olmaz.
Allahümmerzuknî rü’yeteke = Allah’ım, beni seni görmekle rızıklandır veya Allahümmerzuknî Cenneteke = Allah’ım beni Cennetinle rızıklandır demek de namazı bozmaz. Çünkü bunlar insanlardan istenebilecek şeylerden değildir, fakat aşağıdakileri söylerse namazı bozulur.
Allahümmerzuknî dâbbeten = Allah’ım, bana bir hayvan ver!
Allahümmerzuknî kermen = Allah’ım, bana bir bağ ver!
Allahümmerzuknî zevcen = Allah’ım, bana bir zevce ver!
Allahümmekdı deynî = Allah’ım, borcumu öde!
Bunları insanlardan istemek de mümkün olduğu için namaz bozulur. (Halebi-yi sagir)
 
Namazda yanlış okumak
Sual: Bir insan namaz kılarken yanlış okusa, yanlışı küfrü gerektirse, sonra dönüp düzeltse, namazı bozulmuş mu olur?
CEVAP
Hayır, namazı bozulmuş olmaz. Doğrusunu okuyunca namaza devam eder. Küfre de girmiş olmaz.
 
İmama tâbi olmak
Sual: İmam rükû veya secdede üç kere tesbih söylemeden veya hızlıca söyleyip de kalksa, cemaat üçe tamamlayıp mı kalkar, yoksa cemaatin imama tâbi olup hemen kalkması mı gerekir?
CEVAP
Hemen kalkması gerekir, çünkü cemaatin imama tâbi olması vacibdir. (Dürr-ül-muhtar)

Ev nafakaya dâhildir

ual: S. Ebediyye’de, (Kira ile ev tutmak varken, ev satın almak zaruret değildir) deniyor. Bu ifade, (Kira ile ev tutmaya gücü yetenin faizli krediyle ev alması caiz değildir) anlamına gelmez mi?
CEVAP
Evet, o anlamdadır, ama burasını S. Ebediyye kitabını hazırlayan merhum hocamıza sormuştuk. Bu hükmün, gayrimüslim ülkeler için geçerli olmadığını, mesela Avrupa’daki bir Müslümanın, ev nafakaya dâhil olduğu için krediyle ev alabileceğini bildirmişlerdi. Yani kira ile ev tutabilen de, krediyle ev alabilir.
 
Kötülük eken
Serden geçilir de, yâr’den geçilmez.
Şer ekilmiş ise, hayır biçilmez.

29 Ağustos 2013 Perşembe

İslamiyet’in hedefi

Sual: (İslamiyet’in hedefi kâfirleri Müslüman etmek değildir. Müslümanlığı yaymak için cihat etmek İslâmiyet'e aykırıdır) deniyor. Kâfirlerin Müslüman olması için emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, İslâmiyet'i yaymak cihad değil midir? Emr-i marufa, İslâmiyet'in yayılmasına karşı çıkmak caiz olur mu?
CEVAP
Elbette caiz olmaz. Emr-i maruf gücü yetenlere, imkânı olanlara farzdır. Onun için farz-ı kifayedir. Birkaç hadis-i şerif:
(İmkânı varken, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.) [Tirmizî]
(Emr-i maruf ve nehy-i münker yaparken ölen şehittir.) [İbni Asakir]
(Emr-i maruf ve nehy-i münker yapan, Allah’ın ve Resulünün halifesidir.) [Deylemî]
Hazret-i Ebu Bekir, (Yâ Resulallah, savaştan başka cihad yolu var mı?) diye sordu. Resul-i Ekrem, (Evet vardır. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır) buyurdu. (Tibyan)
Emr-i marufu emreden iki âyet-i kerime meali:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehy eden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104]
(Oğlum, namazı doğru kıl, emr-i maruf ve nehy-i münker yap! Bunları yaparken gelecek sıkıntılara katlan, çünkü bunlar, azmi gerektiren [kesin farz olan] işlerdendir.) [Lokman 17]
Dinimizin hedefi İslamiyet’in her yere yayılmasıdır. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini [İslamiyet’i] din edinmeyenlerle, zelil bir hâlde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın!) [Tevbe 29] (Savaşı, fertler değil, İslam devleti yapar. Savaş, Müslüman olmayanlarla, Müslümanlığın yayılması için yapılıyor. Bu âyet nasıl inkâr edilir?)
(Fitne tamamen yok oluncaya ve Allah'ın dini tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın!) [Bekara 193] (Fitne, dine uygun olmayan her şeydir. Demek ki, İslam devleti, Allah'ın dinine uyulması için savaşıyor.)
(Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.) [Enfal 39]
(İman edenler Allah yolunda savaşır, inanmayanlarsa tağut [şeytan] yolunda savaşırlar. O hâlde şeytanın evliyasına [dostlarına] karşı savaşın!) [Nisa 76]
(Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar.) [Tevbe 123]
İmam-ı Muhammed hazretleri de buyuruyor ki: Cihad emri şöyle geldi:
Önce, İslamiyet’in başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak ve onlara yumuşak davranmak emredildi.
İkinci emir geldi. (Kâfirlere yumuşak ve güzel sözlerle İslamiyet’i bildir!) denildi.
Üçüncü emir geldi. İhtiyaç hâlinde savaşmaya izin verildi.
Dördüncü emir geldi. (Kâfirler size eziyet verirse, onlarla savaşın!) denildi.
Beşinci emir geldi. Medine’de İslam devleti teşekkül edince, (Haram olan dört ayın haricinde her zaman savaşabilirsiniz) dendi.
Altıncı emir geldi. (İslam devleti, düşmanlık yapan kâfirlerle her zaman savaşabilir) dendi. Böylece, cihad etmek, farz-ı kifâye oldu. (Siyer-i kebir)
Demek ki İslâmiyet'in hedefi, dinimizin emrettiği şekilde Müslümanlığı her yere yaymaya çalışmaktır.
 
Sabrın sonu selamet
Bu can sana emanet, etme ona hıyanet!
Sıkıntıya göğüs ger, sabrın sonu selamet.

Allah’ı sorgulamak

Sual: İlahiyatçı biri, (Tanrı’nın bana sormadan beni kısa boylu yaratması adalet midir?) diyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP
Allahü teâlâ dileseydi onu, kedi, köpek, domuz olarak da yaratabilirdi. (Niye beni hayvan yarattın?) demeye hakkı olmazdı. Bakkaldan çay ve şekeri alırız, kimi onunla çay içer, kimi de helva yapar, yer. Şekerin bir şey demeye hakkı var mı? (Ne diye falanca bakkaldan aldığını çayla içtin de, beni helva yaptın?) demeye hakkı olmaz. Madem şeker benim malımdır, mülkümdür, onu dilediğim gibi kullanırım. Başkasının, (Bu şekerle niye helva yaptın?) demeye hakkı olamaz.
Bir insan domates alır, bununla salata yapar, tuzlu veya tuzsuz yer, domates buna müdahale edemez. Çöpe atılsa da bir şey diyemez. Bütün meyve ve sebzeler böyledir. Hayvanlar da böyledir. Bir kimse, bir kuzuyu keser, kızartır, yer, sucuk yapar, köpeğe verir. Kuzu ona, (Niye öyle yaptın?) diyemez, çünkü mal onundur. Kuzuya sorsak, elbette (Beni kesme!) der. Yılana sorsalar, (Ben yılan değil, aslan veya insan olmak isterdim) diyebilir. Yılanın, (Beni niye inek yaratmadın, beni niye kadın yaratmadın?) demeye hakkı yoktur.
Kölelik dönemlerinde insan kölesini istediği gibi çalıştırırdı. Köleye hiç sorulmazdı. Sorulsa, niye çalışmak istesin, elbette hür olmak isterdi. İşte bütün insanlar da, Allahü teâlânın kulu, kölesidir. Yoktan yaratılmıştır. Köle nasıl denileni yapmaya mecbursa, biz köleler de bizi yoktan yaratan Rabbimizin emirlerini yapmak zorundayız. Yapmam diyen şiddetli azaba düçar kalır. Yapan ise sonsuz nimete kavuşur.
Allahü teâlânın, insanları yaratmadan önce de, yarattıktan sonra emir verirken de, kimseye bir şey sorması gerekmez. Sorulsa, insan niye kul, köle olsun ki, herkes, (Ben hükümdar, hattâ Tanrı olmak isterim) der.
Kadının, (Beni niye kadın yarattın?), erkeğin (Beni niye erkek yarattın?) demeye hakkı olmadığı gibi, hiç kimsenin de, (Bizi niye yaratıp dünyaya getirdin, niye bunları emrettin, niye bunları yasakladın?) demeye hakkı yoktur. Bir buğday tanesini yaratmaktan âciz olan insan, kâinattaki her şeyi yoktan yaratan Allah’a karşı nasıl böyle konuşabilir?

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Allah’ın adaleti

Sual: Bir ateist, (Tanrı’nın, beni dünyaya getirirken bana sormadığı, benim görüşümü almadığı hâlde, yaptıklarımdan beni sorguya çekmesi adalete aykırı değil midir?) diyor.
CEVAP
Adaletin ne olduğunu bilmediği için ateist böyle konuşuyor. Allahü teâlânın adaletiyle kulların arasındaki adalet çok farklıdır. Bu yanlışlıktan dolayı, ateist işin içinden çıkamıyor ve kendisinin sorguya çekilmesini adaletsizlik sanıyor.
İnsanlar arasındaki adalet, bir âmirin, ülkesini idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hâkimler hâkimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun. Bundan dolayı, (Allah’ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denmez.
Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür. Allahü teâlâ, kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı olup, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına, hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Ne yaparsa yapsın, Onun yaptığı işler için, (Adalete uymuyor) denmez. Yasak ettiği bir şeyi, daha sonra serbest bırakabildiği gibi, önceden serbest ettiği bir şeyi de daha sonra yasaklayabilir. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur. Canlı, cansız, insan ve hayvan hepsi Onun mülküdür. Dilediği gibi tasarruf eder. Bize konuşma özelliğini ve ateiste, bu iş adalete uygun değil diye düşünme yeteneğini veren de Odur. Mülk Onundur. Her şeyi ve herkesi yoktan var eden Odur. (Şöyle yapanı Cehenneme, şöyle yapanı Cennete koyarım) diyerek imtihana soktu. Kazananı Cennete, kaybedeni Cehenneme atar. Aslında imtihan yapmadan da, istediğini Cennete, istediğini de Cehenneme koyabilirdi. Mülk Onundur, başkasının malına mülküne tecavüz yok ki, adalete aykırı densin! Allahü teâlâ, yarattıklarının hepsini Cehenneme atsa, yine adaletsizlik olmaz. Başka birinin malını atmıyor ki, adalete uymasın. Ama O merhamet etmiş, (Şunları yapanı Cennete koyarım) demiş, bu da Onun bir ihsanıdır. Cehenneme atsaydı, bir şey diyebilir miydik, itiraz edebilir miydik? Ateist gibi itiraz edilse de ele ne geçerdi?

Peygamberlere iman

Sual: (Peygamberlere ve Peygamberimize iman şart değildir) deniyor. Böyle söyleyenler, peygamberlere imanla ilgili âyet ve hadisleri elbette bilirler. Acaba Hristiyanlığa hak din diyebilmek maksadıyla mı bu âyet ve hadisleri görmezlikten gelip gizliyorlar? Peygamberlere inanmayan Müslüman olur mu?
CEVAP
Elbette peygamberlere ve son Peygamber Muhammed aleyhisselama inanmayan Müslüman olamaz. Çünkü imanın altı şartından biri bütün peygamberlere imandır. Birini inkâr eden kâfir olur. İman hadisinin Arapçası şöyledir:
(Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil-âhiri ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun, eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü.) [Buhârî, Müslim, Nesaî]
Türkçesi şöyledir:
(Ben Allah’a ve meleklere ve kitaplara ve peygamberlere ve âhiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana] ve kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna ve ölüme, öldükten sonra dirilmeye iman ettim. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim.) [Buhârî, Müslim, Nesaî]
Peygamber efendimize inanmakla ilgili bir hadis-i şerif:
(Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de, Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet eden, Cennete girer.) [Deylemî]
Peygamberlere iman, Kur’an-ı kerimde de geçmektedir. Üç âyet-i kerime meali:
(Kâfirler, Allah’ın emirleri ile peygamberlerin emirlerini birbirinden ayırmak istiyor. [Yahudiler] bir kısmına [Musa ve daha önceki peygamberlere] inanırız. Bir kısmına [İsa’ya, Muhammed’e] inanmayız. [Hristiyanlar ise “İsa, Allah’ın oğlu” diyor.] Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir, hepsine çok acı azaplar hazırladık. Bütün peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayan [Müslümanlar] ise, Allah’ın mükâfatına kavuşacaktır.) [Nisa 150–152; Kurtubî tefsiri]
(Asıl iyilik; Allah’a, âhirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
 
Nefse uymayı bırak
Nefse uymayı bırak! Ecel döküyor yaprak,
Malın mezara gitmez, bedenin olur toprak.

27 Ağustos 2013 Salı

Zehirli ot yetiştirmek

Sual: (Afyon, kenevir ve tütün ekimi ve ticareti haramdır) deniyor. Zehirli ot yetiştirip tıpta ve sanayide kullanmanın ne sakıncası var ki?
CEVAP
Bunları ekmek ve satmak haram değildir. Bu konuda din kitaplarında şöyle bildiriliyor:
Skamonya denilen zehirli mahmude otunu müshil olarak kullanmak ve diğer katı zehirli ilaçları az miktarda kullanmak haram olmaz. Bunların az miktarını kullanmak caizdir. Zarar veren çok miktarlarını kullanmak haramdır. (Redd-ül-muhtar)
İmam-ı Nevevi hazretleri buyuruyor ki:
Kenevir bitkisinden elde edilen esrarın, sarhoş etmeyen miktarını ilaç olarak kullanmak caizdir. (Mühezzeb)
Afyonun da sarhoş etmeyen az miktarı haram değildir. (Feth-ur-rahim)
Afyon ve diğer zehirli otların alınan çok miktarları haramdır, fakat az miktarlarını ilaç olarak kullanmak caizdir. (Zevacir)
Uyuşturucu benc otu mubahtır. Bununla sarhoş olmak haramdır. (Dürr-ül-muhtar)
(Çoğu sarhoş edenin azı da haram olur) hadis-i şerifi sıvı içkilere mahsustur. Zehirli bitkileri ve sarhoş edici katı ilaçları az miktarda, ilaç olarak kullanmak haram olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Bazı kimselere balık eti, süt, yumurta, biber gibi şeyler zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere haram, mekruh olur. Zarar vermeyenlere ise mubahtır. (Hadika)
Bu vesikalar karşısında, afyon, kenevir ve tütün ekimine, ticaretine haram demek çok yanlıştır. Bu bitkiler zehirliyse de, tıpta, sanayide de kullanıldığı için, ticaretine haram demek çok veballi bir iştir. Allahü teâlâ lüzumsuz bir şey yaratmamıştır. (Bu zehirli otları lüzumsuz yaratmıştır) demek insanı küfre düşürür. Bu zehirli otlar, nerelerde faydalı ise, oralarda kullanılmalıdır.
 
Gusülden sonra
Sual: Guslettikten sonra, yine meni gelirse, tekrar gusletmek gerekir mi?
CEVAP
Az da olsa, gusülden önce idrar çıkarmışsa gusül gerekmez. İdrar çıkarmamışsa, gusülden sonra gelen meni, şehvetle gelen meninin parçası olduğu için tekrar gusül gerekir. Bunun için, idrar yaptıktan sonra gusletmeli. Mâlikî’de, yerinden şehvetle de ayrılmış olsa, dışarıya şehvetle çıkmazsa, gusül gerekmez. Şâfiî'de ise, idrar yaptıktan sonra da gelse, gusül gerekir. Çünkü Şâfiî’de şehvetle çıkma şartı yoktur. Yalnız her gelen akıntıyı meni sanmamalı. Özellikle, yapışkan prostat sıvısı meni sanılmaktadır.

Şeytan niye kâfirdir?

Sual: Şeytan, Allah'ı tanıyor. Cenneti ve Cehennemi gördü. Günah işleyenlerin Cehennemde ceza göreceğini biliyor. Bunun için insanlara vesvese veriyor. Günaha ve küfre teşvik ediyor. Küfre girenlerin Cehennemde cezalanacağını biliyor ki, durmadan vesvese veriyor. Şeytan, bir Müslümanın inanması gereken her şeye inanıyor. Sadece Allah'ın bir emrini yapmadı. Müslüman da Allah'ın çok emrini yapmıyor. Şeytan bir günahtan dolayı niye ebedî cehennemliktir?
CEVAP
Şeytan günahtan dolayı değil, küfürden dolayı ebedî cehennemlik oldu. Allah'ın emrini yapmadığından değil, beğenmediğinden dolayı, yani Allah'ın, ateşten yaratılan bir kulunun, topraktan yaratılan bir kula secde etme emrinin yanlış olduğunu söylediği için küfre girmiş ve küfrüne pişman olmamıştır. Şimdi bir Müslüman, hiç içki içmese de, (Sarhoş etmeyecek kadar az içki içmek günah olmaz) dese küfre girmiş, kâfir olmuş olur. Çünkü dinin emrini beğenmemiş olur. Şeytan da, Allahü teâlânın emrini beğenmediği için kâfir olmuştur. Onun için dinimizin herhangi bir emrini beğenmemekten çok sakınmalıdır.
 
Gafletle uyuma
Uykuyu biraz azalt, boşa geçmesin zaman!
Yarın çok pişman olur, yatıp gaflete dalan

25 Ağustos 2013 Pazar

Güzel bir dua

Sual: Namazların sonunda Rabbenâ âtina’dan sonra, (Allahümme innî es’elükes-sıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnel-hulkı verrıdâe bilkaderi bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn) duasını okuyorum. Bunun mânâsı nedir?
CEVAP
Peygamber efendimizin çok okuduğu bu duanın mânâsı kısaca şöyledir:

      
(Yâ Rabbî, bana sıhhat, âfiyet ve güzel ahlak ver, emanete riayeti ve kaderine rızayı nasip eyle! Yâ Erhamerrâhimîn, rahmetinle duamı kabul eyle!)
Bu duayı biraz açarsak ne güzel bir dua olduğu daha iyi anlaşılır:
 
Sıhhat: (Her işin başı sağlık) atasözü sıhhatin önemini göstermektedir. Hayatın tadı, tuzu sağlığın yerinde olup olmamasına bağlıdır. Bu konuda Kanuni Sultan Süleyman Han’ın şu beyti meşhurdur:

       Hak indinde, muteber bir nesne yok devlet gibi,
       Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.
 
Âfiyet: Dinin ve itikadın bidatlerden, amelin ve ibadetin âfetlerden, nefsin şehvetlerden, kalbin hevadan, vesveseden ve bedenin hastalıklardan, sıkıntılardan selamet bulması, kurtulması demektir. Bir hadis-i şerifte, (Allahü teâlâdan âfiyet isteyin! İmandan sonra, âfiyetten daha büyük nimet yoktur) buyuruldu. (Taberanî – İslam Ahlakı)
 
Güzel ahlak: İki cihan saadetidir. Bir hadis-i şerif:
(Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek, zulmedeni affetmektir.) [Beyhekî, Hâkim]
Güzel ahlakın ne olduğunu İslam âlimleri çeşitli şekilde tarif etmişlerdir. Birkaçı şöyledir:
Güzel ahlak, güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir.
Güzel ahlak, kimseyle çekişmemek ve kimseyi çekiştirmemektir.
Güzel ahlak, kimseye eziyet vermemek ve başkalarından gelen sıkıntılara katlanmaktır.
Güzel ahlak, genişlikte ve darlıkta insanlara iyilik etmeye çalışmak demektir.
Güzel ahlak, Allah’tan razı olmak demektir. Yani hayrı ve şerri Allah’tan bilmek, nimetlere şükür, belalara sabretmektir.
Güzel ahlak, haramlardan kaçıp helâli aramak, diğer insanlarla olduğu gibi aile efradıyla da iyi geçinip onların geçimlerini temin etmektir.
Güzel ahlak, yaratılanı Yaradan’dan dolayı hoş görmek, onların eziyetlerine sabretmektir.
Güzel ahlakın en azı, sıkıntılara göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır.
Güzel ahlaklı olan, hakiki Müslümandır.
 
Güzel ahlakın önemi hakkında bazı hadis-i şerifler:
 
(Ben, güzel ahlakı tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim.) [Beyhekî, Hâkim]
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lâl]
(İman yönünden en faziletli mümin, ahlakı güzel olandır.) [Hâkim]
(Din, güzel ahlaktır.) [Deylemî]
(En faziletli mümin, ahlakı en güzel olandır.) [Buharî]
(Güzel ahlak, günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler. Kötü ahlak ise, sirkenin balı bozduğu gibi salih amelleri bozar.) [İbni Hibban]
(Güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir.) [Harâitî]
(Ahlakı güzel olan mümini Cehennem ateşi yakmaz.) [Taberanî]
(Güzel ahlaklı mümin, iki cihan saadetine kavuşur.) [Taberanî]
(En hayırlı şey, güzel ahlaktır.) [İbni Hibban]
(Güzel ahlaklı olmak, saadettendir.) [Beyhekî]
(Güzel ahlaka sahip olun, güzel ahlak Cennete götürür, kötü ahlaktan da çekinin, o da Cehenneme götürür.) [İbni Lâl]
 
Emanete riayet: Emanet nedir?
 
Ahzab sûresindeki emanet, işlenmesinde sevab ve terkinde ceza olan Allahü teâlânın bütün emir ve yasaklarıdır. (Celaleyn)
Emanet, emin, güvenilir olmak demektir. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri emanettir.
Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mala emanet denir. Emanete bir zarar vermeden aynen sahibine iade etmek gerekir. Emanete riayet etmemek, münafıklık alametidir.
Aklı olup, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet eden, yani farzları yapıp haramlardan sakınan emanete riayet etmiş olur. (Hak Sözün Vesikaları)
Emanete riayetin dindeki yeri büyüktür. Bir hadis-i şerif:
(Şu altı şeyi yapacağınıza söz verin, ben de size Cennete gireceğinize söz vereyim. Bunlar, namaz kılmak, zekât vermek, emanete riayet, zinadan sakınmak, helâl yemek ve dili [küfre sebep olan sözler, yalan, gıybet, sövmek, lanet, malayani gibi] kötü sözlerden korumaktır.) [Taberanî]
Emanete, akıl ve İslamiyet de denildi. Çünkü aklı olan İslamiyet'e uyar. İmam-ı Beydavî hazretleri buyuruyor ki:
Bu emanete akıl da denilse, âyet-i kerime, ibadetleri yapmanın, beş vakit namaz kılmanın önemini bildirmektedir. Nisa sûresinin 58. âyet-i kerimesindeki emanet kelimesini Allah’ın Resulü, ibadet olarak açıklayıp beş vakit namaz kılmayı emretmiştir.
Kur'an-ı kerimde müminler övülürken, (Emanetlerine [dinin emir ve yasaklarına] riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler) buyuruluyor. (Müminun 8)
Mearic sûresinin 32. âyeti de aynı mealdedir. Her iki sûrede de ondan sonra gelen âyetlerde namaza riayetin önemi bildirilmektedir.
Emanetin başka anlamları da vardır. Emanet ile ilgili birkaç hadis-i şerif:
(Emanet zayi edilirse Kıyamet yaklaşır. İşleri, ehli olmayana vermek, emaneti zayi etmektir.) [Buharî]
(Fakirlik emanettir. Onu gizleyen ibadet etmiş olur. Fakirliğini açığa vuran da, din kardeşlerini borçlu çıkarmış olur.) [İbni Asakir]
(Söz emanettir. Çirkin bir sözü götürmek [laf taşımak] helal olmaz.) [Ebu Nuaym]
(Allahü teâlâ Âdem aleyhisselama, “Emaneti kabul eden olmadı, sen yüklenir misin?” buyurdu. O da, “Yüklenmenin mesuliyeti nedir” dedi. Allahü teâlâ da, “Emanete riayet edene sevap, etmeyene azap vardır” buyurdu. Âdem aleyhisselam, emaneti kabul edince Cennette öğleden ikindiye kadar kalabildi. Sonra İblis’in hilesi ile oradan çıkarıldı.) [Ebu-ş-şeyh]
(Emanete riayet etmeyenin imanı, abdesti olmayanın namazı yoktur. Namazı olmayanın da dini yoktur. Namazın dindeki yeri, başın gövdedeki yeri gibi önemlidir.) [Taberanî]
(Emanet olunana hıyanet, münafıklık alametidir.) [İbni Neccar]
Bize emanet olarak verilen organlarımız:
El: Haram olan şeyleri tutmamalı.
Dil: Yalan söylememeli ve kötü şeyler konuşmamalı.
Göz: Haram olan şeylere bakmamalı.
Mide: Haram olan şeyleri mideye sokmamalı.
Kalb: Kibir, ucub, suizan gibi şeylerden kaçmalı.
Kulak: Haram olan şeyleri dinlememeli.
Ayak: Kötü yerlere gitmemeli.
Ferc: Zinadan, livatadan uzak durmalı.
Burun: Haram şeyler koklamamalı.
Setr-i avret: Dinimizin emrine uygun kapanmalıdır.
Emanet, sadece organlarımız değildir. Çoluk çocuk, mallar ve sahip olduğumuz her şey bize emanettir. Aile efradımız da bize emanettir. Üç hadis-i şerif:
(Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz!) [Müslim]
(Ey insanlar! Kadınlar size Allah’ın emaneti olarak verildi. Sizin onlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, sizin üzerinizde onların da hakları vardır.) [İ. Cerir]
(Bir kimse, kızını fâsık kimseye verirse, Allahü teâlânın emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet edenlerin gideceği yer, Cehennemdir.) [S. Ebediyye]
Lokman aleyhisselama, bu dereceye nasıl eriştiği sorulunca, (Emanete riayet etmek, doğru söylemek ve malayaniyi terk etmekle bu nimete kavuştum) buyurdu. (İ. Ahlakı)
 
Kadere rıza: Kader nedir? Ömür boyu başımıza gelecek işlerdir. İmam-ı Rabbanî hazretleri, (Kadere rıza gösteren mutlu olur) buyuruyor. Karşımıza ne çıkarsa, (Demek kaderim böyle imiş) diyerek itiraz etmemeli. Mesela treni kaçırdık. (Hakkımda hayırlısı bu imiş) diyerek isyan etmemeli. Acele bir yere yetişmek için giderken bir kaza yaptık. Zamanında hastaneye yetişemedik. Yani bütün olumsuzluklar olsa da, normal bir olay gibi karşılamaya çalışmalıdır. Böyle yapanın huzurlu olacağını dinimiz bildiriyor. Bunun için, (Vaki olanda hayır vardır) sözünü kendimize düstur edinmeliyiz.
 
Yâ Erhamerrâhimîn, rahmetinle duamı kabul eyle: Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah’ım, merhametin hakkı için bunları bana ver!
Bu güzel duayı okumayı ganimet bilmelidir.
 
Müdara
Olunca her yerde, fitne fesat, âşikâre,
O zaman, müdaradan başka bulunmaz çâre.

En güzel fren

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsan, dünya peşinde koşarken dağdan bırakılan bir kaya gibi yuvarlanır, yuvarlandıkça hızı artar, hızı arttıkça daha çok yuvarlanır. Velhasıl, Allah muhafaza etsin, öyle bir yere düşer ki, artık onu oradan hiç kimse kaldıramaz. İnsanı frenleyen dinimizdir. İnsan, namaz kıldığı zaman frenlendiği gibi, oruç tuttuğu zaman da frenlenir. Dağdan yuvarlanırken biraz durur. Bayramdan sonra da, ya hızı azalmış olarak devam eder veya artık tamamen kendine gelir. O hâlde, dinimizin emir ve yasakları, hiç durmaksızın dünya malı peşinde koşan, başka hiçbir şeyi görmeyen insanın önüne konan en güzel setler, en güzel frenlerdir.
(İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, dünya rüyadır, âhiret ise, yaşanacak ebedî hayattır. Allahü teâlâ âhireti tercih edene Cenneti, dünyayı tercih edene Cehennemi verecektir. Bu bir tercih meselesidir.
Kişi rüyada zengin veya fakir olur, hasta veya sıhhatli olur, dünya ehli de, ya mükâfat veya ceza görür. Üçüncü bir yer yoktur. Dünyadaki mal mülk âhirette geçmez. Âhirette geçerli olan ancak Allah için verdiklerimizdir. Allahü teâlâ, dünya malını sahiplenmeyen, onun bir emanet olduğuna iman eden kimseler için ebedî Cenneti verecektir. Herkes bu dünyada kiracıdır, mal sahibi değildir. Hazret-i Ali’nin mühür olarak kullandığı yüzüğünde, (El mülkü lillah) yani (Mülk Allah’ındır) yazıyordu. Bu, bir âyet-i kerime mealidir. Burada kimsenin mülkü olamaz. Kullanma yetkisi verilmiştir, ama sahiplenemeyiz, çünkü mülkün sahibi Allahü teâlâdır, bizler birer emanetçiyiz.
(Bu dünyada garip gibi yaşa, yolcu gibi ol ve kendini ölmüş kabul et!) hadis-i şerifine uymalı. Çünkü bütün eşin, dostun, ailen mezarın başında seni yalnız başına bırakacaktır. Durakta bekleyen veya uçağa, vapura binecek bir yolcu gibi ol! Kendini ölmüş kabul et!
Dolayısıyla ölümü hatırlamak da insanı frenler. Merhum hocamız, (Eğer bir şey mutlaka olacaksa, onu olmuş bilmeli) buyururdu. Çünkü bugün değilse, yarın bir gün mutlak olacaktır.

23 Ağustos 2013 Cuma

Kaza beladan korunmak

Sual: Kaza ve beladan korunmak için hangi duaları okumak gerekir?
CEVAP
İhlas, Felak, Nas ve Fatiha suresini akşam, sabah üçer kere okuyan, malını, canını, çoluk çocuğunu, bütün belalardan muhafaza etmiş olur. (İslam Ahlakı)
Korkulu yerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Kureyş sûresini okumalı. Tecrübe edilmiştir. Gece ve gündüz, hiç olmazsa, 11 defa okumalıdır!
İmam-ı Rabbânî hazretleri, talebeleriyle uzak bir yere giderken, gece, bir handa kaldılar. (Bu gece bir bela zuhur edecektir. [Besmele ile] “Bismillâhillezî lâ-yedurru me'asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm” duasını üç defa okuyun) buyurdu. Gece büyük yangın oldu. Her odada eşyalar yandı. Duayı okuyanlara bir şey olmadı. Dert, bela, yıldırım, fitne, hastalık, nazar, sihir ve zâlimlerin şerrinden korunmak için, sabah akşam, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin bildirdiğini hatırlayarak, 3 defa okumalı. Birkaç hadis-i şerif:
(“Bismillâhillezî lâ-yedurru me'asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm” duasını sabah 3 kere okuyana, akşama kadar, akşam okuyana da, sabaha kadar hiç bela gelmez.) [İbni Mace]
(Evinden çıkarken iki rekât namaz kılan, dışarıdan gelecek her çeşit beladan korunur. Evine girince iki rekât namaz kılan da, içteki kötülüklerden korunmuş olur.) [Beyhekî]
(“La ilahe illa ente sübhâneke, innî küntü minez-zâlimin” duasını okuyan, dert ve beladan kurtulur.) [Hâkim]
(“Euzü bikelimâtillahittammâti min şerri mâ haleka” duasını okuyana, o yerden kalkıncaya kadar, hiçbir şey zarar veremez.) [Müslim]
(Cuma namazından sonra, yedi defa İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan ve kötü işlerden korur.) [İbni Sünnî]
(Aksırınca “Elhamdülillah” diyeni, Hak teâlâ yetmiş çeşit beladan korur.) [İslam Ahlakı]
(Sabreden beladan kurtulur.) [İslam Ahlakı]
 
Yüz şehit sevabı
Sual: Bir hadis-i şerifte, fitne zamanında sünnete sarılana yüz şehid sevabı verileceği bildiriliyor. Bu hangi sünnettir?
CEVAP
Buradaki sünnet, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı demektir. Fitne fesat zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle savaşmak gibi güç olacağı için, bu itikada sahip olana ve beş vakit namazı cemaatle kılana yüz şehid sevabı verileceği din kitaplarında yazılıdır. Muteber kitapları dağıtarak Ehl-i sünnet itikadını yayana verilecek sevab elbette daha çoktur

Zındığın yalanı

Sual: Dinimizi yıkıcı görüşleri olan bir ilahiyat profesörünün namaz kılıp kılmadığını öğrenmek için iki arkadaşla bir toplantısında onu takip ettik. Biz nöbetleşe öğleyi kılıp geldik. Öğle vakti çıkmak üzere, o hâlâ namaza gitmiyor. Öğle vakti çıktıktan sonra, yanına yaklaştım. (Öğle namazını kaçırdınız) dedim. (Ben ikindiyle cem edeceğim) dedi. Biz yine nöbetleşe ikindiyi kıldık. Nihayet akşam ezanı da okundu. Biz akşamı da kılıp geldik. O hâlâ onunla bununla konuşuyor. Arkadaşa, (Bu beni tanır. Sen git! Akşam vaktinin çıkmak üzere olduğunu söyle!) dedim. O da gidip söyledi. (Gece eve gidince yatsıyla beraber cem edeceğim) dedi. Bizi kandırmaktaki maksadı ne olabilir?
CEVAP
Müslüman görünüp İslamiyet’i yıkmaya çalışan böylelerine zındık denir. Zındıkların tek maksadı müminlerin imanlarını çalmaktır.
 
Resulullah'ın miracı
Işık hızı yetişmez, benzeri yok cihanda,
Bilinmeyen yerlere gidip geldi bir anda.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Hadis düşmanları

Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var diyenler kimlerdir?
CEVAP
Uydurma bir söze hadis demek, ne kadar yanlış ve tehlikeliyse, hadis kitaplarındaki veya İslam âlimlerinin kitaplarındaki hadisleri inkâr etmek de, o kadar yanlış ve tehlikelidir. Hadislere uydurma diyenler şunlardır:
1- Hadisleri kaynak kabul etmeyen ve İslamiyet’i içeriden yıkmaya çalışan, yalnız Kur’an diyen zındıklar, hadislere uydurma derler. İki hadis-i şerif:
(Kur’andan başka delil kabul etmem, diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
(“Hadisi bırak, Kur’ana bak” diyerek beni yalanlayanlar çıkacaktır.) [Ebu Ya’la]
2- Ecdadı kötüleyenler, “Atalarının izinden gidenler” diye Müslümanları kötüleyen ve eski âlimleri bilgisizlikle suçlayan mezhepsizler, İslâm âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olduğunu söylerler. Bir hadis-i şerif:
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaklardır.) [İbni Asakir]
3- Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, mevdu yani (Benim ictihadıma göre hadis değildir) diyebilir. Seyyid Abdülhakim Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: (Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin mevdu olduğunu ispat edince, bu ilmin bütün âlimlerinin de, mevdu demesi gerekmez, çünkü mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, “Benim mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur” der. Yoksa “Resulullah'ın sözü değildir” demek istemez. Yani, “Hadis denilen bu sözün hadis olması, bence anlaşılmadı” demektir. Bu âlime göre, hadis olmaması, hakikatte hadis olmadığını göstermez. Hadis usulü ilminin başka bir müctehidi de, hadisin doğru olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, “Hadistir, mevdu değildir” diyebilir. Dört mezhep arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlış olacağını göstermediği gibi, hadisler için de, böyledir. Böyle şeyler, ictihad işi olduğundan, bir müctehidin mevdu demesiyle, gerçekte mevdu olması gerekmez.)
İctihad ictihadla nakzedilemediği gibi, hadis de başka hadisle nakzedilemez. Bir müctehid, (İmam-ı a’zamın ictihadı yanlıştır, zayıftır) gibi bir şey söylemez. Söylese de, Hanefi mezhebindekiler için geçerli olmaz. Hadisler için de, durum aynıdır. Mesela Nesaî, Taberanî’deki bir hadise uydurma diyemediği gibi, Taberanî de, Nesaî’deki bir hadise mevdu demez. Dese de, sadece ona göre mevdu olur.

Başarılı ve başarısız insan

Sual: Başarılı ve başarısız insanla ilgili internette bir yazı dağıtılıyor. Burada, (Başarılı insan söz verir, başarısız insan vaat eder) deniyor. (Başarısız insan, geçmiş odaklı düşünür, her zaman meşguldür) gibi ifadelere yer veriliyor. Bunlar uygun mudur?
CEVAP
Vaat etmek, söz vermek demektir. Söz vermenin başarıyla bir ilgisi yoktur. Söz verir de sözünde durmazsa, bunun neresi başarılı olur?
Geçmiş odaklı düşünmek yanlış değildir. Yaptığı işlerin muhasebesini yapmak, yapacağı işlerin başarılı olması için faydalıdır. Gelecek odaklı düşünse de, yanlış düşünüyorsa gelecek odaklı diye makbul sayılır mı?
Yazıda, (Başarılı insan çok çalışır, başarısız insan her zaman meşgul olur) deniyor. Sanki kelime oyunu yapar gibi, çok çalışmakla meşgul olmak farklı bir şey gibi gösterilmiş. Çok çalışır, ama lüzumsuz işlerde çalışıyorsa yine kötüdür. Faydalı iş ise, her zaman meşgul olmak kötü değildir. Her zaman boş durmak kötüdür. Boş duran insana şeytan musallat olur. Elbette iyi işlerle meşgul olmalıdır.
Başarının sırrı böyle birkaç kelimeyle, cümleyle ifade edilemez.
Enver abi, başarıyı, (Âhirette işe yarayan şeydir) diye özetlemişti. Başarıyla ilgili kendi görüşümüz değil, büyüklerimizin sözleri önemlidir. Şimdi onlardan birkaçını bildirelim:
 
Başarılı insanın vasıflarından bazıları şöyledir:
 
Güler yüzlü, tatlı dilli ve siyaseti güzeldir. Güzel siyaset, herkesin memnun olmasıdır. Güler yüz ve tatlı dil, hem bizi koruyan, hem de düşmanımıza bile zarar vermeyen, aksine onu ferahlandıran çok güzel bir huydur.
Günümüzün insanına verilecek en güzel hediyenin, güler yüz ve tatlı dil olduğunu bilir. Öfkelenmez, hiç sertlik göstermez. Güleryüz ve tatlı dil, zamanın cihadı ve başarının sırrıdır. Çok kimse öfke küpüdür. Geçimsizlikler, cinayetler, ailedeki bütün sıkıntılar hep bundandır.
İmanlıdır, adaletlidir, doğru ve fedakârdır. Birlik ve beraberliğe önem verir, hedefini iyi seçer.
Nefsini terbiye edip, çürütür. Tohumu toprağa atınca çürümeden ağaç meyve vermez. Nefis tohuma benzer. Nefsimiz çürüyünce meyve verir. Öyle insanı da herkes sever.
Günahlardan sakınarak sabreder, herkese iyilik eder.
Mütevazıdır. Tevazu göstereni Hak teâlâ yükseltir. O tevazu ettikçe daha yükselir. Kibredeni alçaltır. O kibirlendikçe halk onu aşağı görür. Hele mahşer günü gururlu ve kibirliler, ayaklar altında kalıp, hakaret görür.
Din büyüklerimizin yoluna sarılır. (Sonra yaparım diyenler, işini sonraya bırakanlar helâk oldu) hadis-i şerifini bilir, işini geciktirmez, yarına bırakmaz. Araya sonra girince, o iş kaldı demektir, çünkü unuturuz, bir mani çıkar, hastalık olur, ölüm olur, bir daha o işi yapamayız.
Kalbini Cenab-ı Hakk’a döndürür ve güler yüzlü olur. Bu ikisi, başarının sırrıdır.
Mutlu, huzurlu ve sıhhatli olmaya çalışır.
İstişarenin önemini bilir ve sormadan bir şey yapmaz. Kendi başına hareket etmez, işin ehli olanlarla istişare eder.
Başarının sırrı, yapmak değil, sormaktır.
Hiç kimsenin kalbini incitmez. Bir hizmet, bir iş yaparken, gıybetle, dedikoduyla, iftirayla, münakaşayla, sertlikle kimsenin kalbini incitmez. İnsanların kalbini kırıp, kul hakkına girdikten sonra, yaptığımız iyiliklerin hiç faydası olmaz. Sevaplarımız hak sahiplerine verilir, bu da az gelirse, onların günahlarını yükleniriz. İşte buna iflas denir.
Her zaman (Kolaylaştırın, zorlaştırmayın) hadis-i şerifine uygun hareket eder.
İş yaparken, teklif getirirken yeni alternatifler üretir. Daima yeni durumlara uyum sağlar.
Kanunsuz iş yapmaz.
Herkese iyi davranır, saygılı, edeplidir.
Kimseyle tartışmaz. Münakaşaya girişmez, bilir ki, tartışma dostun dostluğunu giderir, düşmanın düşmanlığını artırır.
Kısa ve net konuşur, işi sürüncemeye bırakmaz.
Başarılarını Allahü teâlâdan, başarısızlıklarını günahlarından bilir.
Hakkı, doğruyu kim söylerse söylesin kabul eder. Söyleyene değil, sözüne bakar.
Söz dinler. İşi bilen değil, peki diyen kıymetlidir. Söz dinlemeyen, kabiliyetli olsa da başarılı olamaz.
Acele etmez. Acele eden, hata yapar. Ağır ve temkinli hareket eden, ya isabet kaydeder veya isabete yaklaşır. Acele şeytandandır. Temkinli hareket Rahman’dandır.
 
Başarılı kimse, eğer idareci ise:
 
Her işi kendisi yapmaya çalışmaz, bunun yanlış olduğunu bilir. Çalışanlara tam yetki verir. Böyle tam yetkiyle çalışanlar başarılı olur.
Herkesin fikrine saygı duyar, sabırla dinler. Sonunda da doğru olanı söyler.
Elemanların getirdikleri teklifleri, uygunsuz olsa bile, takdirle karşılamaya çalışır.
İşi ehline verir.
Elemanlardan önce kendine çeki düzen verir. Başkasını düzeltmek isteyenin, önce kendini düzeltmesi gerektiğini bilir. Kendi nefsini terbiye edemeyen, başkasınınkini hiç terbiye edemez.
Her iki taraf dinlenilmeden, karar vermez.
Maiyetiyle yani emri altındakilerle laubali olmaz, ciddi ve mert olur.
Özür dileyenin özrünü kabul eder.
Hedefi vermektir. Liderlik vermek sanatıdır. Başarının sırrı vermektir. Almayı düşünen kaybeder.
Yerinde ve ihtiyaç kadar müdahale eder. Çok fazla müdahale başarıyı önler.
Kabiliyetli, iyi yönetici, şahsa göre uygun iş verir. Onun kendiliğinden iş yapmasını beklemez.
Kibirlenmez. Maiyetine karşı kibirlenen, zayıftır, boştur. Âcizler kibirli olur.
Maiyetine kendini sevdirir. Maiyeti kendisini sevmiyorsa, ondan çekiniyorsa, uygun tekliflerde bulunamıyorsa, o yöneticiye iyi denmez.
Hevesleri hep canlı tutar. İnsan çalıştırmanın temel şartı, heves kırmamaktır.
Yukarıda sayılanları yapmayan veya yapamayan insan da başarılı olamaz.
 
Herkes kınıyor
Can evinden vuruldu, gözyaşı pınar oldu,
Rezaletler bitmiyor, dost düşman kınar oldu.