30 Haziran 2012 Cumartesi

neticeyi sebepten bilmek

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Mülkü de, kuvveti de veren Allahü teâlâdır. İnsan, zerresini kendi şahsından, kendi kabiliyetinden veya dehasından bildiği anda sigorta atar, Allahü teâlânın yardımı kesilir. Çünkü bütün iç organlarımız, bütün dünya, hatırımıza ne geliyorsa, yani kâinatın her zerresi, her an Cenab-ı Hakk’ın kudreti altındadır. Sütte şeker, yağ, mineral maddeler, vitaminler vardır, ama bunlar sütün her zerresindedir. Sütün içine bakıp, (Şurası mineral madde, şurası şeker) demek mümkün olmaz. Allahü teâlâ kâinatın her zerresindeki bu kudretini kullarına gösterse, o zaman iman etmenin bir üstünlüğü olmazdı. Cenab-ı Hak bütün yaptıklarını, sebeplerin altında gizlemiştir. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
(Eğer bir kimse sebebe yapışır, neticeyi sebepten beklerse kâfir olur. Mümin sebebe yapışır, müsebbibden yani Allahü teâlâdan bekler. Kâfir de sebebe yapışır, ama o sebepten bekler.)
Çok kıymetli imanın elden gitmemesi için, yapılan şükür hakkında büyük bir zat buyuruyor ki:
(Doğru iman ederek, çok büyük nimete kavuştuk. Eğer bu imanımız olmasaydı, hiçbir hizmete gidemezdik. Bizi hizmetlere koşturan imanımızdır. İman nimetinin şükrü yapılmazsa elden gider. Allahü teâlâ, bu nimetin şükrünün, ancak Müslümanların birbirini Allah rızası için sevmesiyle mümkün olacağını bildiriyor. Eğer birbirimizi severek, iman nimetinin şükrünü eda edersek, Allah bizden bu iman nimetini almaz. İman nimeti olduğu müddetçe de, insan ne dünyada, ne de âhirette sıkıntıya uğrar. Çünkü iman ediyorum demek, (Rabbime inanıyorum, Ona güveniyorum, Onun emrindeyim, Ona ibadet eder, Ondan isterim) demektir. Allahü teâlâ, kendisinden isteyeni boş çevirmez.
Mübarek bir zat, bir kimseye, ne iş yaptığını sorar. O da, berbat bir işte çalıştığını söyleyince, ona der ki:
- Evladım, günah değil mi, üç günlük dünyada hem haram yiyorsun, hem de çoluk çocuğuna haram yediriyorsun. Allah’tan korkmuyor musun? Bırak o işi, helâl bir iş bul kendine!
- Ama hocam, çoluk çocuğumun rızkı oradan geliyor. Ben başka işe girip de orada aynı parayı, aynı imkânı bulamazsam, sonra benim hâlim ne olur?
- Haramla uğraştığın hâlde sana rızkını veren Rabbimiz, helâl işle uğraşırsan, yani Onun rızasını tercih edersen, senin rızkını mı kesecek? Öyle düşünmek, hâşâ Allah’a suizan olur. Allahü teâlâ rızkımıza kefildir. Helâl yoldan aramaya çalışmalıdır.

29 Haziran 2012 Cuma

mezhepsizlik gayreti

Sual: (Mezheplerin hepsinden faydalanıp, üstad Abduh gibi mezhepler üstü ictihadlar yapmak, İslami görüşleri bir noktada toplamak gerekir) diyenler çıkıyor. Rahmet olan dört hak mezhep kaldırılmaya mı çalışılıyor?
CEVAP
Evet, hem dört hak mezhebi kaldırmak, hem de bid’at mezheplerinin hükümlerini almak gayesiyle, ısrarla, “dört hak mezhep” tabirinden kaçıp, “mezhepler” tabiri kullanılıyor. Bir de mezhep hükümlerine görüş deniyor ki, bu çok yanlıştır. Görüş senet olamaz, ama ictihad senettir. İctihad, sıradan bir görüş değildir. Müctehidin nass’lardan çıkardığı dinimizin hükmüdür.
Mezhep içinde bir ictihadın olabilmesi için de, müctehide ihtiyaç vardır. Günümüzde müctehid bulunmadığına göre, ictihaddan bahsedilmesi yanlış olur. Bunun için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. Mizan-ül-kübra’da, dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlimin, mutlak müctehid olduğunu iddia etmediği bildirilmiştir. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîn devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlimin ortada kalmadığı da, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. Buna rağmen günümüzde müctehid olduğunu kabul etsek bile müctehid, mezhepler üstü veya mezhepler arası ictihad yapmaz. Mason Abduh’un yaptığı, mezhepleri ortadan kaldırmak, kendi görüşlerini tek mezhep hâline getirmekti. Nitekim çömezlerinden Reşit Rıza’nın bozuk Muhaverat kitabı, maalesef Telfık-ı mezahib adı altında Türkçeye çevrilmiştir.
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Müctehid olmayanların, nass’lardan anladıkları, delil ve senet olamaz. Din büyüklerinin sözlerini reddetmeye sebep olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgilere ulaştık) derlerse, müctehid olmayanların bilgisi, bir şeyin helâl veya haram olmasına vesika olamaz. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve dört mezhebin hükümlerine bozuk demek, âlimlerin fetva vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe saymak ve bunlara yanlış demek, İslamiyet’te büyük bir yara açmak olur. (1/312)

28 Haziran 2012 Perşembe

İmam-ı Rabbani k.s.

IKINCI CILD, 9. cu MEKTÛB

Imâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî “kaddesallahü teâlâ esrârehül’azîz”, bu

mektûbu molla Ârif Hutenî Bedahsîye yazmısdır. (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin

üstünlüklerini ve tenzîh makâmını ve (îmân-ı gayb)ı bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdigi, sevdigi kullarına selâm olsun!

Mevlânâ Muhammed Ârif Hutenî! Önce, bâtıl, bozuk ilâhları yok etmek, sonra hak

olan ma’bûdü bilmek lâzımdır. Nasıl oldugu bilinen ve ölçülebilen hersey yok

edilmeli, nasıl oldugu bilinmiyen bir Allaha îmân etmelidir. Bu yok bilmegi ve îmân

etmegi en iyi anlatan kelime,
(Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesidir. Peygamberimiz

“sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Zikrin en kıymetlisi, Lâ ilâhe illallah demekdir) buyurdu.

Bir hadîs-i serîfde, Rabbinden söyle nakl etdi:
(Yedi kat göklerin ve bunlarda

bulunanların ve yedi kat yerin hepsi, Lâ ilâhe illallah kelimesi ile ölçülse, bu

kelimenin sevâbı dahâ çok olur)
buyuruldu. Nasıl dahâ çok olmaz ki, bu kelimenin

bir kısmı, Allahü teâlâdan baska herseyi, yerleri gökleri, Arsı, Kürsîyi, Levh ve

Kalemi, bütün Âlemi ve âdemi hep yok etmekde, diger kısmı da, yerlerin, göklerin,

tek yaratıcısı, hak olan ma’bûdün var oldugunu bildirmekdedir. Allahü teâlâdan

baska hersey, ister âfâkda [insanın dısında], ister enfüsde [insanın içinde] olsunlar,

hepsi anlasılabilen, ölçülebilen seylerdir. Âfâk ve enfüs aynalarında görülen

hersey de böyledir. Hepsinin yok bilinmesi lâzımdır. Bildigimiz, ögrendigimiz,

hâtırımıza, hayâlimize gelen, duygu organlarımıza etki eden hersey de böyledir. Hep
si hâdis, mahlûkdurlar. Çünki, insanın bildigi, his etdigi hersey, kendi eseri, yapdıgı

seydir. Bizim, Allahü teâlâyı tenzîh etmemiz, birseye benzemez dememiz, benzetmek

olur. Bizim anladıgımız büyüklük, küçüklükdür. Tesavvufculara “kaddesallahü

teâlâ esrârehümül’azîz” olan kesfler, tecellîler, müsâhedeler, hep Allahdan

baska seylerdir. Allahü teâlâ
(Verâ-ül-verâ)dır. Ya’nî, ötelerin ötesidir. Bunların

hiçbirine benzemez. Ibrâhîm aleyhisselâm, kâfirlere,
(Niçin kendi yapdıgınız putlara

tapıyorsunuz? Sizleri ve yapdıgınız isleri Allahü teâlâ yaratdı!)
dedi. Bunu

Kur’ân-ı kerîm haber veriyor. Ister elimizle yapmıs olalım, ister aklımız ve hayâlimizle

meydâna getirelim, yapdıgımız seylerin hepsi, Allahü teâlânın mahlûklarıdır.

Hiçbirinin tapınmak için degerleri yokdur. Tapınılmaga hakkı olan, yalnız

Allahü teâlâdır. O, bildigimiz, düsünerek buldugumuz seylerin hiçbirine benzemez

ve nasıl oldugu anlasılamaz. Akl ve vehm Ona yaklasamaz. Kesf ve sühûd, Onun

büyüklügü önünde yıkılıp kalır. Böyle bî-çûn ve bîçigûne olan [ya’nî hiçbirseye benzemiyen

ve akl ile anlasılamıyan] yüce yaratıcıya, gayb yolu ile inanmakdan baska

çâre yokdur. Çünki, görerek, düsünerek anlamaga kalkısarak inanmak, Ona inanmak

olmaz. Kendi yapdıgımız seye îmân etmek olur. Bu sey de, Onun mahlûkudur.

Bunu, Ona serîk, ortak yapmıs oluruz. Belki de, Ondan baskasına îmân etmis oluruz.

Böyle felâkete düsmekden Allahü teâlâya sıgınırız. Gayba îmân edebilmek için,

vehmin, hayâlin yetisemedigi bir yaratana inanmak lâzımdır. Ondan hiçbirseyin hayâlde

yeri olmamalıdır. Bu ma’nâ vehm ve hayâlin dısında olan yakınlık mertebesinde

ele geçer. Çünki, uzaklasdıkca, vehm ile anlasılması kolaylasır ve hayâlde yer

bulabilir. Bu ni’met, ancak Peygamberlere mahsûsdur. Gayb yolu ile îmân etmek,

ancak bu büyüklere nasîb olmusdur “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bunlara

uyup, izlerinde gidenlerden de, dilediklerine ihsân ederler. Bütün mü’minlerin

gayb yolu ile olan îmânları, vehmin karısmasından kurtulamaz. Çünki câhillere göre,

(verâ-ül-verâ), uzaklık demekdir. Böyle anlayısda, vehm de ise karısır. O büyüklere

göre ise “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, (verâ-ül-verâ) yakınlıkdadır. Böyle

anlayısda, vehm ise karısamaz. Dünyâ durdukca ve dünyâ hayâtı ile yasadıkca,

gayba inanmakdan baska çâre yokdur. Çünki, burada görerek hâsıl olan îmân, bozukdur.

Âhıret hayâtı baslayıp, vehm ve hayâlin kuvveti kalmayınca, görerek hâsıl

olan
(Îmân-ı sühûdî) kıymetli olur. Vehm ve hayâl tarafından bu îmâna bozuk

seyler karısdırılamaz. Sanırım ki, Resûlullah Muhammed aleyhisselâm, dünyâda Allahü

teâlâyı görmekle sereflendigi için, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” îmânı,

sühûdîdir demek güzel olur. Vehmden ve hayâlden hâsıl olan bozuk seyler, o îmâna

karısamamısdır. Çünki, baska mü’minlere Cennetde ihsân edilecek olan ni’met,

o yüce Peygambere “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” bu dünyâda nasîb oldu. Bu,

Allahü teâlânın çok büyük bir ni’metidir. Allahü teâlâ, ni’metlerini diledigine ihsân

eder. Allahü teâlâ, pek çok ni’met ihsân edicidir.

Sunu iyi anlamalıdır ki, halîlullah Ibrâhîm aleyhisselâm, Allahdan baska seylere

tapınmanın yanlıs oldugunu pek güzel bildirdi. Müsriklige yol açacak kapılardan

hepsini iyice kapadı. Bunun için, Peygamberlerin imâmı oldu. Hepsinden ileride

oldu “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vettehıyyât”. Çünki, dünyâ hayâtında olan

ilerlemenin en yüksek noktası, Allahdan baska tapınılacak hiçbirsey bulunmadıgını

iyi anlamakdır. Çünki,
(Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesinin ikinci parçasının bildirdigi,

(Ibâdet olunmaga hakkı olan, yalnız Allahü teâlâdır) sözünün tam ma’nâsı,

ancak âhıretde anlasılacakdır. Böyle olmakla berâber, Peygamberlerin sonuncusu

“aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, bu dünyâda, Allahü teâlâyı görmekle

sereflendigi için, bu sözün tam ma’nâsından çok seylere de, bu dünyâda kavusmusdur.

Denilebilir ki, bu ma’nâdan, bu dünyâda mümkin olanı, o yüce Peygamberin

gelmesi ile bildirilmisdir. Yine, diyebiliriz ki, zât-ı ilâhînin tecellîsi, bu dünyâda,

ancak o yüce Peygambere nasîb oldu. Baskalarına, âhıretde nasîb olacagı bildirildi.

Dogru yolda bulunanlara ve Muhammed Mustafânın izinde olanlara selâm

olsun “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”!

selamlaşmak

SELÂMLASMAK

Iki müslimân karsılasdıgı zemân, birbirine
(Selâmün aleyküm) demesi ve sonra

el ile müsâfeha etmesi sünnetdir. Müsâfeha ederken günâhları dökülür.

Asagıdaki sekiz kimseye, her zemân selâm vermek harâmdır, günâhdır:

1— Yabancı kızlara, genc kadınlara selâm verilmez.

2— Satranç ve her oyunu oynayanlara selâm verilmez.

3— Kumar oynayanlara selâm verilmez.

4— Içki içenlere selâm verilmez.

5— Gıybet edenlere selâm verilmez.

6— Sarkıcılara selâm verilmez.

7— Âsikâre günâh isliyenlere selâm verilmez.

8— Kızlara, kadınlara bakanlara selâm verilmez.

Asagıdaki onaltı hâlde görülen kimselere, yalnız o hâlde iken selâm verilmez:

1— Nemâzda olana selâm verilmez.

2— Hatîb efendiye, hutbe okurken selâm verilmez.

3— Kur’ân-ı kerîm okuyana selâm verilmez.

4— Zikr ve va’z edene selâm verilmez.

5— Hadîs-i serîf okuyana selâm verilmez.

6— Yukarıda yazılanları dinliyenlere selâm verilmez.

7— Fıkh dersi çalısana selâm verilmez.

8— Mahkemede, hâkimlere selâm verilmez.

9— Din dersi müzâkere edenlere selâm verilmez.

10— Müezzine, ezân okurken selâm verilmez.

11— Müezzine, ikâmet okurken selâm verilmez.

12— Din dersi veren muallime selâm verilmez.

13— Zevcesi ile mesgûl olana selâm verilmez.

14 — Avret yeri açık olana selâm verilmez.

15— Abdest bozmakda olana selâm verilmez.

16— Yemek yimekde olana selâm verilmez.

Mahrem olmıyan ihtiyâr kadınlara selâm verilir.

osmanlı müslümanlığı

Sual: Osmanlı Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı gibi ifadeler kullanmak doğru mudur?
CEVAP
Her milletin âdetleri farklı olabilir, fakat Müslümanlık tektir. Bugün Şiîlerin ve Vehhabilerin Müslümanlıkları farklıdır. Bunlar dinlerine, bid'at fırkalarının görüşlerini karıştırmışlardır. Arap ülkelerinin Müslümanlıklarına da çok bid'at karışmış, sanki farklı bir Müslümanlık meydana gelmiştir.
Türkler ise, İslamiyet'e doğru olarak hizmet etmişlerdir. Selçuklu ve Osmanlı Türkleri, Ehl-i sünnet yolundan ayrılmamış ve bid'at ehliyle mücadele etmişlerdir. Türk Müslümanlığı veya Osmanlı Müslümanlığı, bu anlamda, yani Türklerin Ehl-i sünnet yolunda olduklarını anlatmak için söylenebilir. Yoksa, sanki farklı bir dinmiş gibi veya ırk ayrımı yaparak söylemek hiç uygun olmaz.
Eshab-ı kiramdan sonra İslamiyet'e en büyük hizmeti, Osmanlı yapmıştır. Selçuklu hükümdarı Sultan Alparslan da, İslam dinine çok hizmet etti. İslamiyet'i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara, Bâtıni ve Hurufi hareketlerine karşı çok hassastı. Bunun için, (Biz temiz Müslümanlarız. Bid'at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teâlâ, halis Türkleri aziz kıldı) demiştir. (Rehber Ans.)
Bugün ise Türkler, bid'at fırkalarının ve yabancı fikirlerin etkisinde kaldığı için, Osmanlı'nın uyguladığı temiz Müslümanlıktan sapmalar başlamış, mezhepsizlik ortaya çıkmıştır. Yapılacak iş, bid'atlerden uzak durup İslamiyet'i katışıksız yaşamaktır.
Levh-i mahfuz mahlûktur
Sual: Levh-i mahfuz'la Ümm-i kitab ayrı mıdır? Bunlar mahlûk mudur?
CEVAP
Ahmed bin Süleyman hazretleri buyuruyor ki: Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir. Ezeli ve ebedi, olmuş ve olacak her şeyin Allahü teâlânın indinde yazılı olduğu kitap anlamındadır. Mahlûktur, yani sonradan yaratılmıştır. Melekler Levh-i-mahfuz'u görürler. Allahü teâlâ dilerse Levh-i mahfuz'da değişiklik yapabilir. Mesela, insanın işine göre ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Ümm-i kitab ise, kitabın anası demektir. Ezeli olan kelam-ı ilahinin ismidir. Mahlûk değildir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)
Fatiha'ya da Ümm-i kitap denirse de, o konumuzun dışındadır.

27 Haziran 2012 Çarşamba

terk etmekmi fevt etmekmi 2

Bir kimse, hadis-i şerifle kılınması çok övülen Kuşluk, Evvabin, Teheccüt gibi namazları ömründe hiç kılmasa, âhirette niye kılmadın diye sorguya çekilmez. Fakat bir farzı yapmazsa, büyük günah işleyeceği için sorguya çekilir. Âlimlerimizin bildirdiği gibi, kılınması şart olan farzı geciktirip, nafile kılmak ahmaklıktır.
Yolculuğa çıkarken iki rekât namaz kılmalıdır! Kazaya kalmış namazı varsa kaza kılmalı, çünkü kaza borcu varken nafile kılmak ahmaklıktır. (Bey ve Şir'a risalesi)
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyurdu ki: Hazret-i Ali'nin rivayet ettiği, (Farz namaz borcu olanın nafile kılması, doğurması yakın olan hamileye benzer. Doğumu yakınken çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allah, nafile namazlarını kabul etmez) hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu varken nafileyle meşgul olmak ahmaklıktır. Kaza borcu olanın nafile kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar sermayesi, nafilelerse kazancıdır. Sermaye kurtarılmadan kâr olmaz. (Fütuh-ul-gayb m. 48) [Orijinalleri, www.dinimizislam.com sitesinde, kaza namazı bölümünde mevcuttur.]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Farz namaz borcu olanın, nafile namazı kabul olmaz.) [Dürret-ül fahire]
Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer'e yaptığı vasiyette buyurdu ki: Gece yapılması gereken Allah'ın bir emrini gündüz yapsan ve gündüz yapılmasını emrettiğini de gece yapsan, Allah kabul etmez. Allahü teâlâ, farz olan ibadetleri ödemeden nafile ibadetini kabul etmez. (Kitab-ül Harac)
Hayvanlara sual yoktur
Sual: (Boynuzlu koç, boynuzsuzdan hakkını alacaktır) hadis-i şerifine göre, hayvanlara da, âhirette hesap ve sual var mıdır?
CEVAP
Hayır, yoktur. Bu hadis-i şerif mecazdır. Herkesin, hakkını alacağı bildiriliyor. Mazlum zalimden hakkını alır, yani güçlüler gücüne güvenip zulmederlerse, güçsüzler yarın âhirette haklarını alırlar, zalimin zulmü yanına kalmaz demektir.
Erkek çocuğa
Sual: Erkek çocuklara da altın nazarlık takmak caiz midir?
CEVAP
Altını nazarlık olarak takmak caiz, süs olarak takmak caiz değildir. Maşallah yazılı altını, çocuğun yastığına veya beşiğine dikmek veya takmak, çok iyi olur. Nazarlık olduğu için üstüne de takmak caizdir.

26 Haziran 2012 Salı

asansörde halvet

Sual: Asansörde halvet olur mu? Yani asansörde bir erkekle bir kadın bulunsa günah olur mu?
CEVAP
Bu, asansörün durumuna göre değişir. Mesela dışarıdan içi görülen asansörlerde halvet olmaz. Görünmeyen asansörlerde, katların birinde başka birinin girme ihtimali varsa veya asansörde kamera olduğu biliniyorsa halvet olmayacağı gibi, iki veya daha fazla erkek varsa yine halvet olmaz. Eğer dışarıdan asansöre müdahale imkânı yoksa, tamamen içeriden idare ediliyorsa, kapalı asansörde bir kadınla yabancı bir erkek varsa, o zaman günah olur.

terk etmekmi fevt etmekmi

Sual: Fıkıh kitaplarında, (Terk edilen namazları kaza etmek, nafile kılmaktan daha iyi ise de, beş vakit namazın sünnetlerini ve hadis-i şerifte övülmüş olan Duha, Tesbih, Tehıyyet-ül-mescit, Evvabin, Teheccüt gibi sünnet namazları kılmak, kaza kılmaktan evladır) dendiğine göre, niye kazası olanın sünnet kılamayacağını söylüyorsunuz?
CEVAP
Kitaplarda, (terk edilen namazlar) denmiyor, (fevt edilen namazlar) deniyor. [Orijinalleri, http://www.dinimizislam.com sitesinde mevcuttur.] Bu ifadeler, beş vakit namazın farzlarını fevt eden, yani elinde olmayarak, özürle kaçırmış olanlar içindir. Böyle, kaçırılmış birkaç vakit farzın kazalarını sünnet yerine kılmamalı, ayrıca kılmalı deniyor. Özürle kaçırılan birkaç vakit farzın kazalarını, sünnetler yerine kılmaya lüzum yoktur. Çünkü namazları özürle kazaya bırakmak günah olmadığı gibi, bunların kazalarını, sünnetleri kılacak kadar geciktirmek de günah olmaz. Fakat namazı özürle kılamamak yani fevt etmek başkadır; kasten, mazeretsiz, tembellikle kılmamak yani terk etmek başkadır. Birincisi hiç günah değilken, ikincisi büyük günahtır. İkisi arasında dağlar kadar fark vardır. İkisini aynı kefeye koymak çok yanlıştır.
Hanefi fıkıh kitapları, (Faite [fevt edilen, bir özürle kaçırılan] namazların kazası) diyor. (Terk edilmiş namazların kazası) demiyor. Çünkü Müslüman, namazını bilerek terk etmez. Ancak gaflet, uyku ve unutmak gibi özürle fevt eder. Namazı terk eden Müslüman, Şâfiî ve Mâlikî'de ceza olarak öldürülür. Hanbelî'de ise mürted olduğu için öldürülür. Hanefi'de ise, hapsedilir, kılıncaya kadar dayak atılır. Bu, farz namazın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Farz borcu varken, sünnet veya nafile kılarak farzı geciktirmek de, asla caiz değildir. Farz namaz hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Farz namazı kasten terk eden kâfirdir.) [Taberani]
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Beyheki]
(Beş vakit namazı terk eden, Allah'ın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mace]
(Namaz kılmayanın, terk edenin dini yoktur.) [Bezzar, İbni Nasr]
(Namazı terk edenin, diğer ibadetlerini Allahü teâlâ kabul etmez.) [İsfehani, Ebu Nuaym]
Terk edilen farzın günahı böyleyken, nafilelerle nasıl kıyaslanabilir ki? Dört mezhepte de, kazası olan, sünnet ve nafile kılamaz. Sünnetlerin de nafile olduğu bütün muteber eserlerde bildirilmektedir.

25 Haziran 2012 Pazartesi

yeme içme adabı

Sual: Yeme içme adabı hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Maddeler hâlinde bildirelim:
Yemeğe başlarken niyet: Yemeğe başlarken, Allahü teâlâya ibadet etmek, Onun kullarına faydalı olmak, dinimizi, ebedi saadet ve huzur yolunu bütün insanlara yaymak için kuvvet elde etmeye niyet etmeli.
Yiyip içmenin farzları:
1- Yiyince doymayı, içince kanmayı, Allahü teâlâdan bilmek.
2- Helâlinden yiyip içmek.
3- O yemekten kuvveti geçinceye dek, Allahü teâlâya kulluk etmek.
4- Eline geçene kanaat etmek.
Yiyip içmenin haramları:
1- Karnı doyduktan sonra, tıka basa yemek,
2- Sofrada çalgı, yabancı kadın, içki, kumar gibi haram şeyler bulundurmak.
3- Yemekte israf etmek,
4- Ziyafete davetsiz gitmek,
5- Başkasının malını izinsiz yemek,
6- Vücuda hastalık verecek şeyi yemek,
7- Gösterişle hazırlanan yemeği yemek.
Sünnetleri:
1- Yiyip içmeye başlarken Besmele çekmek, [Herkese hatırlatmak için yüksek sesle söylenebilir.]
2- Yemeğin sonunda (Elhamdülillah) demek,
3- Yemekten önce ve yemekten sonra el yıkamak, [Yemekten önce gençler, yemekten sonra önce yaşlılar el yıkar.]
4- Sağ elle yiyip içmek,
5- Tabağın kenarından, kendi önünden yemek,
6- Sağ ayağı dikip, sol ayaküstüne oturmak,
7- Yemeğe tuzla başlayıp tuzla bitirmek, [Bu şifadır. İlk ve son lokma ekmekle yapılır ve ekmekteki tuza niyet edilirse, bu sünnet yerine getirilmiş olur.]
8- Elle yenebilenleri, üç parmakla yemek,
9- Ekmekle karpuz yerken, ekmeği sağ ele alıp, sonra karpuzu sol elle yemek,
10- Kapta kalanı sıyırıp yemek, [Hoşaf, ayran gibi şeylerin artığına su koyup, çalkalayıp içmek çok sevabdır. Sonra yemek şartıyla, tabakta, bardakta artık bırakmak caizdir. Resulullah efendimiz, müminin artığını yemeyi severdi.]
11- Elini yıkamadan önce, parmaklarındaki yemek artıklarını yalamak,
12- Yemekten sonra dişleri misvak veya kürdanla temizlemek. [Bunu muslukta yapmalı.]
Müstehabları:
1- Sofrayı yere kurmak,
2- Elbisesi temiz olarak sofraya oturmak,
3- Arpa ekmeği yemek,
4- Ekmeği elle parçalamak. Ekmek bıçakla kesilebilirse de, bıçakla lokma haline getirilmez. Yemeği başkası için, bir yaşlı için hazırlayan, onun yiyebileceği şekilde lokma hâline getirebilir. Pişmiş eti bıçakla kesmemeli.
5- Ekmek ufaklarını zayi etmemek,
6- Sirke yemek,
7- Lokmayı küçük almak,
8- Lokmayı iyice çiğnemek.

24 Haziran 2012 Pazar

tevbe ve istiğfar etmek

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kur’an-ı kerimde Nasr suresinde mealen, (Eğer siz Allahü teâlâya tevbe istiğfar ederseniz mutlaka onu affedici bulursunuz) buyuruluyor.
Dıhye-i Kelbî hazretleri, daha Müslüman olmadan önce, yüksek ahlak sahibiydi, cömertti, çok da güzeldi. Peygamber efendimizi seviyor, sohbetlerine de geliyordu, fakat Peygamber efendimiz tarafından Müslümanlık teklif edildiği zaman, (İnşallah o zaman da gelir, ben zaten sizi seviyorum) derdi. Bir gün kendisi gelip, (Müslüman olmak istiyorum) dedi. Orada bir bayram havası esti. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram çok sevindiler. Kelime-i şehadet getirirken hüngür hüngür ağlamaya başladı. Resulullah efendimiz, niçin ağladığını sordu.
- Ya Resulallah, ben çok büyük günah işledim, acaba Allah benim bu günahımı affeder mi?
- Günahın nedir?
- Ben kız çocuğumu diri diri gömmüştüm, onun ağlaması gözümün önüne geldi.
O anda, Cebrail aleyhisselam geldi ve Allahü teâlânın, (O daha “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” derken, kızını öldürme günahı dâhil, bütün günahlarını affettim) buyurduğunu bildirdi. Peygamber efendimiz Eshab-ı kirama dönüp buyurdu ki:
(Bu kardeşiniz bir defa “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” demekle affa uğradığına göre, bunu tekrar tekrar söyleyenler elbette affolur. Ancak bunun iki şartı vardır:
1- Yalan söylememeli. Çünkü müminde, imanla yalan bir arada olmaz.
2- Ne iş yaparsa yapsın, Rabbimizin rızası için yapmalı, ihlâslı olmalı.)
Demek ki Allahü teâlâ, doğru söyleyip ihlâsla amel edenin bütün günahlarını, kelime-i tevhid söylediği anda affediyor.
Kur’an-ı kerimde mealen, (Yunus aleyhisselam, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” duasını okuyup kurtuldu) buyuruluyor. Peygamber efendimiz de, (Dert bela gelince, Yunus aleyhisselamın bu duasını okuyanı, Allahü teâlâ muhakkak kurtarır) buyuruyor.
(“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” okumanın 99 faydası vardır. En hafifi, kederi ve sıkıntıyı giderir) hadis-i şerifi bir müjdedir. Çünkü şimdi bizi en çok bunaltan, bu keder ve sıkıntıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri, her gün, başında ve sonunda 100 salevat okuyarak, bunu 500 kere okurmuş. Bir kimse, bu büyük zatın kitabında yazılı olduğunu düşünerek okursa, o zat okumuş gibi tesirli olur.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kur'an okumayı öğrenmek

Sual: Bir arkadaş, (Kur'an okumayı öğreniyorum) diye bir CD verdi. Orada, (Kur'an okumayı öğrenmek farzdır) diyor. Ben Kur'an okumayı bilmiyorum. Şimdi ben haram mı işliyorum?
CEVAP
Kur'an okumayı bilmek çok kıymetliyse de, farz değildir. Yani Kur'an-ı kerimi yüzünden okuyamayan haram işlemiş olmaz. Kur'an okumayı bilmeyen, ümmî olan, yani okuryazar olmayan evliya zatlar vardır. Haram işleyen kimse evliya olamaz. Peygamber efendimiz de ümmî idi. (Kur'an okumayı öğrenmek herkese farzdır) denirse, Peygamber efendimiz de, haram işlemekle suçlanmış olur.
Kur'anı yüzünden okumak değil, namaz kılacak kadar birkaç sûre ezbere bilmek farzdır. (Redd-ül muhtar)

inkar eden mahrum kalır

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Büyüklerimizden Allahü teâlâ razı olsun, İslamiyet’i bize hazır lokma gibi verdiler. Doğru iman sahibi olmak çok zordur. Bu büyükler, (Ehl-i sünnet itikadı çok kıymetli bir pırlantadır. Allahü teâlâ bu pırlantayı çöplüğe koymaz) buyuruyor. Yani bir müminin kalbi buna müsait değilse, ona iman nasip olmaz. Çünkü iman, âhiretin sigortasıdır. Eğer imanımız varsa, ölürken, kabirde ve mahşerde bazı sıkıntılar olsa bile, eninde sonunda Cennete girilir. Dolayısıyla ne yapıp edip, bu imanı korumaya çalışmalıyız. Büyüklerimiz, (Allahü teâlâ, bir kuluna iman verdiyse ona her şeyi vermiş, iman vermediyse ona hiçbir şey vermemiştir) buyuruyor.
Nereye gidilirse gidilsin, gök mavidir. Eğer insanın kalbi bir yere yani İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bir büyüğe bağlıysa, isterse Afrika’nın ortasında, çölde olsun, yine feyz alır. Çünkü güneşin bir yeri aydınlatıp başka bir yeri aydınlatmaması gibi bir ihtimal yoktur. Kabı açık olan, inanan ve seven, her zaman, her yerde her iyiliğe kavuşur. Yeter ki inkâr etmesin!
Büyükler buna şöyle bir örnek veriyorlar: Başörtülü ihtiyar bir nine ve yanında da açık gezen torunu var. Biri torununa, (Sen bu hâlinle Allahü teâlânın emirlerine isyan ediyorsun. Bu yaptığının günah olduğuna inanıyor musun?) diye sorsa, o da, (Evet, yanlış yapıyorum. Allah beni affetsin! İnşallah bir gün ben de Rabbimin emirlerine uygun yaşarım) derse, bu sözü onun imanlı olduğunu gösterir.
Aynı kişi, nineye de, (Nine, bu ne vaziyet? Bak sen ne güzel tesettürlüsün, senin torunun açık geziyor) dese, nine de, (Ah evlat, biz gençliğin kıymetini bilemedik, hayatımızı yaşayamadık, torunum yaşasın, bu zamanda böyle yapması gerekir) dese imanı gider! Açık gezen torun günahkâr olur, kapalı nine kâfir olur!
İnsan büyük günah işlemekle küfre girmez. Ama küçük bir günahı, bir sünneti, hattâ müstehabı bile inkâr etse, (Bu zamanda böyle şey olmaz) dese kâfir olur. İslamiyet bir bütündür parçalanmaz. Netice şudur ki, suçunu kabul etmek suçsuzluğa, affa götürür. Suçunu kabul etmemek küfre düşürür. Bu iş kıldan incedir, çok tehlikelidir. Onun için, her zaman, her yerde, her ne olursa olsun insan kendini suçlu bilmeli ki, kurtulabilsin! Ama suçunu kabul etmezse, kendi hastalığını itiraf etmezse, ilaç da almazsa tedavi olamaz.

22 Haziran 2012 Cuma

doğruya doğru demek

Sual: Uygunsuz kimselerin doğru sözlerini savunmak doğru olur mu?
CEVAP
Bir kimsenin doğru sözünü tasdik etmek, her dediğini tasdik etmek anlamına gelmez. Hak sözü tasdik edilir, bâtıl sözü reddedilir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, bunun örnekleri çoktur. Birkaçını bildirelim:
1- Yusuf Kardavî, kitaplarında, dört mezhebin fıkıh bilgilerini birbirine karıştırdığını, tek bir mezhebi taklit etmenin uygun olmadığını [yani mezhepsizliği] savunuyor. Böylece, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılıyor. Bundan dolayı, yazıları senet olamazsa da, sakalla ilgili hadis-i şerifi Ehl-i sünnete uygun açıklamıştır. Bunun için, Kardavi’nin sakal hakkındaki yazısı, Hanefi mezhebinin reyini açıkladığı için, bunun vesika olarak alınması uygun görüldü. (S. Ebediyye)
2- Zemahşeri, Ehl-i sünnet değil, Mutezile mezhebindeydi, ancak Kur’an-ı kerimin mucize olduğunu anlatmakta esas, senet olan belagat ilminin âlimlerinin en yüksek derecesinde olduğundan, Ehl-i sünnetin tefsir âlimleri, Kur’an-ı kerimin belagatini anlatan kısımları, onun tefsirinden almışlardır. (S. Abdülhakim Arvasi-S. Ebediyye)
3- İbni Teymiyye’nin bid’at görüşlerini İslâm âlimleri şiddetle tenkit ettikleri hâlde, Şiîlere reddiyesini tasvip edip, şöyle demişlerdir: İbni Teymiyye, Minhac-üs-sünne kitabında, Şiî âlimlerinden İbnil Mutahhir’in Minhac-ül-kerame kitabını, kuvvetli vesikalarla çürütmüştür. Yine İbni Teymiyye, Fedail-i Ebi Bekr ve Ömer kitabında, Eshab-ı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamıştır. (E. Kiram kitabı)
İslam âlimleri, kâfirlerin bile dinimizi öven sözlerini nakletmişlerdir. Bu, kâfirleri övmek demek değildir. Bunlardan birkaçı şöyledir:
1- Hatip, peygamber, kanun koyucu, cengâver, yeni iman esasları koyan, büyük bir İslam devleti ve medeniyeti kuran büyük insan; işte Muhammed [aleyhisselam] budur. İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla ölçülsün. Acaba Ondan daha büyük bir zat var mıdır? Olamaz. (Lamartine)
2- Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine hayran olmayı emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içindeyken, Doğu’da parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, barış ve rahatlık vermiştir. (Gandhi)
3- Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar, insanları bahtiyarlığa götürecektir. (Napoleon)

içgicinin suali

Sual: Çok içen bir arkadaş, (Okuduğum meallere göre, Nahl sûresinin 67. âyetinde, içki tavsiye ediliyor. Bir de, İnsan sûresinin 21. âyetinde, “Cennette temiz şarap içilir” yazıyor. O âyette Şaraben tahura geçiyor. Şarap haram olsa temiz denmez, Cennette olmaz. Bu iki âyete istinaden, içiyorum) diyor. İçki, şarap haram değil mi?
CEVAP
O kimse şarabın haram olduğunu bildiği hâlde, alay etmek için öyle söylüyordur. Alay değilse, meal okumakla öyle anlamışsa, meal okumanın zararı burada da açıkça görülüyor.
Bildirilen âyet-i kerime, içki haram kılınmadan önce Mekke'de nazil olmuştur. Daha sonra içki haram edilmiştir. O âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de seker [içki, sirke, şıra] ve güzel bir rızık edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim için hiç şüphesiz bir âyet [ibret] vardır.) [Nahl 67]
Bu âyetteki seker kelimesinin o zamanda da iyi bir mânaya gelmeyip, onun gün gelip de yasak edileceğine işaret vardır. Ondan önceki âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Süt veren hayvanlarda size bir ibret vardır. Size, onların karnındaki işkembe pisliği ile kan arasından kandan meydana gelen ve kolayca içilebilen [içinde şeker, yağ ve mineral maddeler vesaire bulunan] tertemiz bir süt içiriyoruz.) (Nahl 66)
Bu âyetteki işkembe pisliği ve kandan halis süt meydana gelmesi dikkat çekicidir. Bu bakımdan seker güzel bir nimet değildir. Bir de seker kelimesine, şıra, sirke gibi manâlar da verilmiştir. (Beydavî Şehzade haşiyesi)
Eğer seker nimetse, şıra, sirke ve pekmez için söylenmiştir. İbni Abbas hazretlerinin rivayetine göre, seker, Habeş dilinde sirke demektir. (İtkan – İmam-ı Süyûti)
Nahl sûresindeki 67. âyette geçen güzel rızık için, (Yaş ve kuru hurma, yaş ve kuru üzüm, sirke, pekmez ve çeşitli tatlılar) denmiştir. (Celaleyn)
Hurma, üzüm gibi gıdalardan faydalı ve zararlı rızıklar yapılabilir. İçki kesin haram edilmeden önce nazil olan bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Sana içki ve kumarı soranlara de ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür.”) [Bekara 219]
Kur'an-ı kerimde Cennet ehli için, orada, (Tertemiz şarap içerler) buyuruluyor. (İnsan 21)
Cennet ehline verilecek, (Şeraben tahura) diye buyurulan temiz şarap’tan maksat, temiz bir içecektir. Türkçesi şurup, meşrubat demektir. Türkçede şarap alkollü içkidir. Kur'an-ı kerimde, (hamr) denilen alkollü içkilerin haram olduğu bildiriliyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ey inananlar, hamr [alkollü içki], kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.) [Maide 90]
Meallere bakarak âyetlere mâna vermek yanlış olur. Peygamber efendimiz ve yetkili İslâm âlimleri nasıl açıklamışsa sadece onu nakletmeli, kendi anlayışını yazmaktan kaçınmalıdır. Peygamber efendimizin içki hakkında bildirdiği sayısız hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(İçkinin haram olduğuna dair kesin hüküm indi.) [Müslim]
(İhtimar [Alkol teşekkül] etmiş her içki haramdır.) [Ebu Davud]
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını da içmek haramdır.) [Nesai]
(Rabbim, izzeti üzerine yemin etti ki, bir kul dünyada Hamr [Alkollü içkileri] içerse, ona Kıyamette muhakkak Cennet şarabını haram kılar, bir kul da hamrı [içkiyi] terk ederse Allah da ona muhakkak, Cennet şarabından içirir.) [Ebu Nuaym]

21 Haziran 2012 Perşembe

kalbi temizlemek

Sual: Kalb neden kirlenir ve nasıl temizlenir?
CEVAP
Kalbi günahlar kirletir. İhlâsla yapılan ibadetler, bilhassa namaz kılmak, kalbi temizler. Allahü teâlâ, kalbi bozan, hasta yapan şeyleri haram etmiştir. Günah işleyenin kalbi hasta olur. (S. Ebediyye)
Seyyid Abdülhakîm Arvasi hazretleri buyuruyor ki: Zikretmekle kalb temizlenir, Allah'ın sevgisi elde edilir, ibadetin tadı duyulur, iman kuvvetlenir, namaz kılmak hevesi artar, dinimizin emir ve yasaklarına kolayca uyulur. Taklitçilikten kurtulup, vicdaniliğe kavuşulur. Kur’an-ı kerimdeki, (Allahü teâlâyı çok zikredin!) emri bunu göstermektedir. (Cuma 10) [S. Ebediyye]
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Kalbi itminana kavuşturan tek yol vardır. Bu da, Allahü teâlâyı zikretmektir. Akılla, araştırmakla, kalb itminana, rahata kavuşamaz, yani tatmin olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Biliniz ki, kalbler ancak Allah'ı zikretmekle itminana kavuşur.) [Rad 28] (1/ 92)
Kalbin temizlenip kuvvetlenmesi için, Allahü teâlânın ismini çok söylemek lazımdır. (1/ 196)
Kalbi temizlemek için İslamiyet’e uymak lazımdır. İslamiyet’e uymak da, emirleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sakınmakla olur. (2/19)
Kalbden Allah'tan başkasının sevgisini çıkaranın kalbi temiz olur. Başka sevgiler varsa kalbi hasta olur. Bunlar kesilip atılmadıkça, hakiki iman nasip olmaz. (3/17)
Kalbi temizlemek için İslamiyet’e uymak lazımdır. İslamiyet’e uymak da, emirleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sakınmakla olur. (1/ 42)
Kalbini temizleyecek şeylerin kıymetini bilmeli. Bunları yapmağı engelleyenlerin düşman olduğunu anlamalıdır. (1/183)
Kalbi temizlemek ve dünyada ve âhirette saadete kavuşmak ve dertlerden, belalardan, hastalıktan, düşman şerrinden, büyü ve cinden kurtulmak, nimetlere kavuşmak için, her Müslüman, her gün kalble tevbe edip, bu tevbeyi söylemelidir. Bunu söylemeye İstiğfar denir. Çok istiğfar okumalı. İstiğfar, (Estağfirullah min külli ma kerihallah) veya kısaca (Estağfirullah) demektir. (Redd-i revafıd)
İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Lâ ilâhe illallah güzel sözünü çok söyleyin! Bu zikri, kalble birlikte yapın! Bu mübarek söz, kalbin temizlenmesinde pek faydalıdır. (2/106)
Lâ ilâhe illallah kelimesi nefsi ve kalbi temizlemekte çok tesirlidir. Bu yolun büyüklerini sevmek saadetin sermayesidir. Bu yolda ilerleten en kuvvetli vasıta, bu muhabbettir. (1/14)
Bu yolun esası, sohbet ve muhabbettir. Sohbete kavuşuncaya kadar, sünnete uymalı. Hadis-i şerifte, (Unutulmuş bir sünneti meydana çıkarana, yüz şehit sevabı vardır) buyuruldu. (Lâ ilâhe illallah) sözü bin ile beş bin arasında çok okunmalı! Kalbi temizlemekte çok faydalıdır. (m. 17)
Kalb, Allahü teâlânın nazar ettiği yerdir. Kalbi temiz tutmalı. Kalb zikirle temizlenir. (4/48)
İtikadı düzeltip, fıkhın emirlerini yaptıktan sonra, vakti Allahü teâlâyı zikirle geçirmeli. Kalbi temizlemek için, zikre büyüklerin bildirdiği gibi, devam etmeli. Zikre, yani kalbin, Allahü teâlâyı hatırlamasına, anmasına mani olan her şeyi, kendine düşman bilmeli. İslamiyet’e ne kadar çok yapışılırsa, Onu anmanın lezzeti artar. İslamiyet’e uymakta, gevşeklik, tembellik arttıkça, o lezzet de azalır ve kalmaz olur ve kalb kararıp, temizliği azalır. Kalbi temizlemek için en faydalı zikir teşrik tekbiridir. Bu da, (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahil hamd) demektir. (H. L. O. İman)
Kalbin temiz olması, güzel ahlaklı olmasıdır. Kalb, İslamiyet’e uyarak temizlenir. İslamiyet’e uymayanın kalbi temiz olamaz. Evliya zatları ziyaret eden bunların mübarek ruhlarından istifade eder. Bunlara olan sevgisi, bağlılığı kadar, kalbi temizlenir. (İslâm Ahlakı)
İbadetler, kalbi temizler. Günahlar kalbi karartır. (İslam Ahlakı, H. L. O. İman)
Ölmüş evliyayı da sevmeli, hürmet etmeli. Böylece, ruhlarından feyz alınır. İstifade edilir. Kalb de temizlenir. (M. Nasihat

yanlış tenkit 2

3- Kabir azabını inkâr eden, Ehl-i sünnet olamaz. Bir hadis-i şerifte, (Kabir azabı haktır) buyuruldu. (Buhari)
İmam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki: Mümin suresinin (Onlar, sabah akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, "Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun!" denilecek) mealindeki 46. âyet-i kerimesindeki, sabah akşam görecekleri azap, Kıyametten öncedir. Âyetin devamında onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azabı, ikincisi Cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül-fasl)
İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya)
İmam-ı Süyûti hazretleri, kabir azabıyla ilgili Şerh-us-sudur isminde müstakil bir eser yazarak, Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki kabir azabıyla ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş olur. Ehl-i sünnetin dışında kalır.
4- İbni Teymiyye gibi Cehennem ebedî değil denmesi, Kur'an-ı kerime aykırıdır. Birçok âyet-i kerimede Cennet ve Cehennemin ebedî olduğu bildiriliyor. (Bekara 25, Âl-i İmran 116, Maide 85, Enam 128, Tevbe 68, Hud 107)
5- Ehl-i kitab olan Yahudi ve Hristiyanların Cennete gideceğini söylemek Kur'an-ı kerime de hadis-i şeriflere de aykırıdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Elbette, ehl-i kitab [Yahudi ve Hristiyan] veya müşrik olan bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyan, Cehenneme girecektir.) [Müslim]
6- Kur'an-ı kerime tarihsel diyen, hükmü kalmadı diyen, Ehl-i sünnetten çıkmakla kalmaz, kâfir olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Bugün, dininizi ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim, beğendim, razı oldum.) [Maide 3]
İslamiyet'ten başka din aramak kâfirliktir. Allah başkasını kabul etmez. Bir âyet-i kerime meali:
(İslam'dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85]
Borçlunun yardımı
Sual: Borçlu biri, dini yayan yani farz olan emr-i maruf görevini yapan yerlere yardım edebilir mi?
CEVAP
Taksitli borçları varsa, yardım etmenin hiç mahzuru olmaz. Günü gelmiş âcil borçlar varsa imkân nispetinde ödemeye çalışmalı. Bir kısmını da, emr-i maruf için harcar.